Sosyal Medya

Bastırılmış duyguların toz pembe dünyası: Kawaii

Kawaii saplantısı, Japonların bastırılmış duygularının bir yansıması olarak görülüyor. Uzun ve zorlu çalışma saatlerinin, yorucu gündelik yaşamın, yıpratıcı sosyal baskının yani kısacası “acı gerçeklerin” tam karşısında duruyor kawaii.



Sevimlilik ve çocuksuluk Japon kültüründe kabul gören ve takdir edilen, çok önemli bir yere sahip. Sevimli ürünler ise artık dünya çapında popüler. Anime karakterleri ve figürleri, Pokemon ve Hello Kitty gibi, Japonya’da üretiliyor ve milyarlarcası dünya pazarına sunuluyor. Bununla beraber dünya markaları da ürünlerinin sevimli versiyonlarını tasarlayarak Japonya’da satışa sunuyor. Bilinen tüm markaların hiçbir ülkede bulunmayan ürünlerini, örneğin Starbucks’ın Sakuralı Lattesi veya Nike’ın Sakuralı ayakkabıları, Japonya’da bulmak bu nedenle çok kolay.

Bu sevimli ürünler öylesine talep görüyor ki 1974 yılında Yuko Shimizu tarafından tasarlanan Hello Kitty, kısa süre içerisinde popüler kültür fenomeni haline geldi ve 2010 yılında 6 milyar dolar olan kazancını 2018 yılında 42 milyar dolara yükseltti. 2008 yılında Japonya Hello Kitty’yi turizm elçisi olarak seçti ve dünyanın en sevimli elçisi olarak tebrikleri kabul etti.
 
Sevimlilik politikada da etkili bir silah olarak kullanılıyor. “Aslan Kral” lakabıyla anılan Japonya eski başbakanı Junichiro Koizumi’nin kendisine bir aslan maskotu üretmesi, Shinzo Abe’nin seçimler sırasında sevimli karikatür posterleriyle tanıtımını yapması sevimliliğin Japonlar için ne mühim ve bir yandan da aslında ne denli manipüle edici bir şey olduğunu ortaya koyuyor.
 
Japonların “kawaii” olarak kullandığı sevimlilik kavramı Japon popüler kültüründe önemli rol oynayan anahtar kavramlardan birisi. Japonya’da sokakta yürürken en çok duyacağınız sözcük kawaii olabilir ya da anime seyrettikten kısa bir süre sonra kendinizi her şeye kawaii diye tepki verirken bulabilirsiniz. Yiyeceklerden kıyafetlere, okul sıralarından film sektörüne, kitaplardan animelere, gencinden yaşlısına, sosyal ilişkilerden politikaya kadar her noktada etkisini gösteren kawaii tam olarak ne? Japon tasarımcılar tarafından yaratılan kawaii karakterler, örneğin Totoro ve Doraemon, nasıl tüm dünya üzerinde yıllardır popülerliğini koruyor, bazıları turizm kültür elçisi olarak seçiliyor? Ve bu yazının cevap vermeye çalışacağı en önemli soru ise Japonlar kawaii’ye neden bu kadar takıntılı?
 
 
Kelime anlamı olarak İngilizce’ye “cute” Türkçe’ye ise “sevimli” olarak çevrilen kawaii (可愛い veya かわ いい) esasen kökeni çince ke’ai (可愛 or 可爱) kelimesine dayanmaktadır. Günümüz modern Japonya’sında kawaii’nin taşıdığı mana pekçok kişilerce tartışılmış ve sonuç olarak “sevimli, tatlı, minnoş, çocuksu” gibi kavramları ifade ettiği düşünülmüş. Kültürler arası psikologların da belirttiği gibi bir topluma ait duygular, kavramlar o toplumun yapısına özgü olduğu için diğer dillere çevrilmesi epey güç oluyor. Japon kültürünün her noktasında görülebilen bu kavram da sadece “sevimlilik’i değil bundan çok daha kapsamlı ve öte manaları içeriyor.
 
Kawaii’yi deneysel psikoloji perspektifinden araştıran Nittono, kawaii’nin bir duygu olduğunu ileri sürüyor ve Japonların bu kavrama bu kadar bağlı olmasının nedenini de iki karakteristik özellikle açıklıyor: Amae ve Chizimi Shikou. Amae; yani “sosyal kabul” olarak çevrilen kavram Japonların henüz küçük yaşlardan itibaren öğrenegeldiği bir şey. Japon çocuklar kendi davranışlarının diğer insanlar üzerinde ne tür bir etki bıraktığının farkında olarak yetiştiriliyor. Ebeveyn ve çocuk arasındaki “irade çatışmaları” batı toplumunda benliğin ve özgüvenin gelişimi olarak görülse de Japon ebeveynler çocuğun “ızdırabını duyuyor.” Böylelikle çocuk kendi davranışının bir diğerini incittiğini, üzdüğünü öğrenmiş oluyor ve başkalarına zarar verme ve sosyal utanma konusunda aşırı bir duyarlılıkla yetişiyor. Bu öyle bir duyarlılık ki başkasına en ufak bir zararı dokunan kimse güçlü bir günah duygusuna kapılıyor. Bundan kaçınma yolunu da bireysel benliği ortaya çıkarmak yerine onu olabildiğince erittiği ve gizlediği bir gruba ait olmakta buluyorlar. Buradaki grup psikolojisini anlamak açısından Freud’un kitle psikolojisi araştırmalarına da ilham olan Gustave Le Bon’un çalışmalarına bakmak faydalı olacaktır. Le Bon kısaca şunu söyler; insan bir grubun içerisine dahil olduğunda bireysel özellikleri eriyip gider. Bu nedenle, artık sadece ve sadece bir grubun parçası olan kişi bireysel sorumluluk almaktan kaçınmış olur.
 
Bu bağlamda grup kimliğinin altında konforlu bir yaşam süren Japonların davranışları da sosyal uyumu bozmamaya ve bireysel sorumluluk almaktan kaçınmaya odaklıdır. Kawaii furyasının içerisinde de gruptan dışlanmamak, kabul görmek, sevilmek büyük bir motivasyon olarak görülüyor. Kawaii kalemliği, çantası, saç stili olmayan öğrenciler zorbalığa maruz kalıyor.
 
İkinci kavram Chizimi Shikou ise küçük şeylere olan derin bağlılığı ifade ediyor ki bu kavram Japon kültüründe bir gelenek olarak görülüyor. Oyuncaklar, anime figürleri, karakter oyuncakları bağlamında dünya üzerinde en büyük pazarlardan birine sahip ülkede hemen hemen herkesin evinde küçük de olsa bir koleksiyon bulabilirsiniz. Yüz yen dükkanlarına girdiğinizde ağzınızı açık bırakacak çeşitlikte kawaii, küçük, detay, hiç aklınıza gelmeyecek eşyalar görürsünüz. Hatta daha ileri gidecek olursak elektronik cihazların küçüklüğünden, tapınaklarda yüzlerce tanrı figürlerinin minik ve tatlı görünümlü olanların tercih edilmesinden, kapsül otellere kadar Japonların küçük şeylere takıntılı olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz.
 
 
Başka bir bakış açısı ise kawaii saplantısını Japonların bastırılmış duygularının bir yansıması olarak görüyor. Uzun ve zorlu çalışma saatlerinin, yorucu gündelik yaşamın, yıpratıcı sosyal baskının yani kısacası “acı gerçeklerin” tam karşısında duruyor kawaii. Hello Kitty örneği üzerinden gidecek olursak, karakterin ağzının olmaması ona bakan kişinin duygularını dilediği gibi aktarabileceği düşüncesine bağlanıyor: “Kişi, Hello Kitty ile beraber mutlu da olabilir üzgün de.” Benliğin ve duyguların izdüşümü olarak kawaii şeyler Japon pazarında yerini buluyor. Kısa bir süre önce sosyal medyaya düşen bir haberde Japonlara “ağlama dersi” veren eski bir öğretmenin şu sözlerini hatırlayalım: “Bizlere çocukluğumuzdan beri ağlamamak öğretildi. Bunun sonucunda içe kapanmayı öğrendik ve çoğumuzda ağlamaya karşı olumsuz bir algı gelişti. İnsanların çoğu bu sebeple hastalanıyor ya da içlerinde stres biriktiriyor.” Nasıl ağlanılacağının öğretilmesi bize her ne kadar garip gelse de “haftada bir kez ağla, stressiz yaşa” mottosu ile yola çıkan Hidefumi Yoshida’nın ağlama eğitimlerine talep oldukça fazla. Yalnızca ağlama konusunda değil, Japonlarda başkalarına duygularını göstermek hoş karşılanan bir davranış değil. İçeride tutulan, bastırılan tüm duyguların aşırılıklarla ortaya çıkması ise kaçınılmaz ve Japonlar için bu yansıtmanın bir yolu da kawaii diyebiliriz.
 
Kawaii akımı moda üzerinde de büyük bir etkiye sahip. 35 yılı aşkın süredir modanın merkezi konumunda olan Harajuku, Takeshita Street popüler butik ve markalara ev sahipliği yapıyor. Yüzlerce farklı stilde giyinen gençlerin uğrak noktası haline gelmiş bu cadde adeta küçük bir cosplay diyarı. Burada sıkça rastlayabileceğiniz Yami Kawaii modası duyguların kıyafetlere, aksesuarlara nasıl yansıtıldığının en büyük örneği.
 
Yami Kawaii yani “hastalıklı sevimlilik” modasına uyanlar kıyafetlerinde pembe ve çocuksu parçaları seçerken aynı zamanda hastalık belirtisi, dark elementleri (jilet, şırınga vb.) de ekliyorlar. Yami Kawaii karakterlerden Menhara-chan'ın tasarımcısı, karakterin mental hastalıklardan muzdarip insanları temsil ettiğini, kötü ama sevimli olduğunu söylüyor. Karakter çocuksu özellikleriyle poz verirken “Ölmek istiyorum” diye haykırıyor. Tasarımcı, psikolojik şiddet gördüğü bir dönemde çizmeye başladığı bu karakterin kendisine terapi gibi geldiğini ifade ediyor ve aslında hissettiği tüm duyguları bu karaktere aktardığını itiraf ediyor. Menhara-chan hayranlarından birisi bu karakterin kendi benliğini yansıttığını ve hayatını ona borçlu olduğunu söylüyor. Görülüyor ki karmaşık duygularla baş etmede ve duygusal ihtiyaçları karşılamada bir yöntem olarak kawaii modası Japonya’da hiç de az rastlanan bir durum değil.
 
Kawaii, cinsiyet fark etmeksizin çocukluktan itibaren hem kadınlar hem erkekler için gündelik yaşamda bir standart haline gelmiş durumda. Kawaii şeylerin pembe, küçük, bebeksi olması yani feminen bir yapıya sahip olması erkekleri uzaklaştırmamış. Aksine Japon erkekleri kawaii olmaya can atar hale gelmiş. Artık kadın ve erkekler birbirlerini kawaii olarak tanımlıyor. Bununla beraber animelerde yine sık karşılaşılan ve gerçek yaşamda da yer alan çocuksu ses, davranış, giyim kuşam ve sevimlilik romantik ilişkiler bakımından daha cazip kabul ediliyor.
 
Gerçek yaşamın acı gerçeklerinden kaçmak, bastırılmış duyguları dışa vurmak ya da sosyal baskıya boyun eğerek insanlar tarafından kabul görmek adına oluşturulan kawaii dünyası gün geçtikçe popülerliğini arttırıyor olsa da beraberinde ciddi sorunlar ve sorular getirmeye devam ediyor.
 
Pembe ve sevimli figürlerle dolu bu hayal dünyasında binlerce Japon yalnızlıkla ve çeşitli psikolojik problemlerle baş etmeye çalışırken özellikle kadınları sevimli bir objeye çevirmesi bakımından feministlerce ciddi eleştiriler alıyor.
 
Müellif: Hümeyra Büşra Nural / Kaynak: Nihayet Dergi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.