Taciz iddiaları sarsıcı bir dalga oluÅŸturuyor. Bir bakıma iffet ve namus konusunda yüzyıllarca sineye çekilmiÅŸ haksızca suçlama ve cezalandırılmalara yönelik bir öç dalgası da bu. Tacizcileri pervasız ve rahat kılan ne varsa bütünüyle hesaplaşılacak ve açığa vurulacak gibi bu sert dalganın akışı içinde. Elbette 2018 yılı baÅŸlarında Batı ülkelerinde özellikle de Hollywood camiası içinde vuku bulan (2006’da aktivist Tarana Burke’nin baÅŸlattığı) “#metoo” ifÅŸalarının etkisi yadsınamaz.
Ä°ddialar sosyal medyada ve Hasan Ali ToptaÅŸ ile baÅŸladı. Yazarın cinsel tacizlerine maruz kaldıklarını iddia eden kadınlar, sosyal medyada ifÅŸalarda bulundular. ToptaÅŸ’ın ifÅŸaların çoÄŸalmasını takiben “Ben bunu tanımlayabilecek güçte bir yazarım” tonunda yayımladığı mesaj daha çok rahatsız edici bulundu, yazarın taciz iddialarıyla hayal kırıklığına uÄŸrattığı okurlarınca. Yanı sıra pek çok ünlü isim ifÅŸa edildi. Edebiyat, sanat, medya ve akademide tacizler sır deÄŸildi ama maÄŸdurlar bizzat anlatmaya baÅŸladılar. Ä°fÅŸalara baÄŸlı olarak müessif bir olay gerçekleÅŸti ve adı Ä°htiyar Kitabevi ile özdeÅŸleÅŸen yazar Ä°brahim Çolak intihar etti. Bu intihar yüzyıllarca sürmüÅŸ cadı avlarının tersine çevrildiÄŸi hissi uyandırdı. Bir tür “recm” gerçekleÅŸtiÄŸinden söz edenler de oldu. Bunun ne anlama geldiÄŸi kuÅŸkusuz düÅŸünmeye deÄŸmeli: “Ben mi yol açtım, odalara mı kapanmalıydım? Niye hep benim başıma geliyor?”
Kendini suçlamayla geçen yılların biriktirdiÄŸi öfkeyle ifÅŸa dalgası arasında bir baÄŸ var. Feminist söylemler, kentlileÅŸmenin getirdiÄŸi parçalanma ve dağılma, böylelikle yeniden oluÅŸan gruplaÅŸmalar, sosyal medyanın saÄŸladığı kolaylık ve etki gücü konuÅŸmaya cesaretlendirirken, suçu ve suçluluk hissini yeniden tanımlamaya yardım ediyor. Sosyal medya ifÅŸaya bir tür anonim cesaret kazandırıyor ama riskleri açık. Genelleme, yanlış veya acele hüküm, acı sonuçlar verebiliyor; rövanÅŸ talebine zorlayan duygusal tepkiler, tek başına adaleti tesis etmez.
Tarana Burke (ortada)
Taciz yeni bir olgu deÄŸil ama eskiden hasıraltına itiliyordu, bir yüzleÅŸme açısından konuÅŸulması olumlu. GeçmiÅŸ toplumlar hayal ettiÄŸimiz gibi mükemmel deÄŸillerdi, tersine, zayıf ve güçsüzün suskunluÄŸu üzerinden saÄŸlanıyordu beka ve güvenlik. Antik Yunan ÅŸehrinde namuslu kadın, evin üst katında kız çocuklarıyla yaÅŸarken alt kattaki salonda ev sahibi kocası misafirleri ve “kötü” kadınlarla eÄŸlenirdi; Richard Sennett Ten ve TaÅŸ’da anlatmıştı. Namus kadının namusuydu, erkek ise “eril faillik” özrünü kullanmasına hiç ihtiyaç duymadan gönlünce yaÅŸardı. Sonuçta böyle bir hayat tarzı kimi kadınlara kutsiyet bahÅŸederken kimilerini de damgalıyor. Kadınlar atılan çamurların izleriyle dışlanırken özel erkek âlemlerinde eÄŸlence unsuru oldu, kapatıldı, bir iddiayla recmedildi. Binlerce yıldan beri birikmiÅŸ bir acı uÄŸultusu var, bu da pek çok kadının benliÄŸinde bir yanlış anlaşılma korkusu oluÅŸturur. Vahyin uyarıları dönem dönem etkili olsa da zaman içinde güç sahipleri tarafından yeniden oluÅŸturuluyor eski nizam, yer yer dinî sembollerin kılıfı arkasında.
Ä°slam kadına seçme hakkı tanıdı, her ÅŸekliyle, miras ve kamusal faaliyet hakkını da verdi, böylelikle sırf geçindirilme esasına dayalı, dolayısıyla istismarı kolaylaÅŸtıran bir güçsüzlüÄŸü pekiÅŸtiren bir sistemin boyunduruÄŸundan kurtulabilirdi kadınlar. “Haram” ve “tesettür” kadının kapatılmasını deÄŸil güvenlik içinde olmasını gösterirdi. Böyleyken Peygamberimizin (sav) eÅŸi Hz. AyÅŸe bile Ä°fk Vakası’yla iftiraya maruz kaldı. Her ÅŸey nasıl bu kadar rahatlıkla yanlış yorumlanabilir? Hz. AyÅŸe, teslim olmadı iftiralara ve vahiyle aklandı. Bir kadının kamusal vakarı, Lacan’ın kulakları çınlasın, babasının ona gösterdiÄŸi muamele, biçtiÄŸi rolle biçimleniyor. Çıkar odakları da o kadar kolay vazgeçmiyor. Germaine Tillion Harem ve Kuzenler’de anlattı: Özellikle Akdeniz’in iki yakasında toplumlar Ä°slam’ın kadına tanıdığı miras hakkını iptal ederken tersine hicabın kurallarını sertleÅŸtirerek kadının daha da kapatıldığı bir düzen oluÅŸturdular.
Sanayi devrimiyle çoÄŸalan modern ÅŸehirler çok daha güvenli ve saygın ortamlar sunmadı kadınlara, ama hiç deÄŸilse tahsil görüp meslek edinmelerinin önünü açtı. Beri taraftan kamusal alanlar ne DoÄŸu’da ne Batı’da kadını, anne niteliÄŸiyle dikkate alarak tasarlandı.
Antik Yunan geleneÄŸi açık örtük sürüyordu. Zorba, muhteris ve muktedir erkeklerin tanımladığı ÅŸehirlerde kadınlar, göçmenler, engelliler ve yabancılar kendilerini güvende hissedemezlerdi, buna önem verilmiyordu. Filtre ve mâniaları aÅŸan kadınlar ya yaralanır ya da yaralardı. Åžehirler, oturmuÅŸ muaÅŸeretlerin yoksunluÄŸunda hele bu anlamda bir cangıl. Elbette iffetsizlikle suçlanma tehdidi sürüyor. Çalışan kadın bazen “bacı” gibi muti davranarak himaye arar veya erkeksi bir tutum benimser, herhangi bir yanlış anlamanın kurbanı olmamak için. Muhsin ErtuÄŸrul filmlerinde nahif aile kadınları kamusal bir karşılaÅŸmanın tatlı diline aldanır veya bastırılmış heva ve hevesleriyle, bir kolyeyle kandırılarak sokaÄŸa düÅŸerler. “Hayat adamı” bir övgüyken “hayat kadını” iptal edilmiÅŸ, asla geri kazanılamayacak namuslu bir hayatı imlerdi, imler.
Ayakta kalmak için entrikaya mahkûm edilmek acıklıdır, ancak, asla silinmeyecek bir namus lekesi sürülüp de düÅŸkün bir ömür sürmeye mecbur edilmenin olaÄŸanlaÅŸması insanlığın büyük vebalidir. Bir insanı bir aldatışla damgalayıp hayattan düÅŸürmek ve günah labirentlerine kapatmak hangi saÄŸlam gerekçeyle bu kadar hafife alınabilir? Binlerce, yüzlerce yılın yaÅŸanmamış ahları var, damgalanmayla pekiÅŸen bir günahkârlığın hücresine mahkûm edilen kadınların. Standart dışı, aykırı meÅŸgaleleri olan, annelik sorumluluÄŸu ve “ÅŸefkat” hissinin ÅŸifalı bitkiler peÅŸinde koÅŸmaya sevk ettiÄŸi kadınlar Avrupa’da “cadı” suçlamasıyla yakıldılar. Osmanlı topraklarında da her ÅŸey dört dörtlük deÄŸildi. Kadın, aileyle tarif bulur ve ancak aile evinin dört duvarı arasında kendini güvende hissedebilirdi.
Fakat yine de, Ä°stanbul’un merkezinde, ÅžiÅŸli’de bir konakta yaÅŸayan Ä°hsan Raif Hanım bile, kelimelere bütün hâkimiyetine raÄŸmen, 1890 yılında, daha 13 yaşındayken, kendisini kaçırmaya teÅŸebbüs eden tanımadığı yaÅŸlı bir zorbayla evlenmek zorunda bırakıldı, nazır babası tarafından. Burada Åžeriat’ın nasıl bir onayını bulabilirsiniz?
Ä°slam iffet ve namus konusunda kadın ve erkek arasında ayrım yapmaz, buna raÄŸmen Müslüman toplumlarda namus ve iffetin sorumluluÄŸunu kadına yükleme ve genel namus görüntüsü açısından da kadını cezalandırma eÄŸilimi ne yazık ki ortadan kalkmış deÄŸil. Ä°ran’da 13 yaşındaki kız çocuÄŸunun başını orakla biçti babası, el âlem sözü yüzünden. Pakistan’da 2002 yılında Mukhtaran Bibi isimli 30 yaşındaki kadının başına gelenler dehÅŸet verici: KardeÅŸinin yaÅŸadığı gayrimeÅŸru iliÅŸki üzerine ihtiyarlardan oluÅŸan köy meclisi, cezayı bu genç kadına ödettirdi. Birkaç erkekle aynı odaya kapatılıp tecavüz edilmesi için ortam hazırlandı, tecavüzün ardından da çırılçıplak sokaÄŸa atıldı genç kadın. Neticede nereye sığınır veya sığabilirdi? Dönemin yöneticilerinin saÄŸladığı pasaportla, kendisine Glamour dergisi tarafından “Yılın Kadını” ödülü verilecek olan ABD’ye gitti.
Bizler ise bir leke düÅŸmesin toplumsal benliÄŸimize diye benzeri yaraları kapitalizmle, sekülerleÅŸme ve moderniteyle izah ediyoruz öteden beri. Tamamen yanlış deÄŸil bu açıklamalar, ama kendimizle ilgili tespitler eksik, o zaman da bir faydası olmuyor analizlerin. Bir yüzyıldan beri Musa Carullah gerçekçiliÄŸini deÄŸil Said Halim PaÅŸa’ya has seçkinci terkipleri yeÄŸledik. Bir hazırlığımız yoktu, tersine, hazırlıksızlığımız onur kırıcı karşılamalarla terbiye edilmek istendiÄŸi için ret gerekçeleriyle dolup taşıyordu benliÄŸimiz. Oysa yapılması gereken her ÅŸeyden önce mevcut durumun açık bir tasvirini yapmak. Haddizatında sanat ve edebiyat bu tasviri daha doÄŸru bir ÅŸekilde gerçekleÅŸtirmeye yardım ettiÄŸi ölçüde hayata karışmakta.
Ahlaki meselelerimiz alanında çare aramak bir yana örtbas ederek durumu idareyle yetiniyor ve yeni kuÅŸakların kadın meselelerini merkeze alan ahlak içerikli soru ve itirazlarının oluÅŸturduÄŸu dalgayı kuÅŸkuyla karşılıyoruz. Bu, masumu ayırt etmeyi önemsemeyen sert bir dalga, buradan da bir arınma, bir katharsis umulmaz; bir insanın bile haksızlığa maruz kalması büyük bir sorumluluk demek.
Mukhtaran Bibi
Cadı avları korkutucuydu, tekrarı da endiÅŸe uyandırıyor. BirikmiÅŸ acıların hıncı kendini ifade etmekte yetersiz kalana da sergiliyor ÅŸiddetini. Yüzyılların ezilmiÅŸliÄŸini haklı sorularla tartışarak kadın hakları alanında önemli kazanımlar gerçekleÅŸtirmiÅŸ olan feminizm bile araçsallaÅŸtırıyor bu sert dalganın akışında. Söz kargaÅŸası oportünistlere sıçrama alanları açıyor. Adalet arayan savaÅŸçıyla ganimet peÅŸindeki çapulcu karışıyor. Aradığınız adalet deÄŸilse hangi cümleyi kurarsanız kurun tutarlı olamıyorsunuz. Serinkanlı bir hesaplaÅŸmaya ve adalete mugayir bir rövanÅŸizm öylesine yanılsamalara açık bir olgu ki borçlu müflis dahi kendini alacaklı yerine koymanın yollarını bulabiliyor. Bir zarurete binaen kabul gören “Kadının Beyanı” olgusu, maksadını aÅŸan iddiaların ortamında sorguya açılıyor. Bundan en çok zarar görecek olan da beyanıyla canını kurtarması mümkün olan kadınlar elbette.
Mahremiyet boÅŸ bir kurallar öbeÄŸi, “haram”ların hududu da Rabbin kuluna zulmü deÄŸil. Sınırları aÅŸmak her zaman özgürleÅŸtirici olmadığı gibi, kapanmak da her zaman iffetlilik anlamına gelmemekte. Mesafeler ve karşıtlıklar üzerine düÅŸünmek için acı çekmemiz gerekmiyor ille de...
Mesafeler zaman ve mekân deÄŸiÅŸtikçe hep yeni ayarlar ister. KentlileÅŸmek, mesafe ölçülerini yeniden oluÅŸturmak da demek. BaÅŸörtülü kadınlar bu konuda bir hayli tecrübeli, ne de olsa baÅŸörtü yasaklarına raÄŸmen tesettürde dile gelen deÄŸerlerin temsiliyle, kamusal mesafeler konusunda bir bilinç kazandılar.
Bacıdan Bayana kitabının ilk metinlerini 90’ların ortalarında, cemaatten kamuya hazırlıksızın geçiÅŸin ilk sorularına cevap aramak için yazmıştım. Kendi deÄŸerlerimize göre tasarlanmamış bir kamusal alana özgü bir muaÅŸereti nasıl tesis edebiliriz? Kadınların artık bir “sofası”, “avlusu”, erkeklerin kahvesi kıraathanesi yok. Kapalı uzamlar muhasebe ihtiyacını pekiÅŸtiriyor. Sıkıştırılmış gergin ifadeler sosyal medyada arıyor muhatabını.
Sorun köylülük deÄŸil, ÅŸehirliliÄŸi öÄŸrenmek de deÄŸil sadece, mesafe ölçülerini yitirmek. Mahalle kültürü, adabı, kadının çalışma hayatında yer aldığı metropolde nasıl yorumlanacak? Bir kadının tacize açık olduÄŸu için iÅŸte o ÅŸekilde giyindiÄŸi ve davrandığı, “mahallede” bırakılmış olması gereken bir zan. Daha önemlisi karşımızdaki insanı neyin rahatsız edeceÄŸine dair bir tasavvurumuz yoksa, bunu önemsemiyorsak, nasıl medeni olabiliriz ki… Taciz, baÅŸka bir benliÄŸe bir saldırı, bir yaÄŸma, bir tür haydutluk.
Dijital teknoloji ve sosyal medya, mahalle ölçeÄŸini tarumar eden bir sınav alanı. Kime nasıl mesafe konulacağı bilinmediÄŸinde ne mahremiyet gerçekleÅŸiyor ne kiÅŸilik geliÅŸiyor. Mütedeyyinler açısından üçüncü kiÅŸi bir mesafe bildirimidir, ancak ÅŸehir beklenmedik geliÅŸmelere açık bir karşılaÅŸma alanı. Mahremiyet duyarlığı deÄŸiÅŸen zaman ve mekânda anlam kazanacak ÅŸekilde nasıl tesis edilecek? Åžehrin eÄŸitimi süreklidir. Sorunlarımızı tartışmak yerine örtbas ederek de derin yaralar almaksızın bir kamusal dil ve muaÅŸeret edinmemiz olası deÄŸil. Tevbe Suresi’nde geçtiÄŸi ÅŸekilde mümin kadınlarla mümin erkeklerin birbirinin velisi olma sorumluluÄŸu, kamusal alan karmaÅŸasını yeniden düÅŸünmede nasıl bir rol oynayacak? Sivil toplum daha canlı olsa, kuÅŸkusuz maÄŸduriyetler sözün muhatabını tanınmaz hâle getiren bir uÄŸultu içinde çığırından çıkarıldığı sosyal medyada deÄŸil kamuda konuÅŸulurdu.
Müellif: Cihan AktaÅŸ / Kaynak: Nihayet Dergi
Henüz yorum yapılmamış.