Sosyal Medya

Gökhan Özcan: Rutine dönen hayatlarımız

Günler, sanki hepimiz yürüyen bir bandın üzerindeymişiz ve o bant bizi her gün aynı noktalardan başka aynı noktalara taşıyormuş gibi alışılagelmiş ve durağan bir şekilde geçiyor.



“Ä°yi ki vaktiyle birileri günlere birbirinden farklı isimler vermiÅŸ” dedi yanındakilere, “yoksa onları birbirinden nasıl ayıracağımızı bilemeyebilirdik biz bugün!”
 
Çok zamandır yeni bir güne uyanmıyoruz. Uyanıyoruz tabii ama her yeni gün üç aÅŸağı beÅŸ yukarı bir önceki günün, günlerin sürprizsiz bir tekrarı olduÄŸundan yeni bir güne uyanma hissini neredeyse hiç yaÅŸamıyoruz. Günler, sanki hepimiz yürüyen bir bandın üzerindeymiÅŸiz ve o bant bizi her gün aynı noktalardan baÅŸka aynı noktalara taşıyormuÅŸ gibi alışılagelmiÅŸ ve duraÄŸan bir ÅŸekilde geçiyor. Hayat bize bir sürpriz yapmazsa bu rutin deÄŸiÅŸmiyor hiç. Bizim hayata, kendimize, beraber yaÅŸadığımız baÅŸka insanlara küçük de olsa bir sürpriz yapma ihtimalimiz kalmadı hiç! Bu hepimiz için böyle; çünkü aynı ezberi, aynı kalıba dökülmüÅŸ yaÅŸantıları, aynı sürprizsiz rutini yaşıyoruz hepimiz. Neredeyse hiç itiraz etmeden, ufacık da olsa bir ÅŸeyleri deÄŸiÅŸtirmeye, ucu açık hale getirmeye hiç çalışmadan!
 
Yürüme bandından her indiÄŸimizde ayakta kalmanın aslında ne kadar büyük bir dikkat ve çaba gerektirdiÄŸini farkederiz. Yürüyebilmek için bundan da fazlası gerekir üstelik.
 
J. G. Ballard’ın ‘Çarpışma’sından geçmiÅŸe ve geleceÄŸe ne yaptığımıza dair acıtıcı tespitler: “GeçmiÅŸ, bugün ve gelecekle ilgili kavramlarımız gün geçtikçe kendini yenilemeye zorlanıyor. Tıpkı geçmiÅŸin, toplumsal ve ruhsal anlamda, HiroÅŸima’ya ve nükleer çaÄŸa yenik düÅŸtüÄŸü gibi, gelecek de doymak bilmeyen bugün tarafından yutularak yok oluyor. GeleceÄŸi, sanki yalnızca önümüze sunulan çok çeÅŸitli seçeneklerden biriymiÅŸ gibi bugüne ekledik. Seçme ÅŸansımız artıyor; yaÅŸam biçimleri, geziler, cinsel roller ve kimliklerle ilgili her türlü isteÄŸin, her türlü olabilirliÄŸin anında doyurulduÄŸu, bebeksi bir dünyada yaşıyoruz”
 
‘Dokunaklı’ olduÄŸuna kanaat getirdiÄŸimiz hemen her ÅŸeyi hazır biçimde alıp kullandığımızın farkında mıyız? Kendimize ait olduÄŸunu sandığımız ifadeler bile aslında çok tekrar edilmiÅŸ söz kalıplarının azıcık rötuÅŸlanmış ruhsuz tekrarlarından ibaret. Ä°nsanın dokunaklı bir ÅŸeyler söyleyebilmesi için bir ÅŸeylere gerçekten dokunabiliyor olması, bu hissiyatı iyi kötü tanıyor olması gerekiyor çünkü. ‘Dokunmak’ fiilinin muhtevasını adı konmamış bir ittifakla seyreltmeye rıza göstermemizin, anlamını ‘tensel temas’a kadar indirgememizin üstünden çok zaman geçti. Biz sadece, elimizle, parmağımızın ucuyla, tenimizin bazı noktalarıyla dokunuyoruz artık. BeÅŸ duyunun dışında kalan dünyaya nasıl dokunacağımıza dair bildiklerimizi de gün gün unutuyoruz büyük bir hızla.
 
“Bu denli dikkatli yaÅŸamış olan ben, hayat üzerine ne biliyordum? Kim, ne kazanmış, ne kaybetmiÅŸ, sadece hayatın başına gelmesine izin vermiÅŸti? Kimin olaÄŸan hırsları olmuÅŸ ve onların gerçekleÅŸmemesiyle çok çabuk uzlaÅŸmıştı? Kim incinmekten kaçınmış ve buna hayatta kalma yeteneÄŸi adını vermiÅŸti? Kim faturalarını ödemiÅŸ, herkesle olabildiÄŸince iyi geçinmiÅŸ, kimin için kendinden geçme ve umutsuzluk sözcükleri bir zamanlar romanlarda okunmuÅŸ sözcükler olarak kalmıştı sadece? Kimin kendini kınayışları gerçekte hiçbir zaman acı vermemiÅŸti” diye soruyor Julian Barnes, ‘Bir Son Duygusu’nda.
 
Bir de ÅŸunu düÅŸünün; bildiÄŸi son sayının ardından boÅŸluÄŸa düÅŸen bir zihin ne hisseder?
 
“Bunca yorgunluk nereden?” diye sordu beyaz saçlı adam, “hem de hiç mesafe almadan!”
 
YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.