Sosyal Medya

Taha Kılınç: Rachel Corrie ve vicdan tesadüf değildir

Rachel Corrie’nin sarsıcı öyküsünü “vicdan tesadüf değildir” cümlesiyle özetliyorum ben. Vicdanın bulunduğu bir sine, aynı zamanda bozulmamış bir fıtratın da işaretidir. Daha 10 yaşındayken dünyanın uzak bölgelerindeki aç çocuklar için dertlenirken de Rachel’i yönlendiren vicdanıydı, ömrünün baharında göğsünü işgalin buldozerine siper ederken de…



“Ben, diğer çocuklar için buradayım. Buradayım, çünkü onları önemsiyorum. Buradayım, çünkü her yerde çocuklar acı çekiyor. Her gün 40 bin insan açlıktan ölüyor. Buradayım, çünkü o insanların çoğu çocuk. Şunu anlamak zorundayız: İhtiyaç sahibi insanlar etrafımızda ve biz onları görmezden geliyoruz. Bu ölümlerin önlenebilir olduğunu da anlamak zorundayız. Anlamalıyız ki Üçüncü Dünya ülkelerindeki insanlar da tıpkı bizim gibi düşünür, endişe duyar, güler ve ağlar. Anlamalıyız ki onlar bizim rüyalarımızı görüyor, biz de onlarınkini. Ve yine anlamalıyız ki onlar bizler, biz de onlarız. Benim hayalim, 2000 yılına kadar dünyada açlığı sona erdirmek. Hayalim, fakirlere bir şans vermek. Hayalim, her gün ölen 40 bin insanı kurtarabilmek. Eğer hepimiz geleceğe bakıp orada parlayan ışığı görebilirsek, bu hayalim gerçekleşebilir. Ve gerçekleşecek de. Açlığı görmezden gelirsek, o ışık ortadan kaybolacak. Eğer yardımlaşır ve birlikte gayret gösterirsek, o ışık da yarının umuduyla büyüyecek ve özgürce parlayacak.”
 
Dün, Amerikalı aktivist Rachel Aliene Corrie’nin, 16 Mart 2003’te bir İsrail buldozeri tarafından ezilerek öldürülmesinin 18’inci yıldönümünde, yukarıdaki konuşmasını bir kere daha dinledim. Rachel, Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’nun (UNICEF) 12 Aralık 1989’da düzenlediği “Dünya Çocuklarının Durumu” konferansında söz alarak bu konuşmayı yaptığında, henüz 10 yaşındaydı. Ancak sözleri, sanki bir yetişkinin ağzından çıkıyormuşçasına güçlüydü ve etkiliydi.
 
Rachel Corrie, ABD’nin kuzeybatı köşesindeki Washington eyaletinin başkenti Olympia’da, orta sınıf bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Lise yıllarından itibaren sosyal sorumluluk projelerine dâhil olan Rachel, bu çalışmalarda aktif biçimde görev alabilmek için okulunu bile dondurdu. Bir yandan ihtiyaç sahipleriyle ilgilenirken, diğer yandan da uluslararası insanî faaliyetler yürüten kişi ve oluşumlarla temaslar kurdu. Bu çerçevede, İsrail işgali altındaki Filistin topraklarında yaşananlar da Rachel’in radarına girdi. Ekonomik anlamda rahat şartlarda büyümüş, liberal bir Amerikan ailesinin kızı olarak, Filistinlilerin karşılaştığı haksızlıklar Rachel’i derinden etkiledi. Ve 20’li yaşlarının başında, yolunu Ortadoğu’ya düşürdü. Olan-biteni yerinde görecekti.
 
Filistin’de, kendisi gibi dünyanın başka bölgelerinden gelmiş olan aktivistlerle tanışan Rachel, onlarla birlikte İsrail işgaline karşı direniş faaliyetlerine bizzat katıldı. İşgal altında yaşamlarını sürdürmeye çalışan ailelerle omuz omuza verdiler, seslerini dünyaya duyurmaya çalıştılar; onların sofralarına oturdular, ekmeklerini bölüştüler, adeta onlardan biri gibi oldular. Rachel bu süreçte Arapça öğrenmeye de başladı. Onu tanıyan herkes çok seviyordu, onun Filistinlilere olan sevgisi ise coşkun bir ırmak gibiydi ve içten pazarlıksızdı. Ünlü fotoğraflarından birinde, misafiri olduğu Filistinli aileyle birlikte bir üzüm çardağının altında otururken poz veren Rachel, başında sıkıca örttüğü başörtüsüyle ve mahcup gülümsemesiyle görülüyor.
 
Ve trajik son… Gazze’nin güneyindeki Refah’ta, Filistinlilerin evlerini yıkmaya hazırlanan bir İsrail buldozerinin önüne tek başına dikilen Rachel Corrie, elindeki megafonla sürücüyü uyarmaya ve eyleminden vazgeçirmeye çalışırken, dev bir canavarı andıran makinenin paletleri tarafından ezildiğinde henüz 23 yaşındaydı.
 
Corrie’yi gözünü kırpmadan öldüren buldozer operatörü, Rusya’dan İsrail’e göç etmiş bir Yahudi’ydi. Bu ilginç ayrıntı, olayı daha da absürt hale getiriyordu. İşgal edilmiş bir toprağa binlerce kilometre mesafeden göçüp yerleşen kalpsiz bir adamla, ta ABD’den kalkıp gelerek bu işgali durdurmak için çabalayan vicdanlı bir kızcağız, karşı karşıya kalmıştı. Operatör, kendisine verilen emri şuursuzca yerine getirmek için boş gözlerle hedefine ilerlerken, megafonuyla sürekli konuşan kız, onu durdurabileceğini sanacak kadar nahif ama kararlıydı. Görünürde “kazanan” buldozerin soğuk çeliğiydi, ama Rachel haksızlığa isyanın güçlü bir sembolü olarak milyonların şuuraltına kazınmıştı.
 
Rachel Corrie’nin sarsıcı öyküsünü “vicdan tesadüf değildir” cümlesiyle özetliyorum ben. Vicdanın bulunduğu bir sine, aynı zamanda bozulmamış bir fıtratın da işaretidir. Daha 10 yaşındayken dünyanın uzak bölgelerindeki aç çocuklar için dertlenirken de Rachel’i yönlendiren vicdanıydı, ömrünün baharında göğsünü işgalin buldozerine siper ederken de… Ve vicdanın varlığıyla yokluğu, “insan” olmakla olmamak arasındaki o incecik sınırı belirleyen şeydi.
 
Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.