Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

İlericilik–gericilik denkleminde darbeler ve aydınlar

21. asırda küresel egemenler kendi sistemlerine boyun eğmeyen ülkeleri dize getirmek için klasik ya da post modern darbeler hazırladıkça, yeryüzünde bağımsız kalmayı şiar edinmiş milletler de bu kirli hamlelere karşı onurlu karşı hamleler geliştirme çağına girmiş bulunmaktalar.



GeçtiÄŸimiz günlerde Venezuela bir askeri darbe atlattı. Amerika’dan yönetildiÄŸi gün gibi aÅŸikar olan bu politik hadise yakın ve uzak tarih açısından çok ilginç benzerlikler taşımakta. Yakından uzaÄŸa doÄŸru gidersek, ülkenin seçilmiÅŸ meÅŸru devlet baÅŸkanı Maduro’nun, millî iradeyi korumak için halkı sokaklara davet etmesi bize çok tanıdık gelen bir sesleniÅŸti. Zira yine uzaktan kumandası Amerika’da olan 15 Temmuz darbe giriÅŸimini de ülkenin meÅŸru devlet baÅŸkanı Recep Tayyip ErdoÄŸan halkı millî iradeyi korumak için ÅŸehirlerin meydanlarına davet ederek âkim bırakmıştı. Son Venezuela hadisesi gösteriyor ki, Türkiye 20. asrın başında olduÄŸu gibi 21. asrın başında da yeryüzünün tüm mazlum milletlerine bağımsızlık konusunda model olmayı sürdürmeye devam etmektedir.  Yakın tarihteki bu iki benzer olay bizi baÅŸka bir tespit yapmaya da zorluyor. Artık çok net olarak anlıyoruz ki,  21. asırda küresel egemenler kendi sistemlerine boyun eÄŸmeyen ülkeleri dize getirmek için klasik ya da post modern darbeler hazırladıkça, yeryüzünde bağımsız kalmayı ÅŸiar edinmiÅŸ milletler de bu kirli hamlelere karşı onurlu karşı hamleler geliÅŸtirme çağına girmiÅŸ bulunmaktalar. Yani artık kitleler maksadı seziyor ve oyunu bozuyor. 
 
PeÅŸin hüküm vermek gerekirse evet bıçak keskin bunu kabul ediyoruz ama mesele ekmeÄŸin de neden yumuÅŸak olduÄŸunu sorabilme gerçekçiliÄŸini göstermek gerekiyor. Yani küresel egemenler güçlü ve türlü karanlık oyunlar çevirebiliyorlar fakat bu oyunların sahnelendiÄŸi coÄŸrafyaların ahalisi de çoÄŸu kez bu oyunların tuzağına düÅŸmekteler. Küresel egemenlerin kendilerinin emir eri gibi gördüÄŸü milletlerin ve devletlerin dik durma azmini nasıl kırmaya çalıştığına bilhassa kendi beldemiz üzerinden yakın plan bakalım. 
 
Türkiye’de olup bitenleri hatta olacak olanları anlamak için tarihi olayların akışını takip ederek kendi bünyemizin güçlü yanlarını ve yumuÅŸak karnını zihinsel bir keÅŸifle etraflıca ortaya koymak gerekmektedir. 
 
Daha kolay anlaşılması bakımından ekonomik anlamda teslim alınışımızın tarihi olan 1838 Balta Limanı Ticaret AntlaÅŸması’nı ve idari anlamda Batı karşısında maÄŸlubiyeti resmen kabul ediÅŸ tarihimiz olan 1839 Tanzimat Fermanı’nı kabul edersek 200 yıla yaklaÅŸan bir süredir millet olarak en büyük derdimizin Batı karşısında var olma mücadelemiz olduÄŸunu söylemek abartı olmayacaktır. 
 
Fakat bu süreçte itiraf etmeliyiz ki Osmanlı’yı teslim alan Batı, ciddi bir çalışma ile Osmanlı bünyesinin yumuÅŸak karnını tespit edebilmiÅŸti. Tüm 19. Asır boyunca da Devlet-i Aliye tam buradan vuruldu. Nasıl mı? 
 
Batı toplumları gibi birbiriyle itiÅŸip kalkışan sosyal sınıflardan oluÅŸmadığı için Batı, kendisi karşısında irade ortaya koymasını önlemek için Osmanlı bünyesinin maddi anlamda parçalanması ve zihnen felç olması için iki nokta seçti: Ayrılıkçı hareketleri kışkırtma ve aydınları esas meseleyi gizlemek için kullanma. 
 
Kullanışlı ayrılıkçılar 
 
Batılı güçler, öncelikle tüm dikkatlerini Osmanlı beldelerini kendi açık pazarı haline getirmek için öncelikle yüzyıllardır imparatorluk sınırları içinde kültürel varlıklarını koruyarak yaÅŸayan etnisitelere verdiler. 
 
ÖrneÄŸin Batı kışkırtması ve desteÄŸiyle imparatorluk bünyesinde yaÅŸayan Balkan milletlerinin oluÅŸturduÄŸu milli kurtuluÅŸ hareketleri aslında basbayağı Batı’ya baÄŸlı satın alınmış komitalarca yürütüldü. Casusluk, sabotajlar, suikastlar ve soygunlarla basbayağı eski dönemin eÅŸkıyalarının özgürlük savaÅŸçıları olarak yaldızlanmasından baÅŸka bir ÅŸey olmadığı apaçık görülmektedir. 
 
Bu konuda başı çeken ABD’nin kendisine Roma Ä°mparatorluÄŸu’nu model aldığı da gizli saklı deÄŸildir. Zira Romalılar yeryüzünden silmek istedikleri düÅŸmanları Kartaca Devleti’ne saldırmak için bahane aradıklarında ilk hamle olarak Kartaca’da yaÅŸayan muhalif toplulukları kışkırtma taktiÄŸini kullanmışlardı. Kartaca’nın yıkım süreci muhalif Numidyalıların Kartaca’ya karşı ayaklandırılmasıyla baÅŸlamıştı. 
 
Osmanlı örneÄŸinde de böyle oldu. XIX. Asırda önce Sırplar ardından Rumlar ve Ermeniler derken Arnavut ve Araplara kadar uzanan ayrılıkçılar ayaklandırıldı ve Osmanlı idaresi iki ateÅŸ arasında bırakıldı. 
 
DoÄŸu yaÄŸmasında aydınlar 
 
Batı’nın DoÄŸu yaÄŸmasının biricik seddi olan Osmanlı Devleti’ni yıkması için açması gereken bir cephe daha vardı. O da ikinci bir muhalif kanat oluÅŸturmak. Bunun için de Osmanlı aydınlarını kullandı. 
 
Yakın tarihimizde Osmanlı aydını ve hatta Cumhuriyet Türkiye’sinin aydınları hep aynı ÅŸeyi tekrarlayarak kelimenin tam anlamıyla Batı’nın devÅŸirmesi rolünü oynamışlardı. Neydi yaptıkları? Sürekli olarak Batı’dan yarım yamalak kalıplar aktarmak, kendi gerçekliklerinden bihaber çözümlemelerde bulunmak. 
 
Bu sebeple ne Osmanlı dönemindeki Tanzimat’ı ilan ettirmeleri, Kanun-u Esasi’li yeni bir yönetim kurma hamleleri ne de Cumhuriyet döneminde sol bir sosla servis ettikleri Batıcılık fikirleri sadra ÅŸifa olmadı. Cemil Meriç’in sözleriyle bu zümreyi tanımlayacak olursak;  efendisinin ilaçlarını çalıp içen ahmak uÅŸaklara benzemekteydiler. Bu yetersizliÄŸin çok önceden farkına varan Mithat PaÅŸa ÅŸöyle bir tespitte bulunmuÅŸtu: “Bizim millet arasında ciddi bir ıslahatı yapmak için askeri sınıfın başında olanların emrinde olmak ÅŸarttır. Çünkü bu zümre elde edilmeyince hiçbir ÅŸey yapılamaz.” 
 
Hürriyet getirmek için Batı’dan aktardıkları yarım yamalak formüllere ahalinin yüz vermediÄŸini görünce bu iÅŸi süngü sahiplerine yaslanarak çözmek kolaycılığı aydınlarımıza daha cazip gelmiÅŸti. Bunun en bariz örneÄŸi 1960’lı yıllarda kendisini sol ve özgürlükçü olarak tanımlayan ama söylemlerinden buram buram darbecilik tüten “Yön” hareketinde çok bariz olarak ortaya çıkmıştı. 
 
 
Batı’nın çok sevdiÄŸi bu aydın tipi devletin ve milletin asıl meselesini çarpıtarak gizlemek için çok kullanışlıydılar. Zira garpzede Türk aydınları Batılı orta sınıf yaÅŸamını taklit ederek “ilerici” olacağımız gibi garip bir iddiayı bayraklaÅŸtırdı. Åžampanya içmek, pahalı giysiler giymek ve kulüplerde dans etmek hep ilericilik olarak idealleÅŸtirildi. 
 
Tanzimat memurları
 
Halk ise üretimden ve kendi kimliÄŸinin dinamiklerinden kopuk bu tabloya uymaktan kaçınınca “Bizim millet cahil efendim” diyorlardı. Günümüzde de çok sık tekrarlanan bir sloganı tekrarlıyorlardı: EÄŸitim ÅŸart! 
 
Burada eÄŸitimden kasıt bildiÄŸimiz anlamda eÄŸitim deÄŸildi. Yani çaÄŸdaÅŸ araçlarla bir bilgi üretimi anlamında deÄŸildi bu eÄŸitim vurgusu. Basbayağı Batılı orta sınıf gibi yaÅŸam tablosuna ahaliyi koÅŸullandırma metodu olarak istenen bir ÅŸeydi. Ä°ÅŸte aydınların ortaya attığı bu çarpık; ilericilik–gericilik denklemi, Batı emperyalizminin sömürü saldırılarının oluÅŸturduÄŸu çekiÅŸmeyi örten, buraya yönlendirilmesi gereken millî enerjiyi ziyan zebil eden bir hedef saptırma aracı olarak Batılı egemenler için çok kullanışlı bir enstrümandı. 
 
Aslında tarihin Türk milletinin omuzlarına yüklediÄŸi iki zıtlaÅŸma mevcuttur. Birincisi yukarıda bahsedildiÄŸi üzere Batı ve Türk çekiÅŸmesidir ki dış eksen budur. Ä°kinci çekiÅŸme ise iç eksendir. Yani ahali ve bürokrasi çekiÅŸmesidir. Burada bürokrasiden maksat elbette bir zihniyete iÅŸarettir. Nasıl bir zihniyet mi? Åžöyle ki Demokrat Parti siyaset sahnesine çıktığında: 
 
“Ülkenin yönetimini hasolara, memolara bırakmayacağız” diyen Cevdet Kerim Ä°ncedayı gibilerin zihniyeti elbette. 
 
Zira yakın tarihimize baktığımızda 200 yıla yaklaşık bir süredir Türk toplumunun sancılı bir deÄŸiÅŸim süreci yaÅŸamıştır. Tüm bu süreçte baÅŸrolü Tanzimatçı-bürokrat zihniyet oynamıştır. Önce sosyolojiyi göz ardı ederek toplumu Batılı orta sınıfa benzetmeye çalışan, ama toplum kendi sivil iradesiyle bir tercih yapınca da bunu önlemek için elinden geleni yapan iÅŸte bu zümredir.   
 
Åžapkalı-kasketli mücadelesi 
 
Bu zümrenin sahip olduÄŸu “Hasolar ve memolara ülkeyi yönettirmeyeceÄŸiz” anlayışının bir baÅŸka canlı örneÄŸi ise Ankara valisi Nevzat TandoÄŸan’dır. Zira TandoÄŸan, “Bu ülkeye sosyalizm gelecekse onu da biz getiririz” derken Tanzimatçı-bürokrat aklın müdahaleci tutumunun bireyselleÅŸmiÅŸ halini yansıtacaktır. Onun Anadolulu kimliÄŸe ettiÄŸi hakaret ve ardından halkı sadece vergi vermeye ve askere gitmeye yarayan varlıklar olarak görmesi bu zümrenin halka nasıl baktığının açık kanıtıdır. Ä°ÅŸte bakış Nuri DemiraÄŸ’ın kapatılan uçak fabrikasından tutun da 27 Mayıs darbesiyle millet siyaseten neye yöneldiyse onun önünü kesmek için yapılan hamlelerin temelinde Tanzimatçı-bürokrat aklının kontrolden çıkan toplum kaygısı vardır. 
 
Yakın tarihimizde ÅŸapkalı-kasketli mücadelesi olarak bilinen bu gerilim Tanzimatçı-bürokrat zümreyi öfkelendirmiÅŸ ve arkasından demokrasiye karşı ardı ardına askeri darbeler gelmiÅŸtir. Böylece halktan uzak bu zümre ve ahali arasındaki çekiÅŸme sonucu boÅŸa harcanan millî enerji tarih boyunca zayıf noktalarımızdan birisi olmuÅŸtur. OluÅŸan bu yumuÅŸak karın, küresel egemenlerin sürekli gözlemledikleri bir noktadır. Zira bizi yere kapaklandırmak üzere darbe indirmek için her defasında tam da bu yumuÅŸak karnı seçmiÅŸlerdir. 
 
Sonuç olarak bugün gerek bize gerekse Venezuela’ya perde arkasından müdahale eden güçlerin hamlelerini tarih aslında bize çok iyi biçimde öÄŸretmiÅŸti. Ama bu güçlerin her defasında nasıl olup da aynı noktalardan bize hamle yaptığını anlamak için daha fazla serinkanlı bir tarih okuması yapmamız lazım sanırım.
 
 
Koray Åžerbetçi / Star Açık GörüÅŸ

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.