Sosyal Medya

Gökhan Özcan: Zihniyetin mezar taşı

Büyük harflerle konuşmayı, sözünün içini dolduramayacağı baştan belli iddialarla doldurmayı seviyoruz. “Kendini bilmeyeni kim bilsin” dedi meczup, “kendini bilene yalan dünya ne etsin!”



“Bu sözlerimle artık bu meseleye son noktayı koyuyorum” diye pervasızca böbürlendi biri. “Noktayı koyduğun yere zihninin mezar taşını da dik o vakit!” dedi sakin bir sesle diğeri.
 
Büyük harflerle konuşmayı, sözünün içini dolduramayacağı baştan belli iddialarla doldurmayı seviyoruz. Öyle olmak, en fazla ortalamanın tavanını yakalamaya muktedir kişiliklerimizi bolca süsleyip makyajlamak icap ediyor topluluk içinde. Böyle adı konmamış bir kural var sanki, herkes inanıyor böyle olması gerektiğine. Böyle olmazsa hayatın ışıklı vitrininden düşüleceği, önlerde yer tutmanın hiç imkanı kalmayacağı korkusu yer etmiş nedense içimizde. Hepimizi topluca aşağı çeken, irtifamızı topyekun düşüren bir inanış bu. Kalitenin çıtası vasata denk gelince daha yukarı fikirlere, daha derin kanaatlere, daha içli duygulara yönelebilecek her türlü arayışın kontağını kapatıyoruz. Sanıyoruz ki vasatın tavanı, yeryüzünde insanın erişeceği zirvedir ya da zirve değilse de onun etekleridir.
 
Temiz su akan sudur, dur durak bilmeyip çağlaya çağlaya mesafeler alan gümrah ırmağın suyudur. Duran duraklayan olduğu yerde kalır, belki bir vakit durulur dinginleşir bir göl gibi, ama zamanla akamayan kir dibinde balçıklaşır. Marifet akar suyun içinde dinginliği bulmaktır, yeni yeni mesafeler almaktan, ummana doğru koşar adım akmaktan bir an bile vazgeçmeden duruluğu yaşamaktır.
 
“Eğer bir bütün haline gelmek istiyorsanız, önce yarım olmaya izin vermelisiniz. Düz olmak istiyorsanız, çarpık olmayı da bilmelisiniz. Dolu olmak istiyorsanız, boş olmayı kabulleneceksiniz. Yeniden doğmak istiyorsanız, öncelikle ölmeyi; her şey sizin olsun istiyorsanız da her şeyden vazgeçmeyi bileceksiniz” diyor akıp giden sözlerinin bir yerinde Usta Lao Tzu.
 
İnsan daima eksiktir, eksik olduğunu bilirse daima bunu giderecek tecrübeyi, bilgiyi, hikmeti arar. Nice mesafeler alır bu yolda, nice derslerden nice paha biçilmez ibretler alır. Yine de öğrendiklerinin en kıymetlisi insanın daima eksik olduğunu bilmektir. Eksik olan belki aramakla tamam olmaz ama er ya da geç tamam olanın ne olduğunu bulur. Kendindeki eksikten bihaber olansa, tamam olduğunu sanmakla her gün gaflet bataklığına biraz daha batar da, boğulup gitmekte olduğunu ancak son nefesinde anlar.
 
“Bizdeki bu neticesi olmayan sevda ne güzeldir! Bizdeki bu çetin düşünce ne güzeldir! Kendi zamanımızın zararı, ziyanı biziz; kendi yolumuzdaki engel biziz. İşimizi yüzümüze gözümüze bulaştıran biziz, kendi yüzümüze aşık olan biziz. Hepimiz dünya beşiğinde çok fazla uyumuşuz, gaflet sarhoşluğuyla harap olmuşuz. Ey Allah’ım, kıyametten önce o mânâdan biraz olsun keramet göster bana!” buyurmuş Ferîdüddin Attar hazretleri, ‘Esrârnâme’sinde.
 
Bu dünya insan öğüten bir değirmendir demiş ya büyüklerimiz, doğrudur, hepimizi öğütür er geç! Bunu bilelim ki, kaderimize rıza gösterelim, tevekkül ehli olalım, ağır başlılıkla nasibimiz olana doğru ilerleyelim. Böyle yapabilirsek, öğütülmek kaderimiz bile olsa, un olur, aşa döner, kıymet buluruz. O değirmende nice öğütülen var, havailiklerinden geçemedikleri için kendilerini zayi ettiler, havaya savrulup toza dumana karıştılar.
 
“Kendini bilmeyeni kim bilsin” dedi meczup, “kendini bilene yalan dünya ne etsin!”
 
Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.