Sosyal Medya

İsmail Kılıçarslan: İnsaf

Niçin bugünkü yazıma “Kadir Topbaş ile hiç aram yoktu” cümlesiyle başladığımı sual edecek olursanız sebebi, birazdan Antalya Barosu Başkanı olacak Polat Balkan ve yine güya avukat olan Ediz Yoraz isimli “insan taslakları”na edeceğim lafların “kişisel bir yanının olmadığının” kayda geçmesini temin etmek içindir.



Rahmetli Kadir Topbaş ile hiç aram yoktu. Muktedir olduğu güçlü günlerinde de, görevden alındığı demde de kendisiyle ilgili olumlu düşünmedim hiç. Artık “ölüm, o büyük şarkı” geldiği için rahmetli ile aramın olmamasının sebepleri bende kalacak. Bende kalacak zira ölümün “hürmet edilmeye layık” bir şey olduğunu düşünüyorum. Rabbim rahmetiyle muamele buyursun, taksiratını affetsin.
 
Niçin bugünkü yazıma “Kadir Topbaş ile hiç aram yoktu” cümlesiyle başladığımı sual edecek olursanız sebebi, birazdan Antalya Barosu Başkanı olacak Polat Balkan ve yine güya avukat olan Ediz Yoraz isimli “insan taslakları”na edeceğim lafların “kişisel bir yanının olmadığının” kayda geçmesini temin etmek içindir.
 
 
Polat Balkan olacak “insan taslağı”, Kadir Topbaş’ın vefatının ardından sosyal medya hesabına “Kadir Topbaş’ın ardından Melih Gökçek’i bekliyoruz” yazdı. Ediz Yoraz olacak “insan taslağı” ise “bence Recep” diyerek cevap verdi bu çirkin gönderiye.
 
Gündelik politikanın delirttiği tipik iki örnekle karşı karşıyayız. Delirmişler, zira ölüme bile zerrece hürmetleri kalmamış. Öfkeden kudurmuş ruh halleriyle sorsanız “Tayyip memleketi çok kutuplaştırdı” diskuru çekeceklerdir size. Oysa net şekilde görülüyor ki kutuplaştırıcı, ötekileştirici leş bir tavrın pençesinde akıllarını yele vermişler.
 
Açık söylemek gerekirse, bu “insan taslakları” ile kutuplaşmayı, sonuna kadar mücadele etmeyi, “ne olacaksa olsun” diyerek dövüşmeyi “insan kalabilmenin” bir yöntemi sayarım kendi adıma.
 
Bakın bu akıl tutulmasıyla, bu delilikle mücadele etmek boynumuza borçtur. Bu vicdansız, bu insafsız, bu akılsız adamlarla tabiri caizse “çarpışa çarpışa” yaşanabilir bir ülke inşa etmek zorundayız.
 
İşin korkunç tarafı ise şu: Bu iki “insan taslağı”na sorsanız “avukatların başörtülü olmasını” adalet ilkesine aykırı bulacaklar ve buna sizi ikna etmek için bir sürü argüman üreteceklerdir. Bu delilik düzeyiyle “adalete engel olabilecek” ilk insanların kendileri olabileceğini bir kez olsun akıllarına getirme zahmetine katlanmayacaklardır.
 
“Korkutucu bir tür”dür bunlar ve bunlarla sonuna, dibine, gittiği yere kadar kutuplaşmak gerekir.
 
Bu, burada bir dursun.
 
Bir sosyal medya krizinden daha bahsedeyim size. Ayasofya Başimamı Prof. Dr. Mehmet Boynukalın, yeni anayasa süreci ile ilgili olarak kimi mesajlar yayınladı. Yeni anayasada “devletin dininin İslam” olması gerektiğini savundu.
 
Olumlu olumsuz pek çok tepki alan bu paylaşımlarda en çok ilgimi çeken tepki felsefeci Kaan Ökten’inki oldu. Ökten, “anayasanın laiklik ilkesi tartışılamaz. Bu kamu görevlisi suç işliyor” yollu şeyler yazdı.
 
Doğrusunu söylemek gerekirse “dünyadaki her şeyin tartışılabilir olduğunu”, hatta “tartışılması gerektiğini” doğal olarak düşündüğünü zannettiğim bir felsefecinin o ya da bu şekilde hiç kimseye hakaret içermeyen, teorik ve pratik şekilde suç övmeyen mesajlarını “tartışmaya kapatma çabası” beni çok, hem de pek çok şaşırttı.
 
Demek ki iş “müesses nizamı korumaya gelince” felsefecilik, filozofluk falan hava cıva…
 
Bakınız. “Anayasada devletin dini İslam yazsın” cümlesine bin türlü itiraz geliştirilebilir. Karşı çıkılabilir. Ama asli işi “özgürce düşünmeyi temin ve teşvik” olan birinin bir çeşit emekli Kemalist refleksine ilerleyivermesi tuhafıma gitti. Bu tavrı da oldukça insafsız bulduğumu ifade etmek istedim.
 
Demek ki Türkiye’de halen temel tartışma meselesi “müesses nizamın varlığını ne pahasına olursa olsun sürdürmesi”nde düğümleniyor. Filozofluk falan da bir yere kadar yani. Yeter ki o heyulaya bir halel gelmesin.
 
Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.