Sosyal Medya

Gökhan Özcan: Anlamın bozukluğu

Bir içinde büyüyen derde baktı, bir de elindeki sözcüklere... Mağlubiyeti kabullendi ve öylece sessizliğin ellerine bıraktı kendini.



Ä°nsanlar içlerindeki yaÅŸama heyecanın ateÅŸ sönmesin diye her ÅŸeyi abartıyor, sıradan hadiseleri taşıyamayacakları büyüklükte kelimelerle olduklarından çok daha önemli göstermeye çalışıyor. Koparılan yaygaraya karşılık gelebilecek cesamette bir ÅŸey olduÄŸu yok aslında yeni hayatımızda. Sıradan olmakla anlamlı ÅŸeyleri, bir olaÄŸanüstülük yaldızıyla kaplayarak olan anlamından da sıyırıp uzaklaÅŸtırıyoruz. Peki neden? Neden kendimize böyle acınası bir oyun oynuyor, önümüze çıkan her ÅŸeyi allayıp pullayıp kendimize yutturmaya çalışıyoruz. Bir panik hali aslında bu! Ä°nsana dair her ÅŸeyden mahrumiyetimizi el çabukluÄŸuyla görünmez hale getirmek bizim bütün derdimiz!
 
“Bana tutku verecek herhangi bir ÅŸeye ya da kimseye artık rastlamayacağımı biliyorum. Birini sevmeye kalkışmak, önemli bir iÅŸe giriÅŸmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriÅŸ, körlük ister. Hatta baÅŸlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiÄŸi bir an vardır. DüÅŸünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum” diye yazmış Jean-Paul Sartre, ‘Bulantı’da.
 
Belki heyecanlarımızı solgunlaÅŸtıran türden bir yorgunluÄŸun ilk belirtisi, içimizin bir yerden sonra akıp giden ÅŸeylere kendini bırakmayı artık istemiyor olmasıdır.
 
“Anladım ki,” diye mırıldandı kendi kendine, “dünyayı bir uçtan bir uca saran heyecan dalgaları artık benim kıyılarıma hiç vurmuyor.”
 
Sözcükleri hayatımızın gündelik ihtiyaçlarına göre eÄŸip büktüÄŸümüz için, bize bildiklerimizin dışında bir ÅŸey söyleme imkanlarını yok etmiÅŸ oluyoruz. Söylenen hiçbir ÅŸey, özünde çok derin, katmanlı ve ufuk açıcı bir muhteva taşıyor olsa bile, birbirimize hatırlatıp durduÄŸumuz ezberin dışına çıkaramıyor bu yüzden bizi. Anlamın kendini tamamlaması, sözcüklerin insanlara ucu açık çaÄŸrışımlarla ulaÅŸabilmesine baÄŸlı... Tekrarlayıp durduÄŸumuz her ezber, sözcükleri belli bir muhtevada katılaÅŸtırıyor ve daraltıyor. Bu kendimi sözcükler hazinesinin zenginliklerinden mahrum bırakıp, tabiri caizse anlamın bozuklukları ile idare etmemiz demek... Hayatımızdaki her ÅŸeyin bu kadar kısa zamanda bu kadar sığlaÅŸabilmiÅŸ olmasını açıklayabilecek kritik bilgilerden biri de bu olsa gerek...
 
“SözcüÄŸün dokunulabilir yüzeyinin yok edilememesinin bir tek sebebi vardır? Bu yalnızca sözcüklerin bize yalan söylüyor olmasından deÄŸildir; üzerlerine onları birbirine baÄŸlayan o kadar hesap ve anlam, o kadar kiÅŸisel niyet ve hatıra, o kadar eski alışkanlık kazınmıştır ki, yüzeyleri bir parça sıyrılsa bile hemen kapanıverir” diyor Fransız düÅŸünür Gilles Deleuze.
 
Bir de ÅŸunu düÅŸünün; ten kabuk baÄŸladığında içten içe kanamaya devam eden bir yara ne hisseder?
 
Anlamak ya da hiç anlamamak... Ä°ÅŸte hiç kafamıza takmadığımız asıl mesele!
 
Bir içinde büyüyen derde baktı, bir de elindeki sözcüklere... MaÄŸlubiyeti kabullendi ve öylece sessizliÄŸin ellerine bıraktı kendini.
 
Bazen kelimelerin boÄŸazımda düÄŸümlendiÄŸi gibi” dedi beyaz saçlı adam, “anlamlar da zihnimde düÄŸümleniyor!”
 
 
YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.