Gökhan Özcan'ın kaleminden: Kusurdöngü
“Düşüncelerimiz aynı kazanda pişen tektip bir yemek gibi” dedi beyaz saçlı adam, “ayrı ayrı servis edildiği için biz kendimizi özel hissediyoruz sadece”
Köşeli zihinlerle yaşamayı hiç değilse garipsiyorduk önceki zamanlarda, alıştık şimdi büyük ölçüde. Bunu bir yapı marketinden demonte bir mobilya alıp, kurulum kılavuzuna bakarak monte etmeye benzetiyorum biraz. Ortaya ne çıkacağı belli, seçtiğiniz hazır tasarım bir mobilya. Parçaları vida ve cıvatalarına kadar muntazaman paketlenmiş halde evinize geliyor. Paketin içinden çıkan kurulum kılavuzuna bakarak adım adım montajı gerçekleştiriyor ve mobilyayı ortaya çıkarıyorsunuz. Montajınızda ehemmiyeti olmayan küçük hatalarınız olsa da sonuç aşağı yukarı en başta tasarımı hazır halde tercihinize sunulan biçimdeki mobilya oluyor.
Bunu başardığımız için kendimizi mobilyacı kabul edemeyiz, bir mobilya fabrikasında mühendislerce tasarlanmış ve seri üretilmiş mobilya parçalarını birleştiren bir montajcı olarak görmek durumundayız. Günümüzde fikirler de büyük ekseriyetle bu türden bir montaj faaliyetinin neticesi olarak ortaya çıkıyor. Çoğu zaman farkında değiliz ama başta hazır halde birtakım makro fikir kalıpları var, siz eğilimlerinize uygun birini seçiyorsunuz. Sonrasında, her meseleyi o kalıp içinde kalmak kaydıyla teşekkül ettiren mikro fikirleri bulmaya geliyor sıra. Onlar da hazır halde, en düz mantık eseri olandan en girift ve renkli olanına kadar o kalıp ifadeler arasından istediğiniz malzemeyi buluyor, birbirine çatıyor ve ortaya çıkan ‘kurulum’u kendi fikrinizmiş gibi benimsiyorsunuz. Aslında en baştan oldukça genel bir eğilim sahibi oldunuz ve kendi zihniniz, duygularınız ve gayretinizle yaptığınız sadece bu oldu sözünü ettiğimiz süreçte. Oldukça statik, ezbere dayalı ve aynılaşmış bir zihniyet haritası çıkması kaçınılmaz bu düzenden. Zaten öyle oluyor. Oysa olmamalı; insan, kendi müşahede ve muhakemesiyle adım adım mesafe almalı bu yolda. Varacağı noktalara da sonu başından belli olmamak kaydıyla kendi mecraı içinde, kendi macerasını yaşayarak ulaşmaya çalışmalı... Yeryüzünde insan sayısı kadar zengin ayrıntı ancak böyle katılır fikirlere ve ancak bu şekilde zenginleşir hayat.
Böyle yapmadığımız için aynı kalıplarla düşünen, aynı ezberle hareket eden, hazır fikirleri lego parçaları gibi birleştirerek montaj fikirler ortaya çıkarıyor, hayatı bu zihinsel kısır döngünün ellerine bırakıyoruz. Kendimize ait fikirlerimiz yok, çünkü kendi hayatımıza dönük bir ilgimiz, insana ve insanlara bakan bir dikkatimiz, bu hassasiyetlerle temellenen bir hissiyatımız yok. Kabul etmeliyiz ki, biz aslında insan ve hayat hakkında doğrudan pek bir şey düşünmüyor ve hissetmiyoruz. En entelektüelimizden en sıradan olanımıza kadar hepimiz endüstriyel tekniklerle üretilmiş demonte fikirlerle kendimize hazırkalıp bir hayat monte ediyoruz.
“Ancak hayatı ve gizlerini onu sımsıkı tutmaya çabaladığınız sürece anlayamazsınız. Aslında onu tutamazsınız, tıpkı bir nehri bir kovaya koyup alıp gidemeyeceğiniz gibi. Eğer akıp giden bir suyu kovanın içinde tutmaya çalışıyorsanız onu anlamamışsınız demektir ve bu da sürekli hayal kırıklığına uğrayacaksınız anlamına gelir, çünkü kovanın içindeki su akmaz. Akan bir suyu ‘elde etmek’ için onu kendi haline bırakmalı ve akmasına izin vermelisiniz” diyor sıra dışı filozof Alan Watts, ‘Güvencesizlikte Bilgelik’ kitabında.
Bir de şunu düşünün; insanlık muhasebesinde hiç hesaba katılmayan bir küsurat ne hisseder?
“Düşüncelerimiz aynı kazanda pişen tektip bir yemek gibi” dedi beyaz saçlı adam, “ayrı ayrı servis edildiği için biz kendimizi özel hissediyoruz sadece”
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.