Sosyal Medya

İsmail Kılıçarslan: Uzak kışların masalı

O kış, o dağ köyünün o bin yıldır orada unutulmuş iki gözlü damında durmadan hayal kuran, durmadan canı sıkılan, durmadan yenilgiler biriktiren ve durmadan üzülen o kızın adını elbette hatırlıyorum ama size söylemeyeceğim.



Sadece o ve ben bileceğiz neler yaşandığını, neler olduğunu.
 
O yıl ilçe için “saÄŸlık” sadece benden ibaretti. Fakülteyi bitirip de bu ücra ilçenin derme çatma saÄŸlık ocağına tabip olarak tayin edildiÄŸimde kaymakam “Ankara’ya yazdık, iki saÄŸlıkçı ile bir hemÅŸire istedik, lakin durumu siz de biliyorsunuz, bizi unutmaya meyyaldir Ankara. Bir bakıma mecburdur da. Bu kış sizden baÅŸka kimsemiz yok” deyivermiÅŸti oturmuÅŸ bir rahatlıkla…
 
Bana bir saÄŸlık ocağı, bir de lojman anahtarı teslim ettiler. SaÄŸlık ocağının cümle iÅŸlerine bakan cevval ortacı Salih’le kaldık baÅŸ baÅŸa.
 
Ä°ÅŸe baÅŸladığımın sabahı Salih “bir yol bak hele doktur bey” diyerek bahçeye çekti beni. Biri ala biri siyah iki at gösterip “sen hangisini seçersen onu hazırlayam” dedi. Siyah olanı beÄŸendim. SaÄŸrısı az zayıf olsa da boyu yüksekçeydi.
 
Kar, üç gün her çeÅŸidiyle Kasımın sonunda yaÄŸdı. Önce yaÄŸmurla karıştırdı, ardından lapaya döndü, sonra tipiye kesti, en sonunda da kesik kesik atarak durdu. Dördüncü günün sabahı Salih, nereden bulduÄŸunu bilmediÄŸim kahveyi masama koyarken “baharacak gitmez gayrı mübarek” deyince anladım kışın benim için ne zorlu, ne çetin bir mevsim olacağını.
 
Erkenden saÄŸlık ocağını açıyor, sabahtan ilçe merkezindeki hastalara yetiÅŸiyorduk. ÖÄŸleden sonraları yavaÅŸlardı iÅŸimiz. Bazı günler Sarkık’tan, Berit’ten, Tepeköy’den vesaire, atların arkasına baÄŸladıkları kızaklara yatırmış halde hastalarını getiren köylüler olurdu. “Olmaz, kabul edemem, getirmeyin, bu benim iÅŸim” desem de köylüler yanlarında pekmez, bastık, ceviz, tavuk, bal, süt getirirlerdi. Yoksul, tertemiz insanlardı tamamı. Ya da en azından ben öyle zannediyordum o yılların idealistliÄŸi ile.
 
O gece, kapının dövülmesiyle uyandım derin uykudan. Bıyıklarına kadar don çökmüÅŸ 50’li yaÅŸlarda bir adam “köye gidecez doktur, bizim kızı iyi edecen” dedi yekten. Nedir, ne deÄŸildir öÄŸrenmeye çalıştım ama “gidince görürsün” dedi de baÅŸka bir ÅŸey demedi. “Salih’i almak gerek” dedim ama “ben geri getiririm seni, hele atı çek” dedi yine buyurgan bir edayla.
 
Bucaklı’ya kadar üç saat yol gittik. Yol boyu nerdeyse hiç konuÅŸmadık adamla. Köyün en gösteriÅŸli evinin hayatına atları baÄŸlayınca anladım ki adam aÄŸadır. Merdivenlerden yukarı çıkıp soldaki büyük odaya girdik. Yer sofrasında çorba hazırdı. “Hele iç de bakarsın kıza” dedi aÄŸa.
 
Yağıyla nanesi mükemmel ayarlanmış tarhana çorbasının ardından, geniÅŸçe bir odada yatan kızın yanına girdik. On sekiz var yoktu. Öylece, belirsiz bir boÅŸluÄŸa bakarak yatıyordu.
 
Cesaretimi toplayıp geldiÄŸi andan beri emrine ram olduÄŸum babaya “müsaade et de muayene edeyim” dedim. Adam bir iki baktıktan sonra çıktı mecbur.
 
Kızla yalnız kalınca sesimi neredeyse fısıltıya çevirerek “derdini söyle bakalım bana” dedim. Böyle dedim, çünkü odaya girer girmez anlamıştım meselenin bedende deÄŸil ruhta olduÄŸunu.
 
Kafasını “acaba kapının önünde dinliyor mudur?” endiÅŸesiyle kapıya çevirdi ilkin. Sonra bana baktı uzun uzun. Güvenip güvenemeyeceÄŸini tarttı. Güvenmemeye karar verdi.
 
“Korkma” dedim, “babana hiçbir ÅŸey söylemem. Anlat ki derdine derman bulmaya çalışayım.”
 
“Benim derdimin dermanı doktorda deÄŸil de belki Allah’ta” dedi uzun bir sessizliÄŸin ardından. “Niye böyle dedin ki, derman elbet Allah’tan ama belki vesile olurum” dedim.
 
“Hasan’ı mı geri getirecen de vesile olacan?” diye sordu. Sonrasında epeyce konuÅŸtuk. KonuÅŸtukça anladım ki yara derindedir ve anladım ki yaranın bir ucu babada, kendini aÄŸa zanneden adamdadır. Ve yine anladım ki hangi ilacı, hangi perhizi versem olacak gibi deÄŸildir.
 
“Ben artık gideyim” deyince uzanıp elimi tuttu. “Zor” dedi, “çok zor doktur bey.”
 
DönüÅŸ yolunda hiç konuÅŸmadık adamla yine. Sonsuz gibi duran beyazlığın içinde, atlarımız kara bata çıka ilerlerken hayatın ne kadar acımasız olabileceÄŸine dair düÅŸünceler ve kızın ismi vardı aklımda. Hayır, ismini size elbette söylemeyeceÄŸim. Sadece, Salih’in bir sabah kahvesi verirken “Bucaklı köyünün aÄŸa kızı canına kıymış doktur bey, derdi neymiÅŸ acep?” diye sorduÄŸunu söyleyebilirim size.
 
 
YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.