Sosyal Medya

Taha Kılınç: Ziyezen'in öyküsü

İslâm kaynaklarında kısaca “Zîyezen” adıyla meşhur olan emir, Habeşlilerin ünlü Yemen Valisi Ebrehe ve oğlu Mesruk’a karşı başarılı bir bağımsızlık hareketi örgütlemiş, 575 yılında da vefat etmişti.



Himyerîler, İslâm öncesi dönemde, Güney Arabistan’da kurulan en güçlü devletlerden biriydi. M.Ö. 115 civarında başlayan Himyerî yönetimi, M.S. 525’te son hükümdar Zûnuvâs’ın Habeşlilere mağlup olarak öldürülmesiyle (veya atını denize sürerek intihar etmesiyle) tarihe karıştı; Güney Arabistan da Habeş Krallığı’nın kontrolü altına girdi. Yahudiliği kabul eden Zûnuvâs, birçok müfessir ve İslâm tarihçisinin ifadesine göre, Kur’ân-ı Kerîm’in Burûc suresinde, müminleri ateş dolu çukurlara attırdığından söz edilen kraldır aynı zamanda.
 
Himyerî siyasî birliğinin dağılmasından sonra, hanedana mensup birçok emir farklı yerlerde devleti yeniden toparlamaya girişti. Bunlardan biri de, 516 civarında Yemen’in bugünkü başkenti Sanaa’da dünyaya gelen Seyf bin Zîyezen’di. İslâm kaynaklarında kısaca “Zîyezen” adıyla meşhur olan emir, Habeşlilerin ünlü Yemen Valisi Ebrehe ve oğlu Mesruk’a karşı başarılı bir bağımsızlık hareketi örgütlemiş, 575 yılında da vefat etmişti. Zîyezen’in Güney Arabistan’ı yabancı işgalinden kurtarmak için verdiği mücadele, Arapların günümüze kadar anlata geldiği bir takım efsanelere ve destanlara konu olmuştur. Hatta bazı İslâm kaynaklarında, Fil Vakası’ndan sonra Hz. Peygamber’in dedesi Abdulmuttalib’in Yemen’e giderek Zîyezen’le bizzat görüştüğü, sohbet sırasında da Zîyezen’in Kureyş’in yaşlı reisine “Torunun peygamber olacak” şeklinde bir müjde verdiği bile iddia edilir. İslâm tarihçilerinin genelde muteber bulmadığı bu türden rivayetler, Zîyezen’e İslâmî dönemde de büyük kıymet verildiğinin işaretlerinden biridir.
 
Basra Körfezi’nin Hint Okyanusu’na açıldığı kritik noktayı tutan Umman Sultanlığı’nda geçtiğimiz hafta yaşanan bir gelişme, Arapların millî kahramanı Zîyezen hakkındaki söylenceleri yeniden hatırlamama yol açtı. Umman Sultanı Heysem bin Târık, tahta çıkışının birinci yıldönümünde açıkladığı sürpriz siyasî reform paketiyle, ülkenin modern tarihinde ilk kez veliaht prenslik makamının ihdas edildiğini duyurdu ve bu göreve 30 yaşındaki oğlu Zîyezen’i getirdi. Arap dünyasında İngiltere’yle ilişkileri en derin ülke olan Umman’da, Oxford’da siyaset bilimi eğitimi almış, diplomatik tecrübesini de ülkesinin Londra’daki büyükelçiliğinde kazanmış genç bir prensin veliahtlığa getirilmiş olması kimseyi şaşırtmadı. Sürpriz olan, Umman’ın tabî olduğu İbâdîlik mezhebindeki carî uygulamanın kökten değiştirilmesiydi. Şimdiye kadar, vefat eden sultan, kendisinden sonra kimin tahta geçeceğini “ölümünden sonra açılması şartıyla” gizli bir mektupla vasiyet ederdi. Emr-i Hak vaki olunca mektup açılır, böylece yeni sultanın da kimliği öğrenilirdi. Bundan böyle bu usul tamamen terk edilmiş oldu.
 
“Zîyezen”, modern dönemde yaygın biçimde tercih edilen bir Arap ismi değil. Güney Arabistan’ın tarihine derin bir ilgi duyduğu bilinen ve 18 yıl kültür bakanlığı yapan Umman Sultanı Heysem’in, kendi kabinesinde yine kültür bakanı olarak görevlendirdiği büyük oğlu için böyle bir isim geçmesi herhalde tesadüf değil. (Küçük oğlunun ismi de sıra dışı: Bilarab.) Genç prensin, “ülkesini tam bağımsızlığa kavuşturmak için mücadele veren Zîyezen” figürüne ne kadar benzeyeceğini zaman içinde göreceğiz.
 
Zîyezen bin Heysem’in veliaht prensliğe atanmasıyla, Arap dünyasında giderek daha fazla görünür hale gelen “genç yöneticiler kuşağı”na yeni bir halka daha eklendi. Hâlihazırda en genç veliaht prens, Fas’ta: Mûlây Hasan, 2003 doğumlu. Onu 1994 doğumlu Ürdün Veliaht Prensi Hüseyin izliyor. Ardından, Dubai Veliaht Prensi Hamdan (1982) ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman (1985) geliyor.
 
Ülkelerinin izlediği politika veya uluslararası arenada durduğu yer bir yana, tüm bu genç yönetici adaylarının ortak bir özelliği var: Dünyadaki baş döndürücü gelişmelerle ve teknolojik ilerlemelerle eş zamanlı olarak, hepsi dış etkilere ve yönlendirmelere fazlasıyla açık. Saraylarının tenha koridorlarında dolaşan “yabancı danışman” siluetleri, hepsini birer gölge gibi izliyor. Babalarından ve dedelerinden farklı biçimde, büyük savaşların ve felâketlerin potasında pişmedikleri için, kulaklarına fısıldanan şeylere her zaman direnebilmeleri ve kendi kararlarını soğukkanlılıkla verebilmeleri de zor görünüyor.
 
Yine, tüm bu isimler bağlamında, mutlaka fark edilmesi gereken bir hakikat de şu: Fransa, İngiltere ve ABD, genç veliahtlar üzerinde nüfuz kavgası vermek yoluyla, Ortadoğu ve İslâm coğrafyasında kendi menfaatlerinin peşinden gitmeyi de sürdürecek…
 
 
Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.