Sosyal Medya

Gökhan Özcan: Gidenden geriye elimizde ne kalır?

Bir şeyi yaparak ne kazanacağımızı düşündüğümüz kadar, o şeyi kazanmak için neyi feda etmemiz gerektiğini artık pek fazla düşünmüyoruz.



Pek çok ÅŸeyimiz var bugün, belli ki pek çok ÅŸey yapmış ve bunun karşılığında pek çok ÅŸey kazanmışız. Bu çarpıcı baÅŸarı grafiÄŸi tablosu hepimizin zihin duvarında asılı, adeta adı konmamış bir sarhoÅŸlukla hep ona bakıyoruz. O kadar çok bakıyoruz ki, bu bizi baÅŸka her ÅŸeye karşı körleÅŸtiren bir illüzyona dönüÅŸüyor zamanla. Her illüzyon zihni bir ÅŸeylere sabitler, baÅŸkasına körleÅŸtirir. Bizler de kazandığımız ÅŸeylerle sermest yaÅŸamaya fazlasıyla sabitlenmiÅŸ durumdayız. Oysa bir ÅŸeyleri kazanmak için vazgeçtiklerimiz, kaybetmeyi göze aldıklarımız var bir de. Bu dünyada her ÅŸeyin bir karşılığı var ve bizler kazandığımız her ÅŸey için bir bedel ödemek, bir ÅŸeylerden feragat etmek, vazgeçmek zorunda kaldık bu noktaya gelirken. En basitinden zamanımızı, enerjimizi, duygularımızı, dikkatimizi, mesaimizi, heyecanımızı sarfettik kazandıklarımızı kazanabilmek için. BaÅŸka ÅŸeyler yerine kazandığımız bu ÅŸeyler için gözden çıkardık elimizde iÅŸe yarayacak ne varsa... Gözümüzü o saÄŸlaması yapılmamış baÅŸarı tablosundan bir çevirebilsek, bunu bir baÅŸarabilsek, kazandıklarımızın mı, yoksa kazanmak için gözden çıkardıklarımızın mı hakikat terazisinde daha ağır çektiÄŸine, daha büyük kıymet taşıdığına dair bir muhasebe yapabileceÄŸiz, bir kâr-zarar hesabı çıkarabileceÄŸiz belki. Ama yapamıyoruz bunu, çünkü kazandıklarımızla her daim körkütük sarhoÅŸuz.
 
“SavaÅŸları karıncalar da yapar, devletleri arılar da kurar, servet ve zenginliÄŸe hamsterlarda da rastlanır. Ama senin ruhunun izleyeceÄŸi yol baÅŸkadır, ruhunun hakkı yendi de onun zarar görmesi pahasına baÅŸarılara ulaÅŸacak oldun mu, mutluluk çiçeklerini asla koklayamazsın. Çünkü ‘mutluluk’ denen ÅŸeyi ancak ruh duyumsayabilir, ne akıl, ne karın, ne kafa ne de para cüzdanı...” diyor Herman Hesse, ‘Öldürmeyeceksin’ isimli kitabında.
 
Yarın madem ki bu diyardan gideceÄŸiz, giderken beraberimizde götüremeyeceÄŸimiz kadar ağır yükü buraya neden istifliyoruz? Madem ki gelecek daima uzağımızda oluyor ve biz sadece bugünde yaşıyoruz, neden o halde her ÅŸeyi yarınlar için biriktiriyoruz? Madem ki gönülde yeri olmayan her ÅŸey gelip geçiyor, neden her Allah’ın günü oltamızı güneÅŸ çıkınca kuruyup gidecek su birikintilerine atıyoruz?
 
“Bunca uÄŸraşıp didindim, ne kazandım diye soruyorum bazen kendime” diye yakındı yanındakine. “EÄŸer bir kazançsa, galiba elimde bu yakıcı soru dışında bir ÅŸey yok!”
 
Bir de ÅŸunu düÅŸünün; kum tanecikleri hızla alt fanusa akarken kum saatinin boÅŸalmakta olan üst fanusu ne hisseder?
 
Rabindranath Tagore’un ‘Gora’sından birkaç buhurlu ve derin dize: “Kalbim bir kafesi andırıyor;/ Yabancı bir kuÅŸ bilmem ne arıyor onda,/ Bir giriyor, bir uçup gidiyor/ Ah, bir yakalasam onu/ AÅŸk ipimle baÄŸlayacağım”
 
Neyi sımsıkı kendimizde tutacağız, nelerin ipini gevÅŸek bırakacağız, bu ayarı bilmek insanlığımız için sandığımızdan çok daha önemli. Biz, Nasreddin Hoca’nın o muhteÅŸem fıkrasında söylediÄŸi gibi, taÅŸların baÄŸlandığı, köpeklerin salıverildiÄŸi bir ÅŸehir gibi güvensiz, güvenliksiz bir haldeyiz ve bu belayı kendi elimizle sarıyoruz başımıza.
 
“Olacak ÅŸey mi?” diye sordu meczup, “Sen hem penceren açık uyu hem de bekle ki ayaz içeri girmesin!”
 
 
YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.