Manastır düzeni ve kapitalist toplum
Follow @dusuncemektebi2
Mumford endüstriyel çağa özgü zamansal düzenlemenin köklerini, daha doğrusu bir bütün olarak endüstriyel düzenin köklerini manastırlarda, özel olarak da Benediktin manastırlarında bulur. Benediktin manastırlarındaki düzen ve disiplinin kapitalist toplumun erken bir örneği, bir tür modeli olduğunu ileri sürer.
GeçtiÄŸimiz yüzyılın en önemli kamu entelektüellerinden biri olan yazar, düÅŸünür Lewis Mumford endüstriyel kapitalizme, doÄŸayı tahrip eden makine uygarlığına, toplumu denetim altına alan düzenlemelere yönelttiÄŸi sert ve ödünsüz eleÅŸtirileriyle, sorunlara ekolojik bir perspektifle ve hassasiyetle yaklaşımıyla, kentlerin tarihi üzerine kapsamlı ve ayrıntılı çalışmalarıyla anılıyor. O bugün yaÅŸamakta olduÄŸumuz ve çözüm bulmada güçlük çektiÄŸimiz ya da mümkün çözümleri elimizin tersiyle uzaÄŸa ittiÄŸimiz sorunlara çok erken tarihte parmak basmıştı. DoÄŸa ve kültür arasında kökten bir ayırım bulunduÄŸu savına karşı çıkmış; insanı doÄŸadan koparmayacak, doÄŸayla uyumlu bir kültür önermiÅŸti. DoÄŸal dünyanın içinde kültürel bir varoluÅŸunun mümkün olduÄŸunu savunmuÅŸtu. ( Mumford’ın tezlerini ekolojik düÅŸüncenin diÄŸer iki önemli düÅŸünürü ile birlikte ele alan bir çalışma için bkz. B.Morris, Ekolojik DüÅŸüncenin Öncüleri, çev. B.Esen, Sümer Yayıncılık,2019 )
* * *
Mumford tarihçilerin yaygın yorum ve iddialarının aksine endüstri devriminin onsekizinci yüzyılda gerçekleÅŸen yeni bir olgu olmadığını, çok daha uzun bir geçmiÅŸe, teknik, ideolojik ve toplumsal öncüllere sahip bulunduÄŸunu vurgular. Watt’ın 1780’li yıllarda buhar motorunu keÅŸfetmesi genelde endüstri devriminin baÅŸlangıcı kabul edilir. Mumford bu görüÅŸe katılmaz. Modern teknolojilerin çoÄŸunun Batının dışından geldiÄŸini ileri sürer. Ona göre yel deÄŸirmenlerinin, mekanik saatin, matematik ve kimyanın kültürel hazırlıkları Batı dışında baÅŸlamış; ancak daha sonraki aÅŸamada teknoloji ve makineler Batı uygarlığının itici gücü haline gelmiÅŸ, mekanikçi bir dünya görüÅŸü de bu geliÅŸmeye eÅŸlik etmiÅŸtir. Batıda teknolojik geliÅŸme ilerleme adına sorgusuz sualsiz olumlarınken makineler de kutsallık atfedilen nesnelere dönüÅŸmüÅŸtür, endüstri çağı Batıya bir tür makine putperestliÄŸi getirmiÅŸtir.
Makine uygarlığı insan bedeninin mekanikleÅŸme sürecini de hızlandırmıştır. Esasen bedenin ve giderek tüm varoluÅŸun mekanikleÅŸmesi sürecinin de oldukça eski bir geçmiÅŸi vardır. Piramitlerin inÅŸasında çalışan, Roma kadırgalarında kürek çeken kölelerin bedenleri birer makine gibiydi. Et, kas ve kemikten oluÅŸan, makineler. Kırbaç altında otomatlarmış bedenler.
* * *
Mumford’a göre iÅŸ doÄŸal ve organik çevreyle kurulan bir tür iliÅŸkidir. Endüstriyel toplumda iÅŸ bunun tam da tersidir. Endüstriyel kapitalizmin iÅŸ düzeni bölümlendirilmiÅŸ, tekdüzeleÅŸmiÅŸtir. Mumford kapitalizmdeki çalışma düzenini askeri disipline benzediÄŸini söylerken haklıdır. Gerçekten modern orduların ilk örneklerinden olan Napolyon orduları modern makineye benziyorlardı. Talimlerdeki, geçit törenlerindeki trampetlerin vuruÅŸlarına uygun olarak aynı anda atılan adımlar bir makinenin düzenli iÅŸleyiÅŸine sahipti, yanlış atılan tek bir adım hemen fark ediliyordu. Bütün bedenler mekanik bir düzen içinde biraraya geliyor, eÅŸgüdümlemiyor ve bir makine oluÅŸturuyorlardı. Nazilerin Nürnberg gösterileri, Kızıl ordunun Kızıl Meydan’ndaki resmigeçitleri aslında bir bütün olarak FaÅŸist Almanya’daki ve Sovyet Rusya’daki toplumsal hayatın iÅŸleyiÅŸ ve düzenine ayna tutuyordu.
* * *
Yukarıda da belirtmiÅŸtim, Mumford endüstriyel kapitalizmin geliÅŸmesini buhar motoruna borçlu olduÄŸuna dair yaygın düÅŸünceyi paylaÅŸmaz. Mekanik saatin bu açıdan daha fazla ve daha önemli bir rol oynadığında ısrar eder: “Modern endüstriyel devirde anahtar rolü oynayan makine buharlı motor deÄŸil, saattir. Saat geliÅŸimin her aÅŸamasında hem makinenin en çok göze çarpan gerçeÄŸi hem de tipik sembolü olmuÅŸtur. Bugün bile diÄŸer hiçbir makine onun olduÄŸu kadar baskın bir ÅŸekilde dünyada var olmamaktadır “ (L. Mumford, Teknik ve Uygarlık, çev. E.C.Ercan, Açılım Kitap,2017, s.26 ).
Buna göre onüçünçü yüzyıl dolaylarında mekanik saatin ortaya çıkışı zamanın düzenlenmesini, çalışmanın ve üretimin sıkı bir düzen içinde geliÅŸmesini, toplumun hemen her alanda mekanikleÅŸmesini, bir makine gibi iÅŸlemesini saÄŸlamıştır. Zaman ölçen bir makine olarak mekanik saat çalışma gününün baÅŸlangıcını ve bitimini tespit etme ve denetleme imkânı vermiÅŸtir. Bir diÄŸer deyiÅŸle, saat makinelerin makinesidir, çünkü fabrikadaki bütün makinelerin, mekanikleÅŸmiÅŸ bedenlerin iÅŸleyiÅŸini düzenler.
* * *
KuÅŸkusuz saatin bu düzenleyiciliÄŸi fabrika ile sınırlı deÄŸildir; toplumsal hayatın tüm alanlarında iÅŸleyiÅŸini ve etkisini sürdürür. Norbert Elias’ın da belirttiÄŸi gibi saat “insanların normlaÅŸtırdığı” süre dilimlerini temsil eder. (N.Elias, Zaman Üzerine, çev. V.Atayman, Ayrıntı Yayınları, 2020 ikinci basım, s. 14). Saat sayesinde gün dilimlere bölünmüÅŸtür. Çalışma zamanı, dinlenme zamanı… Belirlenen bu düzenlemenin dışına çıkılmasına çeÅŸitli müeyyideler getirilmiÅŸtir. Bugün de tüm faaliyet ve davranışlarımızı saatin ölçtüÄŸü ve belirlediÄŸi zaman dilimlerine uyarlıyoruz. Zaman ayarlı hayatlar yaşıyoruz.
Bir zamanlar insanların hayatlarını, sosyal faaliyetlerini doÄŸa olayları düzenliyor, doÄŸadaki canlıların hareketleri yön tayin edici oluyordu. GüneÅŸin doÄŸuÅŸu ve batışı, ayın evreleri, med-cezir, kuÅŸların göçü, hayvanların doÄŸurması ve kış uykusuna yatması… DoÄŸadaki bütün bu olaylar insan iliÅŸkilerinde, sosyal faaliyetlerde düzenleyici oluyordu. Sonra bu düzenleme iÅŸlevini mekanik saatler yüklendi. DoÄŸa ve toplumsal hayat iki farklı alan olarak belirdi. Ama vurgulamak gerekiyor: Yeni düzenleme biçimi doÄŸadan bütünüyle kopmadı. ÖrneÄŸin, “yaz saati”nden ya da “kış saati”nden söz ettiÄŸimiz oluyor. Kısacası, Norbert Elias’ın deyiÅŸiyle, saat sonuçta insanların doÄŸal süreçlere müdahalesidir. (N.Elias, Zaman Üzerine, s.16)
* * *
Mumford endüstriyel çaÄŸa özgü zamansal düzenlemenin köklerini, daha doÄŸrusu bir bütün olarak endüstriyel düzenin köklerini manastırlarda, özel olarak da Benediktin manastırlarında bulur. Benediktin manastırlarındaki düzen ve disiplinin kapitalist toplumun erken bir örneÄŸi, bir tür modeli olduÄŸunu ileri sürer.
Manastır aynı inancı paylaÅŸan insanların sıkı bir düzen içinde biraraya geldiÄŸi ve katı kurallar altında kenetlendiÄŸi bir örgüt, kapalı bir toplum. Foucault’un heterotopia tanımına uyan bir mekân. Avrupa’da Roma Ä°mparatorluÄŸu’nun çöküÅŸünü izleyen dönemde ücra, ıssız yerlerde, daÄŸ yamaçlarında inÅŸa edilen kapıları sımsıkı kapalı, içinde çok sıkı bir düzen ve disiplinin uygulandığı mekânlar. Mumford’un sözleriyle, buralarda “Dünyevi hayatın kararsız dalgalanma ve titreÅŸimleri karşısında kuralın demirden disiplini yer almıştır” (Mumford, Teknik ve Uygarlık, s.24 ). Manastırın duvarları arasındaki sıkı düzeni kurabilmek açısından zamanın dilimlere ayrılması hayati önem taşıyordu. Dua ve ayin zamanlarının her gün düzenli olarak tekrarlanması, zamanın dilimlere bölünmesiyle gerçekleÅŸtiriliyordu. Mekanik saat kusursuz ve aksamadan iÅŸleyiÅŸiyle böyle bir düzenin devamlılığının garantisiydi. Mumford ilkel bir biçimi de olsa manastırlarda saatin kullanılmış olabileceÄŸini ileri sürer.
* * *
Benediktin manastırlarındaki rutinlere baÄŸlı olarak iÅŸleyen hayatın kolektif ritim ve temposu bedeni mekanikleÅŸtiriyordu. Günün saatlere bölünmesinin amacı da bedenleri ve eylemleri senkronize etmekti. Buna göre Benediktin manastırlarında makine düzeni hâkimdi; hatta denilebilir ki orada bedenler endüstri çağının fabrika düzenine hazır hale gelmiÅŸti.
Yazıyı noktalamadan önce Mumford’ın Benediktin manastırları konusundaki düÅŸüncelerini Agamben’in Fransisken tarikatı ve manastırlarına dair tezleriyle kısaca kıyaslamak istiyorum.
Agamben, Highest Poverty’de manastır geleneÄŸini, özellikle de Fransisken manastırlarını, buradaki komünal hayatı politik, kültürel ve ekonomik açıdan ele alır; bunların modern çaÄŸdaki kurumlar ve hukuk sistemi üzerindeki etkilerini inceler. Aziz Francis’i politik bir figür, onun yoksulluÄŸunu politik bir tavır olarak deÄŸerlendirir ve Fransisken manastırlarına günümüzün neoliberal ekonomilerine alternatif arayışlarında kalkış noktası olarak yaklaşır. (Agamben, Highest Poverty: Monastic Life and Form-of-Life, trans. A.Kotsko, Stanford University Press, 2013).
* * *
Gerçekte Fransisken tarikatı heretik bir eÄŸilim sayılmıyordu. Hatta Aziz Francis 1209’da hareketinin sapkınlıkla suçlanmasından çekindiÄŸi için Papalığa onaylatma giriÅŸiminde bulunmuÅŸ, bu baÅŸvuru üzerine Papa III. Innocentius tarikatı onaylamıştı. Fransisken hareket yoksul halk kitlelerinin ilgi gösterdiÄŸi bir hareket olarak kaldı. (Aziz Francis’in Hıristiyanlık tarihi içindeki yerini inceleyen bir çalışma için bkz. Cengiz Batuk, Assisili Francis ve Hıristiyan Mistisizmi, Ä°z Yayıncılık, 2012).
Fransiskenler için yoksulluk en yüksek deÄŸer, en yüce erdem sayılıyordu. YoksulluÄŸu ve mülksüzlüÄŸü ilke edinmiÅŸ, hayatlarını bu ilke üstüne kurmuÅŸlardı. Ä°htiyaçlarını en aza indirgemiÅŸ, tüketimden uzak bir yaÅŸamı benimsemiÅŸlerdi. Ne tüketiyor, ne de biriktiriyorlardı. Sadece var olabilmek için ihtiyaç duyduklarını kullanıyorlardı.
* * *
Agamben, Fransiskenler açısından ilke ve yaÅŸam arasındaki sınırın belirlenemez hale geldiÄŸini, adeta silindiÄŸini vurgular. Ä°lkeye baÄŸlı bir yaÅŸam kurmuÅŸlardı. YaÅŸam -biçim(i) kuran bu tür ilkeler hukuk kurallarından farklı olarak zorlayıcı deÄŸildirler. Fakat Agamben Fransiskenler için zamanla yoksulluÄŸun ilke olmaktan çıktığını ve yasa haline geldiÄŸini ileri sürer. Yine de ilke olarak yoksulluk ve tüketim karşıtı tutum pazar ekonomisine, tüketim toplumuna alternatif öÄŸeler barındırıyordu. Fransisken tarikatı bu açıdan Mumford’ın anlattığı haliyle Benediktin manastırlarından oldukça farklıydı.
Müellif: Halil Turhanlı / Kaynak: Karar-GörüÅŸ
Henüz yorum yapılmamış.