Mustafa Kutlu: Vakit, nakit değildir-I
Follow @dusuncemektebi2
Dilimizde “Vakit nakittir” diye bir söz var. Bu söz bize ait bir söz müdür? Sanmıyorum. Hududullah gün, ay ve yılı tayin etmiştir.
Dil ile düşünce, düşünce ile hayat tarzı arasında esaslı ilişki bulunuyor. Meselenin vuzuha kavuşturulması dilcilere mi düşer?
İnancım odur ki bu sözün sahibi Kapitalizm’in ağa-babalarından biridir. Malum o fikirde her şey alınır-satılır. “Zaman”ı “nesne” kılarsınız, bal gibi alıp-satarsınız. Bu hükmün delili şurada: “Time is money” (Zaman paradır) sloganı Remington marka daktiloların gövdesine (Daktilonun icadı 1860’lar) ve fabrika girişlerine kazınmıştır.
Tarım toplumunda zaman tabiatın ritmi, âhengi ve işleyişiyle belirlenir. Gece-gündüz ve mevsimler. Hududullah gün, ay ve yılı tayin etmiştir. Kur’an’da ayların sayısı 12 olarak verilir. Bunlardan dördü “haram” aylar olup, en hayırlı ay Ramazan’dır. Zamanın adlandırılması ise namaz vakitlerine göredir. Sabah-öğle-ikindi-yatsı. Ayrıca fecir, kuşluk, zeval var. “Saat” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 48 yerde geçer. Bunlardan kırkı “kıyamet” ile ilgilidir.
Medeniyet tarihinde güneş saati, su saati, mum saati, kum saati ve nihayet mekanik saat kullanıldığı biliniyor. İlk mekanik saatler (Halife Harun Reşid zamanında Müslüman âleminde - 12. ve 13. a. Benedictine manastırları ile Hıristiyan dünyasında) esasen “ibadet zamanını” belirlemek için kullanıldı. Bu mânası ile “saat” uhrevî hüviyete sahip idi. 14. a. ortalarında mekanik saat manastır duvarlarını aştı, işçilerin ve tüccarların hayatına düzen vermek için kullanıldı. L. Mumford bu konuda şöyle diyor: “Mekanik saat düzenli üretim, düzenli çalışma ve standart ürünün vücut bulması için icat edilmiş gibidir”. Bunun adına “Fabrika ayarı” veya “Kapitalizmin saati” diyebiliriz. İbadet için yapılan “Çan kuleleri”nin yerini artık “Saat kuleleri” almıştır. İşin tuhaf tarafı Osmanlı Devleti’nde de fabrika (sanayi) pek yaygın olmasa bile saat kulesi epeyce bulunur. (Bilhassa II. Abdülhamit devri bu kulelerin yaygınlaştığı dönemdir).
Ülkemizde 19. a.’da iki saat kullanılmaya başlandı. Günün öğle vakti (zeval) başlatılması (zevalî-alafranga) ile gece yarısı başlatılması (ezanî-alaturka). Bu ayrılığa sebep Avrupa ile ilişkilerimiz ve devlet katında Batılılaşmanın kabulüdür. İkilik 26 Aralık 1925’te kabul edilen kanun ile ortadan kalktı, alafranga saat resmileşti.
Bu saat değişikliğinin hayat tarzımız ve zamanı algılamamızdaki sarsıcı etkisini dile getiren bir deneme vardır. Ahmet Haşim’in “Müslüman Saati” adlı yazısı. Bu yazının baştan bir bölümünü kısmen sadeleştirilmiş haliyle veriyorum.
Müslüman Saati
“İstanbul’u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilâların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. “Saat”ten kastımız, zamanı ölçen âlet değil, fakat bizzat zamandır. Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre, dinden, ırktan ve ananeden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu hayat üslubuna göre de “saat”lerimiz ve “gün”lerimiz vardı. Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve nihayetini akşamın ziyaları tayin eder. Madenden sağlam kapaklar altında saklı tutulan eski masum saatlerin yelkovanları yorgun böcek ayakları tarzında, güneşin sema üzerindeki hareketiyle az çok ilgili bir hesaba uyarak, minenin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini, zamandan aşağı yukarı bir sıhhatle haberdâr ederlerdi. Zaman sonsuz bahçe ve saatler orada açan, gâh sağa gâh sola meyleden güneşten rengârenk çiçeklerdi. Yabancı saati kuşatmasından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı, çeşitli vakitlerin kırmızı, sarı ve lâcivert ateşleriyle yol yol boyalı, azîm bir canavar halinde, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan yirmi dört saatlik “gün” tanınmazdı. Ziyada başlayıp ziyada biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı Müslüman’ın mesut olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin olaylarını bu saatlerle ölçtüler.
Gerçi, astronomik hesaplara göre bu “saat” iptidaî ve hatalı bir saatti, fakat bu saat hatıratın kudsî saatiydi. Güneş saatinin adetlerimiz ve işlerimizde kabulü ve ezanî saatin geri safa düşüp camilere, türbelere ve muvakkithanelere bırakılmış battal bir “eski saat” haline gelişi, hayata bakış tarzımızın üzerinde korkunç bir tesire sahip olmamış değildir. Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi. Bunlar, hayatı etrafımızda serbest bırakan geniş ilgisiz dostlardı. Gelen yabancılar ise hayatımızı sonu meçhul bir düstura göre yeniden tanzim ettiler ve ruhlarımız için onu tanınmaz bir hale getirdiler. Yeni “ölçü” bir zelzele gibi, zaman manzaralarını etrafımızda darmadağın ederek, eski “gün”ün bütün setlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte bir yeni “gün” vücuda getirdi.”
(Haftaya Tüketim toplumu’nda zaman algısı ile Haşim’in yukarıda yarısını okuduğunuz denemesinin geri kalan kısmını birlikte vermeye çalışacağım.)
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.