Gökhan Özcan: Doğadan ve kendinden kopuk yaşam
Follow @dusuncemektebi2
İnsan, olağanüstü zenginlikte bir tabiatın, kendisiyle hakikat diliyle konuşan bir çevrenin içinde yaratıldı. Bu gerçek, bu devirde unuttuğumuz şeylerin en acıklı olanlarından biri.
Yeni yaÅŸama biçimlerinin insanı çevresindeki hayata yabancılaÅŸtırdığını, hakikatle tabiat üzerinden irtibat kurma ihtimallerini neredeyse tümüyle ortadan kaldırdığını bir çok kiÅŸi söylüyor. Ancak yeni zamanların bir kötü zihinsel alışkanlığı var ki, söylenenler ne kadar büyük ve tehlikeli olurlarsa olsunlar yanlışları ortadan kaldırmıyor. Söyleyip geçmeye fazlasıyla alışkın insanlar haline geldik hepimiz. Tabiat eskiden neredeyse orada duruyor. Åžehirlerin dışına itmek için her ÅŸeyi yapıyor olsak da tabiatın direnci kolay kırılmıyor, iki beton kütle arasındaki çatlaktan taze yeÅŸil otlar fışkırıyor ve hatta bir zaman sonra çiçek açıyor. Biraz yorulmayı göze alırsak yürüyerek bile kırlara ulaÅŸabiliyor hâlâ. Başımızı kaldırdığımızda daÄŸlarla selamlaÅŸabiliyoruz. Bir çoÄŸu insan tasarımıyla tabiliklerinden uzaklaÅŸtırılmaya çalışılıyor olsa da sitelerimizin bahçesinde rüzgarla oynaşıyor bodur aÄŸaçlar. Sayıları azalmış gibi gelse de hepimize, kuÅŸlar yine gökyüzünde, dallarda, çatılarda. YaÄŸmur düÅŸen toprak mis gibi hayat kokuyor hâlâ. Ama insan, bugün, tabiatın onun yakınında olduÄŸu kadar yakın mı tabiata? Tabiatın söylediÄŸi bütün bu engin ve derin sözleri iÅŸitiyor mu can kulaklarımız? Yanı başımızda nefes alıp veren o olaÄŸanüstü hayat, bizde dokunabilecek katılaÅŸmamış bir yer bulabiliyor mu aradığında?
Bai Juyi, ‘Çiçek Olmayan Çiçek’ kitabındaki arı duru ÅŸiirlerinden birinde ÅŸöyle söylüyor: “Sayısız dalı var aÄŸacın salınıyor bahar rüzgarında/ Altın renkli bir ipekten daha yumuÅŸak ve daha narin/ Bakımsız kalmış bir bahçenin batı köÅŸesinde/ Gün boyunca güzelliÄŸine bakmaya kim gelir ki benden baÅŸka!”
Ä°nsan, olaÄŸanüstü zenginlikte bir tabiatın, kendisiyle hakikat diliyle konuÅŸan bir çevrenin içinde yaratıldı. Bu gerçek, bu devirde unuttuÄŸumuz ÅŸeylerin en acıklı olanlarından biri. Çevremizdeki her ÅŸey, görebilen, fark edebilen insan için bizi hakikatin eÅŸiÄŸine kadar götürecek iÅŸaretlerle müzeyyen... Bu asrın ortalarına kadar yazılmış edebi eserlerde, sanatla inÅŸa edilmiÅŸ bütünlüklerde bu içsel merak, bu tabii yöneliÅŸ, bu ‘hayret’ rahatlıkla gözlenebiliyordu. Çünkü insanın hayatı, tabiatla anlam bağını korumaya devam ediyor, edebiyat da tabiatıyla buradan besleniyordu. Åžimdi hayatı küçümseyen bir kurgusal mantık ve ipini koparmış bir zeka hem tabiattan, hem kendi tabiatından kopuk, kendi hayatının depresif tanrısı olmaya soyunan bir insanı konu alıyor ekseriyetle. Çünkü yeni hayat böyle ve orada tabii olan pek az ÅŸey kaldı, tabiatla derin bağını koruyabilen pek az ÅŸey!
Azize Hildegard’ın tabiatta ile kurduÄŸu derin irtibata ve orada bulduÄŸu ‘mânâ’ya biraz takılıp kalalım mı?: “Ben, bütün hayat kıvılcımlarını yayan yüce ve ateÅŸli gücüm. Bana ölüm yok, ama onu dağıtan benim. Dört bir yanda hikmetle kolan vurup kanat çırpan benim. Çayırlara yayılan güzelliÄŸin bağındaki o dipdiri ve ateÅŸli öz benim. Suda parıldar; güneÅŸte, ayda ve yıldızlarda yanarım. Gözün göremediÄŸi rüzgarın gizemli gücü benimdir. Bütün hayat soluÄŸunu ben beslerim. Bütün yeÅŸilliklerde, bütün çiçeklerde ben soluk alıp veririm. Sular canlıymış gibi aktığında o benimdir. Bütün dünyayı tutan ÅŸu sütunları ben yükselttim. Esen yellerin ardındaki gizli güç benim; benden kaynaklanır onlar. Ä°nsan soluklanarak yürürse, ateÅŸ de iÅŸte öyle, benim soluÄŸumla yanar. Bütün bunlar, içlerinde ben olduÄŸum için, onların hayatlarından olduÄŸum için yaÅŸarlar. Ben hikmetim. Her ÅŸeyin kendisinden türediÄŸi, yıldırım gibi düÅŸen sözün gümbürtüsü bendendir. Ölmesin diye her ÅŸeyin içine yayılan benim. Ben hayatım!” (Ä°nsan ve Tabiat/Seyyid Hüseyin Nasr/Çev. Nabi Avcı)
“Ä°nsan kendi gerçeÄŸini görmeli diyorum” dedi beyaz saçlı adam gülümseyerek, “herkes hemen selfie çekmeye baÅŸlıyor!
YeniÅŸafak
Henüz yorum yapılmamış.