Sosyal Medya

Derviş Zaim ile söyleşi: Film insanın kendisine yuva yapma biçimidir

Tabutta Rövaşata, Balık, Çamur filmlerinin usta yönetmeni Derviş Zaim ile bir yönetmenin ilhamını, film yaparken adımlanması gereken izleği, diğer sanatların sinema ile olan ilişkisini, gelenekle post-modern çağ arasında sinemayı, film mekân ilişkisini ve Türk sinemasının geleceğini konuştuk.



Öncelikle ÅŸunu sormak istiyorum batı da sürekli Ä°slam’la ilgili aşırılıktan bahsediliyor, radikal Ä°slam onları çok tedirgin ediyor. Donald Trump’ın açıklamalarından da anladığımız üzere karşılarında ılımlı bir Ä°slam görmek istiyorlar. Ama bir bakıma da Batılı ülkelerde Ä°slamofobi’nin ve sağın yükseliÅŸi devam ediyor. Bu durumu nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz; oldukça ironik deÄŸil mi? Filmlerinizin senaryolarını yazarken nelerden veya nerelerden ilham alıyorsunuz? Bir film kafanızda nasıl oluÅŸuyor?

Buna her zaman ve her koÅŸulda aynı yanıt verilemez. Bazen bir karakterden hareket ediyorum; buna örnek Tabutta RövaÅŸata olabilir. Ya da bir durumda ortaya çıkabiliyor film; bir olaydan esinlenerek kaleme alınmış olabiliyor… Bir fikir de bazen tetikleyebiliyor ki en dezavantajlı durum fikirden hareketle oluÅŸan senaryolarda ortaya çıkar. Karışıktır bunlar birbirlerini davet de edebilirler, beraber de gelebilirler. Ancak nereden hareket ederse etsin genelde bir filmin ortaya çıkması için kat etmesi gereken süreçte üç büyük sacayağına ihtiyaç olur. Bunlardan bir tanesi konsepttir, öteki karakterdir, bir diÄŸeri de çatışmadır. Neyi bulursanız bulun, yani diyelim ki bir olaydan hareket ettiÄŸimizi varsayalım, yine o filmi yaratabilmek için bir konsept, karakter ve çatışmaya ihtiyacınız olacaktır.
Bir fikirden yola çıkmanın dezavantajı olduÄŸunu söylediniz, nasıl bir dezavantaj?

Çünkü fikirden yola çıkıldığında, o fikre mesafeli yaklaÅŸmak, onu heyecanlarından bir süre olsun uzak durmayı baÅŸararak ele almayı iÅŸlemeye çalışmanın üstesinden gelmek gerekir. Bu da kolay bir ÅŸey deÄŸildir. Özellikle sizi çok etkilemiÅŸ bir fikirse, hele felsefi bir fikirse, çok da ayrıntılarını iyi bilmediÄŸiniz bir fikirse, sahip olmadığınız bir fikirse iÅŸiniz daha da zorlaÅŸabiliyor.

Burada derinleÅŸme mevzusu mu karşımıza çıkıyor?

Sadece derinleÅŸmek deÄŸil, mesafe almak. Hatta mesafe almak çok daha önemli. SoÄŸukkanlılığını korumak bir yaratıcının baÅŸarması gereken en önemli ÅŸeylerden biridir. Çünkü dünyayı siyah ya da beyaz algılamaya baÅŸladığınız zaman sanatın o nüanslarını kaçırma ihtimaliniz de artabiliyor.

Bu noktada edebiyat ve felsefenin sinema ile ilişkisine siz nasıl bakıyorsunuz? Bahsettiğiniz gibi bir mesafe olmalı mı?

Elbette felsefe, sinema ve edebiyatla uÄŸraÅŸan bir adamın karşı karşıya kalabileceÄŸi en önemli meselelerden biridir. Ä°nandırıcı durumlar ele alıp bunu hayatın nüanslarıyla iÅŸlemeyi baÅŸarabildiÄŸiniz o anda felsefenin belki de ulaÅŸamayacağı yerlere sokulursunuz. Bu da sizi bir manada daha incelikli sorular sormaya yöneltebilir. Felsefenin belki de uzanamama ihtimali olan kılcal damarlara yönlendirebilir. Evet, bu sanatın ayırt edici gücü… Ä°kinci olarak sinemanın kendisi bir süre sonra felsefi olarak bir düÅŸünme aracına dönüÅŸebilir mi sorusunu da aynı zamanda göz ardı etmemek gerek.

Peki, sizin sinemanızı etkileyen yapımlar ve yönetmenler hangileri?

Çoktur, melezdir; iyi ki de böyledir. Tüketici bir liste vermek hem isterim hem istemem. Ne için, ÅŸunun için istemem; insan deÄŸiÅŸebilir, insan dönüÅŸebilir. Ben de deÄŸiÅŸtim, ben de dönüÅŸtüm. EÄŸer bu soruyu sorduÄŸunuz insanlar standart olarak size hep aynı isimleri veriyorsa anlayın ki o adamlar yalan söylüyorlar demektir. Ya da hiç deÄŸiÅŸmemiÅŸler demektir. Ä°nsan deÄŸiÅŸebilir. Ä°nsanın fikirleri, 10 sene öncesinin fikirleriyle farklılaÅŸabilir. Dolayısıyla bu listeler yeniden tanzim edilmeye muhtaçtırlar. Bugün sana iyi gelen ÅŸey 20 sene sonra muhtemelen iyi gelmeyecektir. Dolayısıyla seni ÅŸu an etkilediÄŸini düÅŸündüÄŸün isim, 20 sene önce söylediÄŸin isimle aynı isimse ya nostaljiye kapılmışsın demektir ya hiç deÄŸiÅŸmemiÅŸsin demektir ya da ezberlerle hareket ediyorsun demektir. Böyle insanlar olabilir mi; tabii ki olabilir. Hayat bütün mucizelere açıktır. 30 sene boyunca deÄŸiÅŸmeyen adam olabilir mi; olabilir. Türkiye’de de bunlardan çok var.

Sizce; aslında benim çok anlamlandıramadığım bir kavram ama büyük yönetmen nedir? Bergman ve Tarkovski gibi isimlere büyük yönetmen diyoruz ama bu kavramın da sanki içini çok dolduramamışız gibi geliyor tanımlarken.

Evet, insanlar mitler inÅŸa edip bu mitlere inanmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Evet, bunların büyük yönetmenler olduÄŸu söylenebilir. Önemli bir tarafları var. Büyük yönetmen nedir diye bana sorulduÄŸu zaman verebileceÄŸim yanıt ÅŸudur: Bir kere kendine ait bir iÅŸaretler sistemi olacak ve bu iÅŸaretler sistemini baÅŸkalarına, ekibine anlatabilmeyi ve onların yardımıyla beyaz perdeye yansıtmayı baÅŸarabilecek. Kendine ait iÅŸaretler sistemi de, ahlaki ve estetik olarak bütünsel bir ÅŸeyi ima ediyor. Åžimdi bu post-modern dünyada, merkezin bulunmadığı dünyada ahlaki ve estetik bütünsel sistemleri kurmak… Bu çaÄŸda ne kertede mümkün ayrı bir tartışmanın konusu. Dolayısıyla bu imajı öne süren insanların dediÄŸi gibi büyük yönetmenlerle ileride karşılaÅŸabilir miyiz? Bu sormamız gereken bir soru. ÇaÄŸ buna izin verir mi? Belki de karşılaşırız büyük konuÅŸmamak gerekir.

Post-modernizmin her ÅŸeye eleÅŸtirel bir gözle bakması da aslında ÅŸu an bile pek çok umut vaat eden yönetmeni rahat eleÅŸtirmemize olanak saÄŸlıyor. Bu minvalde iyi filmi kötü filmden ya da ikisini birbirinden ayırabilecek temel ölçüt gibi bir ÅŸeyden bahsetmek mümkün mü? Ya da bir filmin tamamen iyi veya tamamen kötü olduÄŸundan söz edebilir miyiz? Filmleri böyle etiketleyebilir miyiz?

Herkes kendi meÅŸrebince bir tanımda bulunacaktır. Ama gerçekliÄŸi askıya alma kapasitesi bu hususta ilk söyleyeceÄŸim ÅŸeylerden biri olacaktır. Ä°kincisi gerçekliÄŸi askıya alma kapasitesinden hareketle kendi koyduÄŸu öncelere, kendi koyduÄŸu aksiyonlara sonuna kadar sistematik ve tutarlı bir biçimde sadık olan yapı, iyi bir yapı olmaya adaydır. Yani adamın aÄŸzından çıkanı kulağının duyduÄŸu ve bunu yaparken de gerçekliÄŸi askıya alma becerisi gösterebildiÄŸi bir çerçeveden bahsediyorum.

Sizin filmografinize baktığımız zaman en başından beri kendine has bir sinema geleneÄŸiniz olduÄŸu göze çarpıyor ve gayretiniz de bu yönde zaten. Bu durum sizin hayat ile olan iliÅŸkinizi nasıl belirliyor?

Bu soru ÅŸöyle de sorulabilir, benim hayat ile olan iliÅŸkim sinemamı nasıl etkiliyor. Çünkü bunlar muhtemelen karşılıklı olarak birbirini tetikliyor. Galiba en basit yanıt ÅŸu olacaktır: BaÅŸka türlü olamadığım için, baÅŸka türlü yapmak elimden gelmediÄŸi için bu filmler ortaya çıkıyor.

Cenneti Beklerken filminden bir kare

Sinema yapmaktan baÅŸka çarem yok, mu diyorsunuz?

EÄŸer sigortacılığı iyi yapabiliyor olsaydım ya da avukatlığı iyi yapabiliyor olsaydım; çok iyi bir iÅŸ adamı olsaydım -ki bunun okul eÄŸitimini gördüm- muhtemelen onları yapacaktım. Onları yapmadığıma göre, onları yapmak istemediÄŸime göre, ayaklarım geri geri gittiÄŸine göre demek ki olmamış. Demek ki bu benim olmam gereken bir ÅŸeymiÅŸ. Yazgı diye bir ÅŸeye de inanmak gerekiyor.

Hocam hat sanatı, minyatür, Frenk resmi… Filmlerinizde geleneksel sanatları sinematik bir baÄŸlam içerisinde ele alıyorsunuz ve bu açıdan sinemanızda geleneksel sanatlarla kurduÄŸunuz iliÅŸkinin mahiyeti nedir?

Ä°nsanlığın hazinesinden, ortak bilinç altından gelen, deneyimlerinden gelen bir form bu. Ä°ster klasik olsun ister anti klasik olsun… Ä°nsanlığın böyle ortak bir mirası var. Bütün insanlık için kullanılabilecek ortak bir havuz var ama bu havuzun içerisinde bizim geçmiÅŸimizden kaynaklanan formlar aktarılırsa bizi hem biçim hem içerik olarak zenginleÅŸtirebilir. Benim gelenekle iliÅŸki kurma nedenlerimden bir tanesi bu. Ä°kincisi birçok ÅŸeyin kurgu olduÄŸunu düÅŸünüyorum; özgürlük adını verdiÄŸimiz ÅŸeyin, sahihlik adını verdiÄŸimiz ÅŸeyin de bir kurgu olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Dolayısıyla okulları sürekli olarak yeniden tanımlamak zorunda olduÄŸumuzu da düÅŸünüyorum. Bundan dolayı geleneÄŸin büyük dolabına yaslanıp oradan bugünü anlamlandırabilecek çeÅŸitli malzemeleri bir araya getirmeye, kurgu yapmaya gayret ediyorum. Bugünü daha iyi yaÅŸayabilmek ya da geleceÄŸi inÅŸa edebilmek adına. Yahya Kemal’in bir dizesi vardı. Kökü mazide olan bir atiden bahsettiÄŸi…

Bunu birtakım eklemelerle kullanabileceÄŸi mi düÅŸünüyorum, Yahya Kemal’den Ahmet Hamdi Tanpınar’ın alıp da kullandığı imtidat fikrine önem veriyorum. Ä°mtidat deÄŸiÅŸerek devam etmek ya da devam ederek deÄŸiÅŸmek anlamına gelen bir sözcük. Dolayısıyla bu benim peÅŸinde olduÄŸum ÅŸeylerden en önemlisi. DeÄŸiÅŸerek devam etmek ya da devam ederek deÄŸiÅŸmek; imtidat fikri…

Geleneksel sanatlara dönecek olursak geleneksel sanatları sineması için önemli kaynaklardan biri olarak görüyorsunuz gelecek projelerinizde ele almayı düÅŸündüÄŸünüz baÅŸka bir sanat dalı var mı ya da yine geleneksel sanatlar üzerinden devam etmeyi düÅŸünüyor musunuz?

Çini ile ilgili bir senaryo yazmıştım ama derin dondurucuya kaldırdım. O, orada duruyor. Biraz dinlenmesi lazım galiba… Ama çini dikkatimi ve ilgimi çekiyor. Onu söyleyebilirim. Yapılış biçimi, ruhu, o fırınlarda piÅŸme meselesi; bunlar ilgimi çekiyor Ara ara belirli periyotlarla gider, iyi çini ustalarıyla konuÅŸur, çay içerim mesela. Belki de zamanını bekliyor; her proje zamanını bekler.

Filmografinize baktığımız zaman, toplumsal meseleleri de ele aldığınızı görüyoruz. Bu, ben sadece sanat yapıyorum tavrı deÄŸil; aynı zamanda ben toplumsal duyarlılıkları da olan biriyim demek. Ya da politik bir film yaparken ki vicdan meseleniz var… Bu konu hakkındaki düÅŸünceleriniz nelerdir?

Bunlar, birbirinden ayrılamayan ÅŸeylerdir. Bunlar Gestalt’tır. Bir araya geldiÄŸi zaman baÅŸka bir ÅŸeye dönüÅŸen ve parçalarına ayrılamayacak olan ÅŸeydir. Filmleri yapmama neden olan etkenleri bana sorduÄŸunuz zaman bu etkenlerin tek tek, ayrı ayrı parçalara bölünüp bir tanesine indirgenemeyeceÄŸini, tümünün toplu olarak iÅŸin meydana gelmesinde etken olduÄŸunu söylemem mümkün. Mesela ahlaki kaygılar var, vicdan var, haksızlık karşısında rahatsız olma var gibi…

Toplumsal duyarlılıkları yansıtma açısından sinema sizin için nasıl bir iÅŸlevsellik taşıyor yahut bir iÅŸlevsellik taşıyor mu?

Åžahit olma, gösterme, not düÅŸme; bundan daha büyük bir ÅŸey olabilir mi? Işık tutuyorsun karanlığa… Bilinmeyen, görülmeyen, bilinme ihtimali olmayan tozlu bir köÅŸeye el fenerini tutuyorsun ve onu mühürlüyorsun sinemayla.
Biraz önce her ÅŸeyin bir kurmaca olduÄŸundan bahsettik. Mesela Tabutta RövaÅŸata’da bir motto vardı: “Bu hikâye tamamen gerçektir, çünkü onu biz uydurduk.” Bu, aslında her ÅŸeyin tersinden söylenmiÅŸi gibi geliyor bana. Bu noktada sizin sinemanız kurmaca ile gerçek arasında nasıl konumlanıyor. Ya da nerede konumlanıyor?

Ä°lk romanım aslında tam da bu soruyla ilgilenen bir romandır kurmacanın, kitabın kendisinin bir ÅŸeyi inÅŸa etme sürecinin farkında olmanın merkeze alındığı bir romandır o. Dolayısıyla Bu konularla ilgili dayak yemiÅŸ, ter dökmüÅŸ birisi olarak kurgunun ne kadar önemli olduÄŸunun farkında olduÄŸumu naçizane söylemek isterim. Dolayısıyla ilk filmimin jeneriÄŸinde o laf, bu sebeple yer aldı. O laf, sonraki filmlerinin birçoÄŸunda da bana yol gösterdi, kulağıma küpe oldu. Mesela çobanlarla ilgili çektiÄŸim Devir filminde sanki orada hiç kurgu yokmuÅŸ gibi gözükür. Hiçbir ÅŸey yapmamışlar; orada öylece durmuÅŸlar ve film kendi kendine oluÅŸmuÅŸ gibi gözükür. Aslında öyle deÄŸildir. Orada büyük bir kesme, biçme, dışarıda bırakma, içeriye alma ve bunun çok bilinçli yapılması söz konusudur. Çok gerçektirler, çünkü onları ben uydurdum.

Andre Bazin de sürekli gerçeÄŸe yaklaÅŸmaktan ama asla gerçek ile çakışmamaktan söz ediyor ya…

Ä°ÅŸte kurmaca da onun için zaten. O yüzden kurmaca gerçeÄŸi deÄŸil, “hakikati” saf hâliyle, daha bütüncül haliyle ele almayı kolaylaÅŸtırabilir.

Bu durumda ilgili hedef gerçek deÄŸil aslında hakikat oluyor…

Amaçların ile kullanacağın araçların ne olduÄŸunun farkında olacaksın. Senin bir özne olarak yapmakta olduÄŸu ÅŸeyin parçasında duruyor olduÄŸunu biliyor olacaksın. Ondan sonra suya atlayacaksın. Olmakta olan bir sürecin parçası olduÄŸunu bilerek, yapmakta olduÄŸun iÅŸe devam edeceksin ve mesafe alma duygusunu hep koruyacaksın; akmakta olan ÅŸeye karşı mesafe alma duygusunu koruyacaksın…

Çamur filminden bir kare

Mesafe alamadığımız zaman zaten incelediÄŸimiz nesnenin kendisine dönüÅŸmez miyiz?

Bu da büyük bir tehlike, bu yüzden fanatikler ortaya çıkıyor. Bu yüzden ne dediÄŸini bilmeyenler ortaya çıkıyor. Yaptığı ÅŸeyin sonuna kadar doÄŸru olduÄŸunu zanneden bir sürü adam bu yüzden ortaya çıkıyor. Her kesimden…
DoÄŸa ile bütünleÅŸik olarak mekânı yeniden inÅŸa ediyorsunuz… Bu inÅŸa sürecinde sizin için neler ön plana çıkıyor?

Bu bütün filmler için geçerli olacak bir ÅŸey. Galiba buna, baÄŸlama göre en uygun yuvayı inÅŸa etme çabası, diyebilirim. Zaten bütün filmler öyle deÄŸil midir? Bir film yapma giriÅŸimi de bir toprak parçası üzerinde ki size ait ama baÅŸka insanların da yaÅŸayabileceÄŸi onlara yuva olabilecek ev gibi bir ÅŸeyi tasarlama; çatıyı, yapıyı tasarlama giriÅŸimi deÄŸil midir? Aynı ÅŸeyi film için de söyleyebiliriz. Bir projeden ötekine deÄŸiÅŸebilirler. Nasıl ki insanların ev yapacakları arazi deÄŸiÅŸiktir, iklim deÄŸiÅŸiktir, alışkanlıkları deÄŸiÅŸiktir, inançları deÄŸiÅŸiktir. O yüzden sizin onlar için yapacağınız yuvalar da her defasında farklı olabilir. Ä°ÅŸte sizin o ruhu dinleyebilecek gözleri geliÅŸtirmeniz gerekir ve de kalbi geliÅŸtirmeniz gerekir. Ya da aklı geliÅŸtirmeniz gerekir. Bir de bütün bunları; gözleri, kalbi, ruhu beraber götürebilecek bir ağı kurmanız gerekir. Bu ağı belki bütün filmler için geçerli olabilecek bir bilinç olarak zikredebiliriz. Yoksa her filmde bu deÄŸiÅŸebiliyor. Ä°nsanın doÄŸa ile olan iliÅŸkisi, insanın yuva kurma mücadelesi her filmde vardır. Zaten film kendine yuva yapma giriÅŸimi deÄŸil midir? Bir eve dönüÅŸ, bir ev arama, geceleyin kendini evinde hissedebileceÄŸi bir yer bulup oraya sokulma hissini yaratma… Film yapmak böyle bir ÅŸey deÄŸil midir? Tekinsiz filmler yapan adam bile -aslında- en son tahlilde bunu istemiyor mudur? En korkunç filmini yaptığını var say; en ÅŸiddetli filmini yaptığını var say, o ÅŸiddet bile senin bir yuvaya muhtaç bir adam olduÄŸunu bir bakıma göstermiyor mudur? Ä°ÅŸte onu demeye çalışıyorum. Yuvasızlık nedeniyle buralara kadar savruldum ben, diyen bir adamın filmini izliyorum diye düÅŸünüyorsun öyle bir filmi oturup da izlediÄŸin zaman.

Horkheimer’ın Akıl Tutulması’nda bir cümlesi var. Ä°nsan paranoyakça bir hırsla doÄŸayı kendine ait kılmaya çalışmaktan vaz geçtiÄŸi anda doÄŸanın dilinin çözülmeye baÅŸladığını görecektir ve bunun iÅŸitilmemiÅŸ ama yine de anlaşılabilir bir dil olduÄŸunu… Balık filmini izlerken aklıma sürekli bu cümle gelmiÅŸti. Filmografinize baktığımız zaman sadece Balık olarak düÅŸünmemek lazım Nokta’da da benzer bir durum var, Çamur’da da benzer bir durum var. Genel olarak insanı doÄŸa ile kurduÄŸu iliÅŸki üzerinden mi ele alıyorsunuz?

Horkheimer’ı 30 yıl önce okuduÄŸumu hatırlıyorum. Bir ÅŸekilde etkilemiÅŸim yahut onun tortuları kalmış ki bu filmler ortaya çıkmış. Ama Horkheimer dediÄŸimiz için ÅŸimdi bu yanıtı veriyorum. Aslında unuttuÄŸumuzu zannetsek bile kafamızın bir köÅŸesinde hep yazılı olarak duran bir ÅŸeyler olma ihtimali beni heyecanlandırıyor. Onlar da menkıbeler, mitler. Onlar, insanlığın ortak bilinçaltı. GeleneÄŸe gidiÅŸimin altındaki sebeplerden bir tanesi de o. Menkıbeleri yeniden hatırlamaya çalışmak. Balık da aslında bir mit yaratma giriÅŸimidir. Kadının, balığın iyileÅŸtirici gücüne inanıyor olması, onun peÅŸine düÅŸmesi ve onu bir homeopatik deneyim haline getirmesi… O balığı bulma mücadelesi, aslında mitik bir giriÅŸim. Oradaki Havva karakteri, mitik bir karakter. Öyle de olmasını istemiÅŸtim. Günümüzün mitik karakterlerinden biri tabii ki. Ne kadar olabilirse… Bir tür yeniden yazım. Mitin yeniden yazılması… Öteki filmlerimde de az ya da çok bu vardır.

Biraz da Türk sineması hakkında ne düÅŸündüÄŸünüzü sormak istiyorum.

Eyvah eyvah…

90’ları alüvyonik sinema olarak tanımlamıştınız. Peki, 2010 sonrası Türk sineması sizce nasıl bir yerde? Ya da 90’lardaki alüvyonik sinema anlayışının yerine ÅŸu an bütünlüklü bir sinema anlayışının yerleÅŸtiÄŸini söyleyebilir miyiz?

Hayır, daha da parçalanmaya doÄŸru gidiyor. Alüvyoniklik daha da arttı denebilir. Belki de Åžunu demek lazım; alüvyon kollar daha çok arttı ve kendi içinde baÅŸka alüvyonlara ayrılıyor ama yine de bu alüvyonun kollarında belki de küçük gruplar, bölgeler, kısımlar, olduÄŸu ileri sürülebilir.

Karakteristik olarak Türk sineması çok bahsedemediÄŸimiz ve inÅŸa etmeye çalıştığımız bir ÅŸeydi aslında.

Evet, çünkü anlamaya çalışıyorduk ve anlamaya çalıştığımız zaman onu parçalayıp isimlendirip baÅŸka bir ÅŸey hâline dönüÅŸtürmeye kalkışırsınız. Her isimlendirme deneyiminin de böyle bir talihsizliÄŸi olur.

Kendimize has bir sinema oluÅŸturmaya çalışırken sinemamızı önce parçalayıp sonra mı bütüne gitmemiz gerekecek?

Bunu dinamik biçimde yapabilen, açıklayıcılığını, dayandığı kavramı da sahih, hakiki kılmaya çalışan birisi daha saÄŸlıklı bir fotoÄŸraf çekmeyi baÅŸarabilecektir. Ama gerçeklik o kadar parçalı ki bunu ifade edebilmek için gerekecek olan zihni melekeleri ya da söylemlerin de belki parçalı olması gerekecek. Çünkü ÅŸu anda birçoklu hakikat ile karşı karşıyayız.

Sizce günümüzde, Türk sinemasında, umut vadeden çalışmalar var mı?

Neden olmasın ki hiçbir zaman insanların umudunu kaybetmemesi gerekiyor. Gençler bir ÅŸeyler yapmaya baÅŸladı. Bunların bir kısmı iyi iÅŸler yaptılar, yapıyorlar, yapacaklar… Bir kısmı yapmaya devam edemeyecek. Bir kısmı yapmaya devam edecek. Aralarında kendi sistemini kuran birileri de elbet çıkacaktır. Umutsuz olmak için bir neden yok. Aşırı umut beslemek için de bir neden yok ama bu kadar çeliÅŸkili ve parçalanmış bir toplumun enteresan bir ÅŸeyler çıkarma ihtimali her zaman yüksektir. Önemli olan; o enteresan, o ÅŸaşırtıcı ÅŸeyin içerisinde ayakları yere basan saÄŸlam malzemeyi çekip çıkarabilmek ya da besleyip büyütebilmeyi baÅŸarabilmek. Bu da ancak kendinle ve gelenekle hesaplaÅŸmaktan geçer. Åžaşırtıcılık aÅŸamasını geçen insanların kendine soracağı en önemli soru budur. Ä°ÅŸaretler sistemini, kendi sistemini kurmak için sen nereye gideceksin? KardeÅŸim hadi ilk iki filmini yaptın, üçüncü filmini de yaptın, muhtemelen dördüncü filminden sonra kendisine bazı sorular sormaya baÅŸlayacaktır: Ben IÅŸaretler sistemini kurmak için nerelere gidiyorum?

Baktığımız zaman ilk filmini çekip ortadan kaybolan çok yönetmen var.

Yapı; ÅŸu anki endüstriye ait yapı böyle bir eÄŸilime el veriyor.

Ama 90’lara baktığımızda, yani sizin döneminizde çok daha zor deÄŸil miydi?

Bizim dönemimizde film yapmak Everest’e tırmanmak gibiydi ÅŸimdi dijital teknoloji sayesinde film yapmak kolaylaÅŸtı ama ayakta kalmak devam etmek daha da zorlaÅŸtı. Sinema tarihinde hatta artık sinemada diyelim bence en büyük ödül uzun döneme yayılan bir kariyere sahip olmak. Hatta uzun döneme yayılan bir kariyere sahip olup istediÄŸin iÅŸleri yapabilmektir. Uzun kariyer, istediÄŸin iÅŸi yaptığın kariyer, bir de istediÄŸini istediÄŸin ÅŸekle en yakın pozisyonda gerçekleÅŸtirdiÄŸin bir kariyer. Bu, sinemada artık alınabilecek en büyük ödüllerden bir tanesi… Gerisi bazen gelir, bazen gelmez.

Ä°zleyici olarak DerviÅŸ Zaim kimdir?

Her ÅŸeyi izlerim. Kim ne yapmış ne etmiÅŸ, hazzetmediÄŸim dahi olsa izlemeye gayret ederim. Sistematik izleme midir bu? Her zaman Sistematik olmayabilir. Ama mümkün olduÄŸunca izlemeye, bilmeye gayret ederim. Ne yapmış, nereye gitmiÅŸ, nereye gidebilir, nereden gelebilir? Bütün bunları anlamakta yarar var.
Asla bu alana girmem dediğiniz bir alan var mı?

Müzikal yapar mıyım bilmiyorum.

Hocam yapmayın ne olur…

Belli olmaz.

 

Kaynak: Cins Dergi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.