Koray Şerbetçi'nin kaleminden: Yankee'ler ve Osmanlı
ABD tarihi geleneği itibariyle çizgisini hiç bozmadan Anadolu ve Ortadoğu üzerindeki siyasetini sürdürüyor. Yani hep aynı proje. Bağımsız ve güçlü bir İsrail Devleti ve onun etrafında sosyolojik temeli olmayan yapay-mikro devletçikler. Ama bu planı yaparken her defasında da aynı yerde tökezliyor, yani bölgedeki Türkleri hesaba katmıyor.
Türkiye ve ABD iliÅŸkileri son günlerde bir hayli gergin. Bu durum elbette ABD’nin 1990’da Irak’a saldırmasıyla baÅŸlayan ve günümüzde Suriye’deki tutumuna dek süren OrtadoÄŸu’yu hallaç pamuÄŸu gibi atan yıkıcı politikalarının bir sonucu. SoÄŸuk SavaÅŸ dönemindeki stratejik ortağı Türkiye’nin gözünün içine baka baka Suriye’nin kuzeyinde PYD/PKK terör örgütüne yapay bir devlet kurdurtmak istemesi de bardağı taşıran son damla oldu.
Peki günümüzde kopma noktasına gelen Türkiye-ABD iliÅŸkileri nasıl baÅŸlamıştı? Bu merakı gidermek ve günümüzdeki durumu tahlil edebilmek için bir hayli geriye gitmek gerek. Sorunun saÄŸlıklı teÅŸhisi için adeta tarihî bir psikanaliz yapar gibi Cumhuriyet Türkiye’sinin de öncesine yani Osmanlı dönemine kadar uzanmalı.
Malum ABD, Türk tarihi ile oranlandığında tabiri caizse çok toy bir devlet. 4 Temmuz 1776 Amerika Bağımsızlık Bildirgesi’nin ilanını esas aldığımızda ABD’nin yaklaşık 250 yıllık bir takvim yaşına sahip olduÄŸunu görürüz. Öyle ki ABD, kurulduÄŸu 18. yüzyıl-da ve geliÅŸtiÄŸi 19. yüzyılda dünya siyaset tahterevallisinin dengesini deÄŸiÅŸtirecek bir ağırlıktan da uzak bir devlet olarak karşımıza çıkar.
Son dönem büyük Osmanlı hukukçusu ve tarihçisi Ahmet Cevdet PaÅŸa dahi eserinde ABD’nin politik etkisini Kırım’ı Ruslara kaptırmamız vesilesiyle dile getirir. Ona göre Ä°ngilizler ABD bağımsızlık savaşıyla meÅŸgul olduÄŸundan Rusların Kırım’ı ele geçirmesine dünya siyaset dengeleri adına müdahale edememiÅŸlerdir. Cevdet PaÅŸa bu kadarla bırakır iÅŸi.
O zaman hangi vesileyle Osmanlı Devleti bu nevzuhur ABD ile siyaseten bir iliÅŸki kurdu? BildiÄŸimiz ilk hamle, 1784 tarihinde ABD Kongresi kararıyla Thomas Jefferson, Benjamin Franklin ve John Adams’ın Osmanlı Devleti’yle dostluk ve ticaret antlaÅŸması yapmak için görevlendirilmesidir. Ama ortaya öyle elle tutulur bir ÅŸey çıkmamıştır. Çünkü iki devlet arasındaki mesafe ister istemez iliÅŸkilerin yoÄŸunluÄŸunun düÅŸük seviyede seyretmesini zorunlu kılmıştır. Ta ki 19. asrın bitmesine ramak kala.
Bir hatanın ilk adımı
ABD, kadim dünyanın siyasi sahasına önce ekonomi alanında arz-ı endam ederek girdi. Bu sebeple ticari faaliyetlerini Akdeniz’de baÅŸlatmak isteyen ABD, buradaki ilk anlaÅŸmayı 1786 Temmuz’unda Fas ile imzaladı. Fas Sultanı’ndan Amerikan gemilerinin Fas limanlarını kullanması için gerekli izni aldı. Ama ABD günümüze dek sürecek bir hatanın ilk adımını da burada attı. Yani Akdeniz’de Türkleri hesaba katmamıştı. Akdeniz’e giren Amerikan gemileri karşılarında resmiyette Ä°stanbul’a baÄŸlı ama fiiliyatta serbest olan MaÄŸrip Ocakları’nın Türk kuvvetleriyle karşılaÅŸtılar. Malumdur MaÄŸrip Ocakları dediÄŸimiz yapı, Akdeniz’in Ä°slam kıyılarını Batılı donanmalara karşı koruyan Cezayir, Tunus ve Trablusgarp’a (Libya) egemen Osmanlı deniz akıncılarıydı.
MaÄŸrip Ocakları’ndan Cezayir’e baÄŸlı mücahitler iÅŸte bu ABD gemilerine taarruz etmeye baÅŸladı. Zira ne MaÄŸrip Ocakları ne de Devlet-i Aliyye arasında bu yeni devletle bir resmi antlaÅŸma bulunuyordu. Bu dönemde MaÄŸrip Ocakları’na ait kuvvetlerin ilk ele geçirdikleri gemi de Boston Limanı’na kayıtlı Maria adlı bir gemi oldu. Bunun ardından Cezayir kuvvetleri 11 Amerikan gemisini ele geçirince ABD Kongresi durumdan rahatsız olarak baÅŸkan Washington’a ciddi bir ödenek ayırdı ve ticaret gemilerini korumak için savaÅŸ gemileri inÅŸa edilmesi kararını aldılar. Yani günümüzün okyanus aşırı ABD donanmasının temeli Türk korkusuyla atılmıştır dersek mübalaÄŸa etmiÅŸ olmayız sanırım.
ABD kuvvetleri ticaret gemilerini korumak için tesis ettikleri donanmayı Akdeniz’e gönderdi. MaÄŸrip Ocaklarına baÄŸlı Türk kuvvetleri ile mücadele eden ABD güçleri baÅŸarılı olamadılar. Akdeniz’de Türkleri hesaba katmamanın sonucunda ABD, baÅŸkanın emriyle 1795’te Joseph Donaldson baÅŸkanlığındaki bir Amerikan heyetini anlaÅŸma imzalamak üzere Cezayir’e gönderdi.
Böylece ABD tarihinde Türkçe kaleme alınan bir antlaÅŸma imzalandı. AntlaÅŸma metni ÅŸöyle baÅŸlıyordu: “Bu belge dünyanın hâkimi, denizlerin ve karaların hükümdarı, kralların efendisi, sultanlar sultanı, imparatorlar imparatoru, Sultan Mustafa Han’ın oÄŸlu Sultan Selim Han’ın dikkatli bakışları altında imzalanmıştır. Allah, O’nun hükmünü daimî kılsın”
AnlaÅŸmaya göre Cezayir’de bulunan esirlerin bırakılması için Cezayir dayısı Hasan PaÅŸa’ya bir kerede 642 bin 500 dolar verecek ve her sene 12 bin Cezayir altını eden 21 bin 600 dolar tutarında vergiyi de düzenli ödeyecekti. Kısacası Osmanlı’ya baÄŸlı MaÄŸrip Ocakları’ndan Cezayir beyliÄŸi ABD’yi vergiye baÄŸlamıştı. Ardından Tunus ve Trablus (Libya) beylikleriyle de antlaÅŸma yapıldı. Böylece ABD tarihinde ilk defa Türkleri siyaset denklemine katmamanın realitesiyle tanışmış oldu. Takvimler 1830’u gösterdiÄŸindeyse Sultan II. Mahmud devrinde Reisülküttab Mehmed Hamid Efendi tarafından yapılan antlaÅŸmayla ABD, doÄŸrudan Devlet-i Aliyye ile de iliÅŸkilerini resmileÅŸtirdi
Batılı emperyal genetik
ABD, bu süreçte Osmanlı Devleti’nin siyaseten ahlaklı duruÅŸu ve antlaÅŸmalara sadakatiyle tanıştı. ÖrneÄŸin 1800 senesinde Ä°s-tanbul’a gelen George Washington USS gemisi kafaları karıştırmıştı. Henüz kimsenin pek de bilmediÄŸi bir ülkeye ait bu gemi halk arasında ÅŸaÅŸkınlık meydana getirdi. Fakat gemi, yetkililerin gemi kaptanına: “Yeni Dünya’dan mısınız?” sorusunu yöneltme-si ve gemiden “evet” cevabını almaları üzerine “HoÅŸ geldiniz” cevabıyla olumlu karşılanmıştı.
1861–1865 Amerikan Ä°ç Savaşı’nda Osmanlı Hükûmeti’nin kölelik karşıtı Kuzeyli “Birlik” tarafını desteklemesi Amerika’da bir Türk sempatisini dalgalandırmıştı. Bu sıcaklaÅŸmanın ardından iÅŸ, Osmanlı gemilerinin Amerika’da yapılması ve Osmanlı ülke-sinde Amerikan okulları açılmasına kadar uzanmıştı.
19. yüzyıl boyunca Osmanlı’nın siyasî ahlakı çerçevesinde sorunsuz ilerleyen Osmanlı-ABD iliÅŸkileri ABD’nin Batılı emperyal genetiÄŸinin getirdiÄŸi siyasi hırsının gadrine uÄŸradı. Osmanlı Devleti tarafından izin verilen Amerikan kolejleri, Anadolu ve Orta-doÄŸu coÄŸrafyasını yapay devletlere bölmek için militan yetiÅŸtirme yuvalarına döndü. Özellikle Merzifon’daki Amerikan Koleji, Pontusçu teröristlerin yetiÅŸtirildiÄŸi terör kampı haline geldi.
Osmanlı Devleti 1912’de Balkan SavaÅŸları’nı yaparken Amerikan kamuoyunda bu kez de Türk karşıtı bir dalgalanma oldu. ABD yine Türkleri hesaba katmama hastalığına tutuldu. Hatta aynı yıl Morgenthau’nun Ä°stanbul’a ABD elçisi olarak atanma kararnamesi Wilson’un önüne geldiÄŸinde baÅŸkan; “Türkiye diye bir ÅŸey olmayacak ki, elçi göndermek gereksin” demiÅŸti.
I. Dünya Savaşı baÅŸladığındaysa henüz Osmanlı ve ABD tarafsız pozisyondayken Osmanlı Büyükelçisi Ahmet Rüstem Bey “persona non grata” ilan edilerek sınır dışı edildi. Wilson, 10 Ekim 1917’de Albay House’a “Türkiye’nin haritadan silinmesi” görüÅŸünün açık savunuculuÄŸunu üstleneceÄŸini söyledi. Hatta Amerikan askerlerinin Avrupa’ya deÄŸil de OrtadoÄŸu’ya asker gönderilip Türklerin maÄŸlup edilmesinin daha uygun olacağını belirtmiÅŸti.
I. Dünya Savaşı sonlandığında galip devletler safında bulunan ABD, yine Türkleri hesaba katmadan ortaklarıyla bir takım projeler üzerinde çalıştı. Her ne kadar ünlü Wilson Ä°lkeleri’nin 12. Maddesi Türklerin çoÄŸunlukta olduÄŸu sahaları Türklere bırakmayı öngörüyorsa da ABD’nin bundan kastı Anadolu’nun ortasında Haymana Ovası ve civarından ibaretti.
Mikro-yapay devletler
Falih Rıfkı Atay ABD’nin bu tutumunu anlatırken ; “Acaba Amerika, Türkiye’yi kaç otonomiden kurulma bir federasyon olarak bırakacaktı” diyerek o dönemdeki havayı dile getirmiÅŸti. Amerika’nın günümüzde OrtadoÄŸu’daki mikro-yapay devletler projesin-den çok iyi bildiÄŸimiz tutumu o günlerde de aynıydı. Bugünkü Türkiye üzerinde; boÄŸazların uluslararası bir komisyona, DoÄŸu Anadolu’dan Kafkasya’ya kadar olan bölgenin Ermenistan’a, Batı Anadolu’nun Yunanistan’a, Ä°stanbul’un da Konstantinapol Åžehir Devleti adı altında manda idaresine bırakılmasını hesaplıyordu. Hesap etmediÄŸi bir ÅŸey vardı: Türkler.
Ama sonuç malum. Milli Mücadele sonucu ABD’nin Anadolu üzerindeki tüm bu plan ve projeleri boÅŸa çıkmıştı. Hatta 1920’de Ermeniler Türk ordusu tarafından yenilgiye uÄŸratılıp Gümrü AntlaÅŸması imzalanmış ve Erivan Hükûmeti dahi iddialarından vaz-geçtiÄŸini ilan etmiÅŸken ABD’li hem Cumhuriyetçi Parti hem de demokrat Parti’nin senatörleri açıklama yaparak “Ermeni davası için gereken neyse yapacakları” tehdidini savurmuÅŸlardı. SavaÅŸ sonrası Ä°ngiltere ve Fransa TBMM hükümetiyle masaya oturma kararı almışken buna en fazla ABD direnmiÅŸti. Bu tutumları II. Dünya Savaşı sonrası SSCB tehdidi çıkana kadar da sürecekti.
Sözün kısası, ABD tarihi geleneÄŸi itibariyle çizgisini hiç bozmadan Anadolu ve OrtadoÄŸu üzerindeki siyasetini sürdürüyor. Yani hep aynı proje. Bağımsız ve güçlü bir Ä°srail Devleti ve onun etrafında sosyolojik temeli olmayan yapay-mikro devletçikler. Ama bu planı yaparken Her defasında da aynı yerde tökezliyor yani bölgedeki hesaplarında Türkleri hesaba katmıyor.
Yahudi devleti memnuniyeti
ABD baÅŸkanı Wilson, Lord Rotschild’e yazdığı bir mektupta: “Filistin planlarının geliÅŸmesiyle büyük ölçüde ilgileniyorum. Bu planların memnunluk verici ve sürekli olmasını bütün kalbimle umarım” diyerek Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasını desteklediÄŸini ifade etmiÅŸ ve bu demeci ABD resmi makamlarınca yalanlanmamıştı.
Osmanlı’dan deve talebi
Ä°leride bir suikasta kurban gidecek baÅŸkan Abraham Lincoln, ABD donanmasına ait bir nakliye gemisini Ä°stanbul’a göndererek, Meksika ve Teksas çöllerinde nakliye için kullanmak üzere Osmanlı’dan deve istemiÅŸti. Devlet tarafından iki çift damızlık deve temin edilmiÅŸ, Hacı Ali isminde bir deveciyle Amerika’ya yollanmıştı. Hatta 1861’de çıkan Amerikan Ä°ç Savaşı’nda bu develer nakliyede kullanılmıştı. Deveci Hacı Ali de Arizona’ya yerleÅŸmiÅŸ ve burada vefat etmiÅŸti.
Kaynak: Açık GörüÅŸ / Nisan-2018
Henüz yorum yapılmamış.