Yasin Aktay: Tanrıya hükmetme arzusu ve kökenleri
İşin özü Allah’ı gereği gibi takdir etmek. Allah’ı gereği gibi takdir etmek onu tenzih etmekten başlar aslında. Tenzih, onu emekliye ayırmak, ona olumsuzlukları, benzemezliği atfetmekle yetinmek değil. O’nu can kulağıyla dinlemeye hazır hale gelmek demektir aynı zamanda.
“Bir ÅŸeyler azıcık inanılmaz göründüÄŸünde en çok ihtiyaç duyulan ÅŸey inanç deÄŸil midir? Ä°nanç ancak bazı ÅŸeylere inanmanın imkansız olduÄŸu ölçüde inanç deÄŸil midir? Ä°nanca kesinlikle tuhaflıklar bize karşı olduÄŸunda, herkesin devam etmenin çılgınca bir ÅŸey olduÄŸunu düÅŸündüÄŸünde, bazı ÅŸeyler inanılmaz görünmeye baÅŸladığında ihtiyaç duymaz mıyız?”
Aynı zamanda bir Katolik ilahiyatçı da olan ünlü radikal hermenötikçi John D. Caputo’nun “Tanrı Tecrübesi ve Ä°mkansızın Aksiyolojisi” (tezkire, sayı 71, 2020) baÅŸlıklı makalesinden aktardığımız ifadeleri Hıristiyan dünyasının modernist, positivist, Aydınlanmacı tehdide karşı sergilediÄŸi direniÅŸ söyleminin güçlü bir örneÄŸi.
Halbuki buradan bakınca belki yaygın bir ezberimiz Hıristiyan ve Yahudi dünyasının modernizmin meydan okumalarına karşı çok daha teslimiyetçi bir tavır sergilemiÅŸ olduÄŸunu ve kitaplarına, inançlarına, mucizelerine dair ne varsa hepsini aydınlanmacı despotizme teslim etmiÅŸ olduklarını okur. DoÄŸrusu böyle bir ezbere bizi hazırlayan çok mebzul miktarda bir Batılı literatür vardır. Nietzsche’nin Tanrının ölümünü ilan eden nihilist felsefesinin gerçekten de Batı’da tanrıyı hayattan topyekun silmiÅŸ olduÄŸunu düÅŸünürüz. Oysa durum öyle deÄŸildir. Aslında Nietzsche’nin bu ilanının kendisi bile insanların Tanrı ile kurdukları sapıkça bir iliÅŸkiye dikkat çeken, Tanrı’yı tanrı olmaktan çıkarıp kendimize kul eden batılı hümanizmin ikiyüzlülüÄŸüne isyanın bir parçasıydı.
Tanrıyı kendisine kul eden dindarlıklar, “bize nasıl bir tanrı lazım?” sorusunu sormaya cesaret ederek yola çıkan bir ilahiyat anlayışı Tanrı’yı öldürmeye dönük ilk oku atmış oluyordu. Batılı teknoloji herÅŸeyi çerçeveleyen, herÅŸeyi nesneleÅŸtiren, tanım aralıklarına sokan ve böylece kendine mal eden yaklaşımına Tanrı’yı da bir nesne kıldı. Tanrı artık bizi yaratmış, herÅŸeye kadir, herÅŸeyi bilen, engin rahmetiyle, sonsuz ilmiyle, en derin hikmetiyle bizi aÅŸan ve bizim can kulağımızla sesini, sözünü, vahyini dinleyeceÄŸimiz bir varlık olmaktan çıkmış oluyor. Biz artık dünyada bize ne lazım geldiÄŸini ondan daha iyi biliyoruz. Bu ifadenin insanlık adına biraz daha mütevazi ve aslında daha kurnaz bir düzeltmesi ÅŸöyle gelebilir. “Elbette onun daha iyisini bilmediÄŸinden deÄŸil, insanların süfli iÅŸlerine karışmaya tenezzül etmediÄŸinden. O, bizim gibi fani insanların süfli iÅŸlerine tenezzül etmekten çok alidir.”
Tanrı’nın ölümü, Tanrı’nın bize benzetilmesi, yani kendisine kulak vermek yerine kendisinden ne dinlememiz gerektiÄŸine bizim karar vermemizle baÅŸlayan bir süreçtir.
Elbette Nietzsche tanrının ölümünü ilk duyuran kiÅŸi olmamıştır tarihte. Aristo’dan, bazı Yahudi ilahiyatçılara kadar tarih boyunca Tanrı’nın bu ÅŸekilde ölümünü duyuran çok olmuÅŸtur. Hepsinde de Kur’an’ı Kerim’de ifade edildiÄŸi gibi “Allah (bizi baÄŸlayacak) bir ÅŸey (kitap) indirmedi diyerek, Allah’ı gerektiÄŸi gibi takdir etmediler” (En’am: 91).
Ä°ÅŸin özü Allah’ı gereÄŸi gibi takdir etmek. Allah’ı gereÄŸi gibi takdir etmek onu tenzih etmekten baÅŸlar aslında. Tenzih, onu emekliye ayırmak, ona olumsuzlukları, benzemezliÄŸi atfetmekle yetinmek deÄŸil. O’nu can kulağıyla dinlemeye hazır hale gelmek demektir aynı zamanda. Ä°lahiyatı insan müdahalesine açarak, onun hayatımıza ÅŸu veya bu iÅŸlevi yerine getirmesine kendimiz karar verdiÄŸimiz zaman, Tanrı’yı dinlemiÅŸ olmayız, ona emretmiÅŸ oluruz. Tanrı’ya kulağımızı açmamızın yolu da inancın kendi tabiatına uygun olmak durumunda. Caputo’nun bahsettiÄŸi gibi böyle bir yaklaşımın inançla alakası yoktur. Sürekli garantili, hesaplı, bütün riskleri bertaraf etmiÅŸ, ihtimalleri delillerle gidermiÅŸ bir yaklaşımın da Tanrı’yı gereÄŸince takdir edeceÄŸini söyleyemeyiz.
Anlama çabasından bahsetmiyoruz elbette. Hatta anlamamızın kendi koÅŸullarımızdan, tarihselliÄŸimizden etkileniyor olduÄŸunu da göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Ancak muhatap olduÄŸumuzun Allah olduÄŸunu, O’nunsa bize ne diyeceÄŸine önceden bizim karar veremeyeceÄŸimizi, emrin bizim beklentilerimizle, bizim istediÄŸimiz gibi deÄŸil tamamen O’ndan ve O’nun bizim için istediÄŸi gibi gelecek olduÄŸunu da bilmemiz gerekiyor.
Spinoza’nın Tanrı’yı aldatma heveskarı kurnaz dindarlarından bahsetmiÅŸtik. Bu heves sadece köylü-bedevi dindarlıklarda deÄŸil, çok modern, eÄŸitimli, bilim çevrelerinde çok daha sofistike bir biçimde delilli, mantıklı, argümanlı, üstenci bir retorik içinde de ortaya çıkabiliyor.ÇaÄŸdaÅŸ Hıristiyan ilahiyatında bütün bu tartışmalar aslında çok etraflıca yapılmıştır. ZannedildiÄŸi gibi tarihselciliÄŸe bir teslimiyet olmadığı gibi insanın tarihselliÄŸi ile Allah’ın veya Kitab-ı Mukaddes’in tarihselliÄŸi birbirinden net bir biçimde ayırt ediliyor. Bizi tarihle malul yaratmış olan Allah’ın da bir tarihle mukayyet olduÄŸunu, yani malul olduÄŸunu düÅŸünmenin kendisi antropomorfizmin, yani insan biçimciliÄŸin ta kendisidir.
Tarihselcilik bir ideolojidir ve iddiası doÄŸruysa bile bu iddiasına göre kendisi de tarihselcilikle maluldür. Tarihüstü bir yerden konuÅŸma iddiası ideolojik körlüÄŸünün yeterli bir göstergesidir.
Ä°ÅŸin ilginç tarafı bugün en kötü çaÄŸrışımlarıyla tarihselciliÄŸin sorumlusu gibi görülen Gadamer, Haidegger gibi adamların aslında tam tersine bütün çabalarının tarihselciliÄŸi Kitab-ı Mukaddes’e, yani hakikate hiç bulaÅŸtırmamanın yollarını aramaya adanmış olmaları. Gadamer için hakikat yöntemle ulaşılabilecek bir ÅŸey deÄŸildir, ancak hakikat vardır ve ona ulaÅŸmanın kendine özgü yolları vardır.
YeniÅŸafak
Henüz yorum yapılmamış.