Sosyal Medya

Kemal Sayar Söyleşisi: Başkalarının günahı bizi aziz kılsın istiyoruz

"Büyük modern kentlerin metropol yaşamı bu farklılıkları hiç baskılamaya gitmeden tolere edebilen bir yaşam, ama aynı derecede de ötekinin selameti güvenliği kaygısına, derdine, hastalığına sağır bir yaşam"



Kemal Sayar, önemli bir psikiyatrist. Tıp bilgisini ÅŸiir ve tasavvufla harmanlaması bir yana, aynı zamanda önemli bir yazar ve ÅŸair de. Åžu satırlar onun: "Elimi dostça omzuna koydum, meÄŸer yarası tam oradaymış." Ä°yilik bazen, uzak kalabilmek inceliÄŸini gösterebilmektir. Orada olmak ama yarayı deÅŸmemek.

Sayar geçtiÄŸimiz haftalarda kaleme aldığı bir makalede, tıpkı yukarıdaki alıntıdaki bakış açısıyla Türkiye'deki reaksiyoner mevzileÅŸme ve empati eksikliÄŸine dikkat çekti. Ötekinin sesinin duyulması gerektiÄŸini söyledi. Bunları söylerken de, politik cepheleÅŸmeyi bir hayat memat meselesi haline getirdiÄŸimize vurgu yaptı. Öteki saydığımızı tümden yok sayma ve geçersizleÅŸtirmenin gayrı meÅŸru olduÄŸunu söyleyen Sayar, "DüÅŸmanlar icat etmek,  bizi kendi yaralanmışlığımızı görmekten uzak tutmaya yarar" diyor ve insanoÄŸlunun öteki saydığıyla radikal empati yapmasını öneriyor. Biz de Independent Türkçe olarak, Sayar'ın kapısını çaldık ve toplum olarak haleti ruhiyemize yönelik teÅŸhislerini kendisinden dinledik. Ä°ÅŸte sorularımız ve Sayar'ın yanıtları…

Türkiye'de reaksiyoner bir mevzileÅŸme olduÄŸunu söylüyorsunuz. Bu mevzileÅŸmeyi nasıl tarif edersiniz? Ne zaman oluÅŸtu ve nelere yol açtı?

Türkiye'de toplumun her bir kesimi öteki kesim tarafından maÄŸdur edildiÄŸi hissine kapılıyor. Bu da uzun uzun konuÅŸmaksızın, birbirimizin yaralarına merhem olmaya çalışmaksızın iyileÅŸmeyecek, sessizlikle ve görmezden gelmekle geçiÅŸtirilemeyecek bir durum. 'Hakikat sadece bende ve benim cemaatimde konuÅŸuyor, diÄŸer insanlar dalalet içinde' düÅŸüncesi bütün toplumsal yapıları avlama istidadında bir yanılsamadır. Hangi toplumsal grup buna ram olursa oradan bir hayır çıkmaz. Biz ve onlar arasına duvar örmek ve sonra tahkim edilmiÅŸ bir kaleden diÄŸer insanların kusurlarını sayıp dökmek bizim geleneÄŸimizin edep anlayışına sığmaz. Tam aksine kendi kusurlarıyla açık bir biçimde yüzleÅŸebilen ve söylemlerini baÅŸkasının ne olduÄŸu üzerine deÄŸil de kendinin nasıl daha hayırhah olabileceÄŸi üzerine kuran yapılar, toplumu ileriye taşır. Türkiye'de reaksiyoner mevzileÅŸme, en önemli meselelerden birisi, meselesini öteki saydığının üzerinden tanımlayan ve kendisini 'ötekinin olmadığı ÅŸey' olarak betimleyen türden bir anlayış, modern çağın önümüze boca ettiÄŸi sorunlar karşısında tıkanıp kalıyor. DüÅŸünceden ve nefis muhasebesinden korkmayalım, herkesin bir diÄŸerinden öÄŸreneceÄŸi bir ÅŸey mutlaka vardır. Ä°nsan insana ÅŸifa ve sığınaktır. Kendi kimliÄŸini ötekinin olumsuzlanması üzerinden kurma sığlığı, düÅŸmanlığı ve mevzileÅŸmeyi artırmakla kalmıyor acının da bir topografyası olduÄŸunu, herkesin yalnızca kendi mahallesindeki acıya aÄŸlayabileceÄŸini söylemiÅŸ oluyor. "Ä°nsanlar hangi dünyaya kulak kesildiyse, öbürüne sağır" diyor ÅŸair. Empatik duruÅŸ, sadece kendimizden bildiÄŸimizin deÄŸil bize benzemeyeni de anlamak, onun acısına aÅŸina olmayı gerektiriyor. Aksi takdirde kendi kimliÄŸine dahil olmayanın, ona benzemeyenin derdine, maÄŸduriyetine karşı vicdanları nasırlaşıyor insanların.

Acıları yarıştırarak birinciliÄŸi kazanamayız. Ötekinin kötülüÄŸünden, -sadece kötü duruma düÅŸmesinden deÄŸil bizatihi kötülük etmesinden de- sevinç ve övünç duymak hastalıklı bir psikoloji. Çünkü amacı muhatabı mümkün olan en karanlık duruma iterek kendi aydınlığını göze sokmak. Bu, bir ifritleÅŸtirme süreci; ötekinin kirliliÄŸine duyduÄŸumuz inanç, kendi saflığımıza iÅŸaret etsin istiyoruz, baÅŸkalarının günahı bizi aziz kılsın istiyoruz. Günlük politikanın bir hayat memat meselesi haline gelerek yaygın bir biçimde gündelik hayatımıza tasallut etmesi, mevzi yitirmeme, siper kazanma ÅŸeklindeki bir varlık savunusu. Muhatabımızı tanımamak veya yanlış tanımak, Charles Taylor'un deyiÅŸiyle, onu 'sahte, çarpıtılmış ve indirgenmiÅŸ bir varoluÅŸ tarzına hapsederek baskıya dönüÅŸebilir'. Böylece egemen sınıflar madunlara kendi benliklerinin karanlık taraflarını yansıtır ve onların kendilerini deÄŸersiz hissetmelerini saÄŸlar. Elinde bir çekiç olan kiÅŸi, etrafındakileri bir çivi olarak algılar. Åžiddet uygulayarak – gerekirse deÄŸil, bir yöntem olarak muhakkak ÅŸiddetin bir formunu kullanarak-  ideal bir dünya yaratmak isterseniz, gözünüz çıkıntılarda olur. Yoksa insanlar daima birbirlerinden bir ÅŸekilde farklılık taşımışlardır. 'Åžükür ki insandan insana fark var' diyor ÅŸair.

Neden kendimizi ötekileÅŸtirdiÄŸimiz kesin ve insanlar üzerinden tanımlar hale geldik?

Eric Hoffer, hakikati kendinde temellük eden kiÅŸiye kesin inançlı demiÅŸti. Kendi grubunun seçilmiÅŸ, haklı ve emsalsiz olduÄŸuna iman eden kesin inançlı, kendine ağır yaÄŸmur altında bir saçak, yalnızlığın soÄŸuk çölünde sıcak bir yuva bulur. Dışarıdaki poyraz menteÅŸelerde uÄŸuldasa da, o orada güvendedir. Bu gettolaÅŸmayı ekseriyetle yaÅŸam tarzı, tüketim mekânları üzerinden tasavvur ediyoruz. Oysa çok daha görünür biçimi, oturduÄŸumuz mahallelerin dönüÅŸümü. Tabloyu ağırlaÅŸtıran, hızlandıran ÅŸey belki de bu oldu. Mahalle baskısı tanımını bir tarafa koyalım, o baÅŸka bir mekanizmanın da baÄŸlantı noktası, ama mahalle geleneksel toplumda yoksulu- zengini, dindarı- ÅŸerbetli günahkârı, zarifi, âlimi- elif görmemiÅŸ daÄŸlıyı aynı küçük topografyada beraber yaÅŸatan bir birimdi. Mahalle baskısı vardı çünkü mahallelinin sorumluluÄŸu vardı. KomÅŸusunun durumundan haberdarken ona el uzatmamayı geçin, haberdar olmama bahanesini bile kabul etmeyen bir kültürdü bu. Ä°nsanlarla yüz yüze yarenlik etmeyi, onların ahvaline vukufiyet kazanmayı gerektirirdi bu kültür.

Büyük modern kentlerin metropol yaÅŸamı bu farklılıkları hiç baskılamaya gitmeden tolere edebilen bir yaÅŸam, ama aynı derecede de ötekinin selameti güvenliÄŸi kaygısına, derdine, hastalığına sağır bir yaÅŸam. Ä°nsanlar -özellikle çocuklu aileler - biraz da bu acımasızlığı yumuÅŸatabilmek için uydu kentler, siteler dâhilinde yaÅŸamayı tercih etmeye yöneldi yakın geçmiÅŸte. Ama bu uydu kentlerin bir niteliÄŸi de, yakın dünya görüÅŸleri ve gelir düzeylerine sahip insanları bir yüksek güvenlikli konut alanına toplaması. Ötekiyle karşılaÅŸma, onunla sınanma ve beraber yaÅŸama pratiÄŸini dayatan kent, bu ÅŸekilde iÅŸlevsiz kılındı. Aynı kentte yaÅŸadığımız pek çok insan, bizim için görünmez. Ne kentin ötekiyle saldırmazlık hukukunu, ne de mahallenin ötekiyle yüz yüze olma halini barındıran bu melez birimler bizi ötekinin var olmaması gereken bir dünya algısına alıştırdı. Freud, uygarlığı her adımda biraz güvenlik karşılığında biraz özgürlüÄŸü takas etmek ÅŸeklinde nitelemiÅŸti. Bizim uygarlığımız biraz özgürlük karşılığında biraz yakınlık olarak devam ettiriyor bu deÄŸer takasını.

Sizce Türkiye'de yaÅŸayan insanlar olarak yüz yüze gelebiliyor muyuz? Yüz yüze gelmemizi, yan yana olmamızı neler engelliyor?

Bu, sadece ülkemize ait bir problem deÄŸil, dünyanın genel panoraması. Sosyal medya, sanal mecralar bizi biteviye imge, söz, haber bombardımanına maruz bırakıyor, gerçek insan sesi ve insan yüzünün bu yumuÅŸak kirlenmeyi aÅŸarak bize ulaÅŸabilmesi çok zor. Duyarsızlaşıyoruz. Teknolojinin doÄŸası, insanın doÄŸasına nüfuz ediyor. KendiliÄŸinden geliÅŸen insani temaslar azalırken elektronik etkileÅŸim irtifa kaydediyor. Ä°nsanlar arası iletiÅŸime dair meziyetler hüner olmaktan çıkıyor, bu alandaki yetilerimiz kayboluyor. Yüz yüze iletiÅŸimin azalması beden dili okuma, yüz ifadelerini yansıtma, o ifadelerin zihinsel tınıya dönüÅŸmesi gibi süreçleri de sekteye uÄŸratıyor, empati duygumuz köreliyor. Otizm normatif bir hüviyete bürünüyor. Mekanize oluyoruz, aşırı internet kullanımı, duygusal zekâmızı olduÄŸu kadar iÅŸlevsel zekâmızı da kurutuyor. ÅžehirleÅŸme ve yapılaÅŸma tarzımız da yüz yüze insani iliÅŸkiler kurmaktan menediyor bizleri. Apartman komÅŸulukları, mahremiyetin her an ifÅŸa edilmesi tehlikesiyle malul olduÄŸundan, yakınlaÅŸmayı da ortadan kaldırıyor. Duvarlar öylesine ince ki, yüz yüze her karşılaÅŸma gizli bir itham riskine gebe. Mümkün olduÄŸunca çabucak selamlaşıp uzaklaşıyoruz. Bir problem yaratmadığı, dairemizin rutinine müdahale etmediÄŸi sürece komÅŸumuzun alanına yaklaÅŸmıyoruz. Çok keskin kimliklerimiz var, farklı siyasi aidiyetlere mensup insanlar arasında bir dostluk bağına nadiren tesadüf ediyoruz. Bu da politik cepheleÅŸmeyi bir hayat memat meselesi haline getirmemizle ilgili. KuÅŸkusuz bunun çok daha derin korkulara hitap eden tarafları var. Çalışma hayatının kapitalist ahlakı, çalışma arkadaÅŸlarımızla içten, hasbi iliÅŸkiler kurmamızı bir eksiklik olarak dayatıyor. Kariyerinde yükselmeyi planlayan her hırslı- vizyon sahibi beyaz yakalı, arkadaşını hasım ve rakip olarak görmek zorunda. Dostluklar, insan kullanmaya engel bir iÅŸ ortamı yaratacağından, yerini ittifaklara, ekip iliÅŸkilerine terk ediyor. Aynı iÅŸyerinde çalıştığı dostuna kefil olacak bir çalışma arkadaşı bulunabilir mi bugün? Ortak bir kamusal iyi peÅŸinde koÅŸuÅŸturan insanlar nereye gittiler? Mesela mahalleli dünya görüÅŸlerinden bağımsız olarak bir ortak iyi etrafında örgütlenebilir mi? Mahalle kültürüne yeniden can verebilirsek, ÅŸehirlerimizi mahalle mahalle düÅŸünebilirsek bunu baÅŸarmamız iÅŸten bile deÄŸil.

Johann Hari'nin Kaybolan BaÄŸlar adlı kitabında, Berlin'de bir mahallenin ortak bir dava savunusu adına nasıl bir araya geldiÄŸinin, birbirine belki de hiç yaklaÅŸmayacak kesimlerin nasıl insani bir özde buluÅŸarak ön yargı ve mesafenin kırıldığının eÅŸsiz bir hikâyesi var. Modern ÅŸehir güvenle serpilir. Bizden farklı giyinen ve inanan insanlara iyi davranıp onların da iyiliÄŸini gözetebildiÄŸimizde, onlara güvendiÄŸimizde birlikte ortak iyiliÄŸimiz için çalışabiliriz. Mahalle muhtarlarının hangi evde kimin yaÅŸadığıyla ilgili kesin bir fikrinin olması lazım. Bunun için yerel yönetimleri çok daha küçük birimlere ayrıştırmamız gerekebilir, bunun için yeni düzenlemeler yapılabilir. YaÅŸlı, kimsesiz, muhtaç insanların düzenli olarak ziyaret edilmeleri, hal hatırlarının sorulması, arayan soranlarının, destek aÄŸlarının olup olmadığının anlaşılması lazım.

Diyorsunuz ki insanlığa sadakatine inandığımız her insanın eşiğine gidelim. Eskiden kapı komşularımız, aynı eşiği paylaştığımız insanlar olurdu. Unutuldu mu bu değerler? Nereden başlamalı?

Yüz yüze olmak önyargıları hafifletir, çoÄŸu zaman resmini bizim çizdiÄŸimiz ve onun yerine konuÅŸtuÄŸumuz muhayyel düÅŸmanı, ruhu olan bir insan olarak karşımıza çıkarır. Onun kendi kelimeleriyle kendisini anlatmasına müsaade eder. Ötekinin kelimelerinin içimize deÄŸmesine izin vermek, kendimizde bir deÄŸiÅŸime izin vermektir bir bakıma, onun kelimelerinin de içimizin boÅŸluklarını tamir etmesine izin vermektir. Bir kitabıma isim olarak verdiÄŸim 'Kayıp arkadaÅŸ' metaforu, insani karşılaÅŸmanın imkânlarına iÅŸaret ediyor. Arkadaşımızın eÅŸiÄŸine götürecek yollar asırlardan beri sadakatten, baÄŸlılıktan, fedakârlıktan geçer. Ortak rüyalara sevdalanan duygudaÅŸların ruh yakınlığı kaçınılmaz. Bana benzemediÄŸi ve benimle bir olmadığı halde bir ünsiyet peyda edebildiÄŸim insanla kurduÄŸum dostluk da çok deÄŸerli. Biz ve onlar arasındaki ayırım ziyadesiyle önemsiz ayrıntılardan beslenebilir çünkü. Freud'un ufak farkların narsizmi dediÄŸi ÅŸeye kapılmayalım. Namusuna ve insanlığa sadakatine inandığımız her insanın eÅŸiÄŸine gidelim, ondan bir hikâye dinleyelim. Belki o hikâye bizi evin içine buyur eder.

Güven kavramını konuÅŸalım. Siz de güven endeksinden bahsediyorsunuz ve bu endeksin düÅŸük olduÄŸu toplumlarda biriken ÅŸüphe adacıklardan? Bu düÅŸüncenizi biraz ayrıntılandırabilir misiniz? Tek tek paranoyalarımızdan mı besleniyoruz?

Bir toplumun üyeleri arasında karşılıklı güven, iÅŸ birliÄŸi, eÅŸgüdüm ve iyi niyetin toplamını ifade eden yıllar önce ortaya atılmış bir kavram var; sosyal- beÅŸeri sermaye. Topluma, bir bankaya yatırır gibi güven yatırılır ve bunun sonucunca insanlar topluma ve birbirlerine inanıp güvenirler. ABD'de yapılan bazı sosyolojik çalışmalarda bu sosyal sermayenin azaldığı gösterilmiÅŸ. Hiperbireycilik çağında insanlar birbirini gözetmekten, birbirlerine kol kanat germekten uzaklaşıyorlar. Mahalle kültürü dediÄŸimiz ÅŸey yitip gittikçe, bir diÄŸerinin esenliÄŸini gözetmek deÄŸerli olmaktan çıkıyor.  Oysa güven bir toplumu ayakta tutan en önemli sermayedir.

Ä°nsanların birbirine en çok güven duyduÄŸu ÅŸehirler, aynı zamanda en mutlu oldukları ÅŸehirler ancak, modern ÅŸehirde güven neredeyse kayıplara karışmış durumda. KomÅŸumuzdan tam emin olamıyoruz. Bize sürekli televizyon ve gazete haberlerinden kötü havadis zerk ediliyor. Karşımızdaki insanın her an bir cani, katil, sapık olabileceÄŸi düÅŸüncesiyle kirlenerek, aslında dostumuz olabilecek, sohbet edebileceÄŸimiz bir insandan iÅŸkillenmeye baÅŸlıyoruz. Bu da toplumdaki beÅŸeri sermayenin altını oyuyor ve bizi güvensiz ve yalnız insanlar haline getiriyor. Senelerdir aynı apartmanda oturmamıza raÄŸmen komÅŸularımızı tanımayabiliyoruz. Ä°nsanlar asansöre girdikleri zaman birbirlerine selam vermiyorlar, baÅŸlarını çeviriyorlar, bir güzel sözden imtina ediyorlar. Oysa ÅŸehir, tek başımıza inÅŸa edemeyeceÄŸimiz ortak iyiyi birlikte, komÅŸuluk ahlakıyla inÅŸa ettiÄŸimiz bir yer de olabilirdi. Kendimizi baÅŸkalarının bakışından ve 'kem göz'ünden sakınmak için evin mahremiyetine çekilmeyi bildiÄŸimiz kadar mutluluÄŸun iÅŸ birliÄŸinde, dostluk ve yarenlikte yattığını unutmadan komÅŸuluÄŸu diri tutmayı baÅŸarmalıyız. Empati dairesini geniÅŸleterek, evimizin dışarısına taşırmalı ve baÅŸka topluluk ve milletleri, baÅŸka ekosistemleri de onun içine katabilmeliyiz. Ortak bir kader duygusuyla ÅŸehirde hem beraber yaÅŸamalı hem de beraber geliÅŸmeliyiz.

Bizler, birbirimizi yaÅŸatabildiÄŸimiz kadar insan olarak yaÅŸayabileceÄŸiz. Ä°nsanlıktan arta kalan olarak var olmak, türümüzün yok oluÅŸundan sonra gerçekleÅŸecek bir distopya. Birbirimizi destekleyerek, bireysel- ailevi ihtiyaçlarımızı kamusal lisana tercüme ederek medenileÅŸtik.  Yürekler arasında, hikâyeler arasında köprüler kurmak zorundayız. Ä°nsan yaÅŸadığımız zaman ve mekânda giderek önemsiz bir varlığa dönüÅŸüyor. YaÅŸamak için sebep bulamıyor. Ä°ÅŸitilmeye deÄŸer önemde olmadığı düÅŸüncesi pek çok ruhsal rahatsızlığa zemin hazırlıyor.  Her insan evladı dünyada biricik olmak ister. DeÄŸer görmek, deÄŸer katmak, bir ÅŸeye tesir edebilmek ister. YaÅŸadığımız mekânlar ve zamanlar, insanın o biricik varlığını siliyor ve onu kolaylıkla ikame edilebilir, kenara atılabilir, gözden çıkarılabilir bir 'ÅŸey'e dönüÅŸtürüyor. Gün geçmiyor ki, insana güvenimizi tuzla buz eden bir haberle karşılaÅŸmayalım.

Sosyal medyanın da ÅŸeamet tellallığı ve yardakçılığıyla pompalanan "insan insanın kurdudur" anlayışı, bir kara duman gibi aramızda yürüyüp sızıyor ruhlarımıza. Oysa güven kırılgandır, çaba ister ama aynı zamanda vaitkârdır, size insan bahÅŸeder. Güven her bakımdan sosyal iliÅŸkilerimizin ana dokusunu oluÅŸturur. Bize benzeyene daha çok güvenir; kıyafetini, eÄŸitimini, inançlarını yakın bulduÄŸumuz kiÅŸiye kendimizi daha yakın hissederiz. Oysa büyük aldanışlar tam da burada zuhur eder: "MüÅŸkil odur ki suret-i Hak'tan zuhur ede."

Türkiye'nin yaÅŸadığı bir demografik depremle birlikte köylerin ÅŸehirlere akmasıyla, herkesin herkese yabancı olduÄŸu bir ortam oluÅŸtu. Mahalle kayboldu, örf ve gelenek epriyip soldu. Bununla beraber ortaya çıkan, hemdîl olmadığımız birtakım insanların arasında kalmayı ifade eden yeni bir durumdan bahsediyoruz. Her ne kadar araÅŸtırmalarda Türkiye ÅŸu an güven endekslerinde aÅŸağılarda görünse de, baÅŸka ülkelerin bizim geçirdiÄŸimiz travmaları yaÅŸamadığını göz önüne almak gerekir. Toplumsal travmalar, kolektif travmalar güven duygusunu yerle bir eder. Sadece son üç beÅŸ senede bile Türkiye ne kadar ağır travmalar geçirdi, çok vahÅŸi ve kanlı bir darbe giriÅŸimine uÄŸradı, sayısız terör saldırısına maruz kaldı. Toplumsal buhran ve anomi zamanlarında olsun, ekonomik krizlerde olsun insanlar birbirlerine karşı daha da güvensizleÅŸebilir, bir baÅŸkasının güveni çok daha kolay suiistimal edilebilir. Tüm bunlara raÄŸmen Türkiye, insanın insana yurt, ÅŸifa olmasının, insanın insana misafir olabilmesinin, birbirimize dost ve yaren olmamızı saÄŸlayacak bir imkâna sahip.

Etkin umut diyorsunuz. Umudumuzu kaybetme noktasına mı geldik? Daha çok umut için toplum olarak üzerimize düÅŸenler neler?

Güven, umudun saÄŸ elidir. Birbirimize ve kendimize güvenerek geleceÄŸin daha güzel ve mamur olacağını tahayyül edebiliriz. Bunun için de etkin ve cesaretle sarmalanmış bir umuda ihtiyacımız var. Umut etmek cesaret etmektir, yanlış giden bir ÅŸeylerin deÄŸiÅŸebileceÄŸine ve dünyayı ve ülkemizi bulduÄŸumuzdan daha güzel bırakabileceÄŸimize duyduÄŸumuz inançtır. Etkin umut, ÅŸimdiye kadar bizi ye'se düÅŸürmüÅŸ ÅŸeyler, başımıza gelen badireler bir daha tekrarlanmasın diye bize ne sorumluluk düÅŸüyorsa onu yerine getirmek demektir. Her birimiz elimizi taşın altına koyduÄŸumuz gün iyileÅŸmeye baÅŸlayacağız. Bu ülkeyi severken birbirimizi sevip birbirimize güveneceÄŸiz. Empati halkasını geniÅŸ tutmak, iyi bir milletin vasfıdır. Bu halka kendi aile ve sosyal grubumuzun dışına doÄŸru geniÅŸledikçe, sosyal sermaye ve güven artar. Böylece daha saÄŸlam kurumlar inÅŸa eder, birbirimizle daha çok alış veriÅŸe girer, geleceÄŸe daha büyük bir umutla bakarız.

Bir de radikal empati öneriyorsunuz. Toplumumuz özellikle siyaset ve ekonomi üzerinden bu kadar ciddi bölünmeler yaÅŸarken, önemli bir öneri. Empati bizi tekrar bir araya getirebilir mi? Nasıl yapmalı, ne yapmalı?

Empatinin zorunluluÄŸu kiÅŸiliÄŸin kurulmasında bile kendini dayatıyor. Öteki var olmadığında ben de yokum. Bebek gözleriyle konuÅŸur, varlığının annenin gözlerinde yansımasını ister. Ä°nsan iletiÅŸimi çok katmanlı bir yapı, duyguları iletmeye ve saklamaya yarar, yalan söylemeye yarar, gönül okÅŸamaya ve kırmaya yarar. Ötekiyle doÄŸru bir iletiÅŸime girme arzumuz onunla hemhal olabilmekle mümkündür ancak, onun var olma biçimine, dünya görüÅŸüne nüfuz edebilmem ve onunla ortak bir anlam oluÅŸturabilmem için onun dilini bilmeli, o dilden konuÅŸabilmeliyim. Kendi kavramsal çatımı ona dayatmak yerine onun dilinde hünerli olmalıyım ki kendi arzu, tarafgirlik ve önermelerimi bir kenara bırakarak bir konuÅŸma baÅŸlatabileyim. Birbirimizden farklı olsak da kendi öznelliklerimizi koruyarak, iki ayrı varlık olarak birbirimizle konuÅŸabiliriz. Ötekini anlamakla ötekinin ötekiliÄŸini giderme isteÄŸi arasında ise çok kısa bir mesafe vardır. Radikal empati ötekinin bütün farklılığına raÄŸmen onun acısını anlamaya ve dinlemeye çalışmak demek. Onu benim gibi olmaya icbar etmeden. Ä°yilik burada baÅŸlıyor. Dünya hayır ve iyilik üzerine dönüyor, kaynak, zaman ve enerjilerini baÅŸka insanlar için seferber eden, ötekinin acısını yüreÄŸinde hisseden iyilik neferleri var. Ä°yilik neferi, 'dünyayı ben kurtaracağım' diyen ve iÅŸittiÄŸi yardım çaÄŸrısı karşısında sessiz kalamayan, o çaÄŸrıyı sadece kendisi iÅŸitiyormuÅŸçasına üzerine alınan kiÅŸidir. Türkiye'de dünyanın mazlum coÄŸrafyalarına yardım götüren onlarca ayrı yardım kuruluÅŸu var ve sadece bu bile bize insanın yükseliÅŸ imkânlarını gösteriyor.

Aidiyetler. Kültürel, etnik, cinsel aidiyetler. Sizce bu aidiyetler neden yaradılış olarak görülüp kabul edilmiyor da, ayrıştıran faktörler olarak algılanıyor? Bu konuda öneriniz nedir?

Türkiye çok uzun yıllardır korku siyasetleriyle idare edildi, dışarıda ve içeride öcüler vardı, düÅŸmanlar ve dostlar vardı. Ä°nsan kimliÄŸi çok cephelidir, anne babayız, meslek sahibiyiz, bir takım taraftarıyız vb. Siyasi kimlik bütün kimlikleri geri iterek hayatın vazgeçilmez unsuru haline geldiÄŸinde duygular ve korkular üzerinden yürütülen kimlik siyasetleri büyük savaÅŸlara geçit veriyor. Tanınma talebimiz haktır, haysiyet talebimiz sonuna kadar meÅŸrudur ama öteki saydığımızı tümden yok sayma ve geçersizleÅŸtirme talebimiz de bir o kadar gayrı meÅŸrudur. Velev ki bana ÅŸiddetle boyun eÄŸdirmeye niyeti olmasın. Beni yok etmeye çalışmayan, bana ÅŸiddet uygulamaya yeltenmeyen kiÅŸi ile her zaman oturup konuÅŸabilirim. DüÅŸmanlar icat etmek,  bizi kendi yaralanmışlığımızı görmekten uzak tutmaya yarar. Kendi zayıflıklarımızla yüzleÅŸmekten, kendimize çeki düzen verip olgunlaÅŸma sorumluluÄŸundan kaçınmamız için bahane olur. Ancak kimse baÅŸkalarının günahlarıyla aziz olmuyor.

Ötekini bir birey olarak tanımlayabilmek için senin de birey olman gerekir; sen kendi benliÄŸine yabancılaÅŸtığında ötekine yabancılaÅŸmak da kaçınılmaz bir neticedir. DüÅŸmanımdan ne kadar farklı olduÄŸumu düÅŸünüyorsam onun zihnimdeki suretiyle o kadar aynılaşırım. Bu yüzden, aidiyetlerini yadırgadığımız, hoÅŸlanmadığımız, hasım saydığımız insanları tanımaya çalışalım, insan olarak onlarla yüz yüze buluÅŸup ortak insanlık hallerinden hasbıhal ettiÄŸimizde, onların da tıpkı bizim gibi dert sahibi, tıpkı bizim gibi hakikat sever olduÄŸunu görmek grup zihnini dağıtmak için faydalı olabilir. KonuÅŸma ahlakını yeniden kazanmak en ehemmiyet arz eden meselemiz.

Kendi köÅŸesinde biricik, nice nazenin insanın klavye başına oturduÄŸunda kendisinden saymadığına yönelttiÄŸi öfke ve ÅŸiddeti tuhaf bulmuÅŸumdur. Oturup saatlerce çevre sorunlarından, ÅŸehirlerin ruhundan, demokrasinin meselelerinden konuÅŸabileceÄŸiniz birisinin söz gündelik siyasete geldiÄŸinde aÅŸk-nefret sarmalına sıkışıp kalmasını garipsiyorum. Ben kiÅŸisel olarak kendimden farklı bulduÄŸum herkesle konuÅŸmaya, onların bu ülkeyle ilgili dert ve tasalarını anlamaya çalışıyorum. Vatanımızı sevmenin onlarca yolu var, evet. KonuÅŸmak kendimizin ve ötekinin kör noktalarını keÅŸfedebilmemizi saÄŸlar. Karşımızdaki insanın korku ve ihtiyaçlarını anlayabilmemizi, kendimizi onun üzerinden okuyabilmemizi saÄŸlar. Seksenli yıllardan itibaren Türkiye'nin farklı ideolojik kutuplarından insanlar, açık oturumlarda, panellerde bir araya geliyor ve birbirlerinin gırtlaklarına basmadan konuÅŸabiliyorlardı. Bu toplumumuz için büyük bir zenginlikti. Bu zenginliÄŸi hayata yeniden katmamız gerek.

Anadolu gibi çok kültürlü bir coÄŸrafyada aramızdaki duvarları kaldırıp sizin önerdiÄŸiniz köprüleri kurmak için sadece tek tek bireylere deÄŸil, belki topluma ve devlete düÅŸen görevler yok mu?

Birey, empatinin kalkış noktası, onun kendini geliÅŸtirmek, baÄŸ kurmak, anlamak iradesini göstermesi lazım öncelikle. Ancak tüzel kiÅŸiliklerin de bu ortamı saÄŸlamak için yapabilecekleri ÅŸeyler var. Ortak buluÅŸma alanları ihdas etmek, devletin, belediyelerin ve tüm kuruluÅŸların öncelikli stratejisi olmalı. Mesela meslek edindirme kursları, yetenek ve beceri kazandırma eÄŸitimleri çok farklı görüÅŸ ve eÄŸilimden insanı, ortak bir amaç etrafında, uzun sürelerle bir araya getirir. Ülkenin temsil edildiÄŸi alanlarda ortak gurur ve sevinç dalgası yaratacak baÅŸarıları desteklemek de hakeza böyle bir bağı güçlendirir. Pozitif etki yaratan bu türden yöntemlerin yanı sıra devletin çatışma yaratacak durumları asgariye indirmek için de gerekli tedbirleri alması gerekir. Mesela gelir seviyesindeki makasın açılmasına engel olacak ekonomi politikalarını yürürlüÄŸe koymak, belirli bir zümre, inanç veya siyasi görüÅŸün kayırıldığı intibaı yaratacak siyasi, hukuki, bürokratik düzenlemelerden, iÅŸ ve iÅŸlemlerden kaçınmak, kamu istihdam politikalarını liyakat, eÅŸitlik ve ÅŸeffaflık ilkesine göre yürütmek, ayrımcı, cinsiyetçi, ırkçı söylemleri nefret söylemi kapsamında ciddiyetle takip etmek, ÅŸiddetle cezalandırmak, bu türden suçlara verilecek cezaları ağırlaÅŸtırıcı unsur sebebiyle artırmak gibi. Bunun yanı sıra apartman tarzında dikey yapılaÅŸma yerine insan haysiyetine, ruhuna ve mahremiyetine daha uygun yatay yapılaÅŸmayı teÅŸvik etmek hatta bu konuda sektöre baskı uygulamak, yeÅŸil alanların, parkların artırılması, niteliÄŸinin iyileÅŸtirilmesi bizleri yüz yüze iletiÅŸime geçmek konusunda teÅŸvik edecek, çatışmadan uzaklaÅŸtıracaktır.

YaÅŸadığımız çaÄŸ ve toplum ÅŸiddetin her türünün gözümüze sokulduÄŸu bir ambiyansa sahip. Sosyal medyadan tutun görsel medyaya kadar inanılmaz bir ÅŸiddet ve yoksulluk filmini uzun versiyon izliyoruz gibi. Siz sosyal empati öneriyorsunuz. Bu toplumsal dertlere çare olabilir mi sahiden empati?

Yoksulluk her durumda ÅŸiddet doÄŸurmaz. Ä°nsanlar hem yoksul hem de barışçıl hatta huzurlu olabilir. Åžiddeti tetikleyen ÅŸey daha ziyade gelir adaletsizliÄŸidir; bazılarının emeÄŸin yahut üretici zekânın ürünü olmayan haksız bir kazanca kolayca kavuÅŸurken, gayret, emek ve yeteneÄŸin karşılıksız kalmaya mahkum bırakılmasıdır. Böyle bir yoksulluk ortamı insanların elinden umudunu alır. Umudun olmadığı yerde de ÅŸiddetin boy vermesi kaçınılmazdır. Åžiddetin sürekli görsel olarak ve duygusal olarak pompalandığı bir ortamda da ÅŸiddet norm haline gelir. Kınanmayan ve derhal cezalandırılmayan ÅŸiddet, insan haysiyetini, insana ait deÄŸerlerin azizliÄŸi duygusunu aşındır.

Rekabet kültürü de ÅŸiddeti azdıran bir baÅŸka faktör, baÅŸarısızlığın bir hastalık olarak damgalandığı bir ortam güçlüye zayıfın haklarını hatırlatmak yerine zayıfa güçlü olma mecburiyetini dayatır. Tüm bunlar organize olarak insandaki hakikate çağıran içsel sesi boÄŸar. Tüm bunları yeniden düÅŸünmek gerekiyor elbette. Bataklığı kurutmadan, hastalığı kalıcı olarak tedavi etmek mümkün deÄŸil. Ancak bu, hastalıkla hiç mücadele etmemeliyiz manasına da gelmiyor. Bizi evvelemirde iyileÅŸtirecek olan ÅŸey ötekinin maÄŸduriyetine, derdine, ıstırabına tanıklık etmektir.

Ä°nsan aynı zamanda bir ses, bir yankı, bir yüz arayan bir varlık. Hayat bir muhatap bulma arayışıyla kaim. Muhatap bulmak ve muhatap alınmak istiyoruz. Bebek yeterince aynalanır ve muhatap kabul edilirse daha iyi geliÅŸiyor. Bugün insan beyninin ancak sosyallik içinde geliÅŸen bir organ olduÄŸunu biliyoruz. Ä°nsan ancak anlamlı iliÅŸkiler kurarak ruhsal manada serpiliyor. Bu da daha makro düzlemde bireyci psikoloji bilimine meydan okuyan, insanların ve varlıkların karşılıklı bağımlılığına atıf yapan daha bütüncül bir paradigmayı besliyor. Her birimiz birbirimize baÄŸlı ve bağımlıyız. Bunun ekonomiden siyasete kadar yansımaları olabilir. Ekonomi her insanın sadece kendi çıkarını düÅŸünen ve kendi karını maksimize etmek isteyen bencil bir varlık olduÄŸu düÅŸüncesini bırakırsa kapitalizm hizaya getirilebilir. Ulusların ve fertlerin kaderinin görünmez ilmeklerle birbirine baÄŸlı olabileceÄŸini düÅŸünen bir siyaset, merhamet ve adaleti birinci vazifesi addederek tahakkümcü politikalardan vazgeçebilir.

Dr. Kemal Sayar sorularımızı bu içtenlikle yanıtladı. SöyleÅŸimizin son cümlesi yine ondan bir alıntıyla olsun: "SusuzluÄŸunu gidermek isteyen, kulağını dostun çeÅŸmesine uzatsın ve oradan kana kana iÅŸitsin."

 

Röportaj: Müjgan Halis / Kaynak: The Independent Türkçe

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.