Sosyal Medya

Büyük Doğu ve Necib Fazıl’ın edebiyat mahkemesi

Tabiatiyle Necîb Fâzıl'ın 'Büyük Doğu' dergisi de haftalık olarak yayınlanmaya devam ediyordu. 'Büyük Doğu'nun hemen her sayısında bizim genç nesilleri tartıştıran, düşündüren, heyecanlandıran yaklaşımlar olurdu.



Ä°ÅŸte bu ve benzeri durumlarda görüÅŸlerimizi topluma yansıtabilmek için, matbuat sahasında, yavaÅŸ yavaÅŸ sosyal sahneye çıkma arzularına cevap vermeye çalışan baÅŸka zuhûr arayışları da kendisini hissettiriyordu, 1960'lı yıllarda.

Kemal Ilıcak'ın Tercüman'ı bile muhafazakâr kesimlerin duygularını, tepkilerini zaman zaman yansıtan bir yayın organı haline gelebiliyordu. Ahmed Kabaklı ve diÄŸer bazı isimler 'sola karşı olmak' açısından yine de 'hiç yoktan iyidir' diye hüsn-i kabul görüyordu.

Tabiatiyle Necîb Fâzıl'ın 'Büyük DoÄŸu' dergisi de haftalık olarak yayınlanmaya devam ediyordu. 'Büyük DoÄŸu'nun hemen her sayısında bizim genç nesilleri tartıştıran, düÅŸündüren, heyecanlandıran yaklaşımlar olurdu.

Sanırım 1968-1970'lerde idi..

Necîb Fâzıl bir de 'Edebiyat Mahkemesi' kurmuÅŸtu.. Orada edebiyatta ünlü sayılan, bilinen birçok isimler hayâlî bir yargı huzûruna çıkarılıyordu. (Aslında Necib Fâzıl, bu yargılamalara taa 1940'larda baÅŸlamıştı ve o zamanlardaki Büyük DoÄŸu'larda da kısmen yayınlanmıştı.)

Bu, bir bakımda 1940'lı yıllarda baÅŸlarında Nâzım Hikmet olmak üzere, diÄŸer solcu ve marksizan eÄŸilimli olanların 'Putları Deviriyoruz..' baÅŸlığı altında bazı dergilerde baÅŸlattıkları kampanyayı andırıyordu, ama, onların tam karşı kutbunda.. Bu fikrî yargılamada, fikir ve edebiyat hayatımızın bir fotoÄŸrafı çekiliyor gibiydi..

Bu hayalî yargılamalar özellikle de MTTB etrafında önceleri milliyetçi-muhafazakâr derken, giderek kendi öz inanç kaynaklarına yönelen ve Anadolu'dan, kendi ailelerini temel deÄŸerlerinin fideliÄŸinde yetiÅŸen ve Ä°stanbul- Ankara gibi büyük merkezlere geldiklerinde önce bocalamışken, MTTB'de berraklaÅŸan Müslüman gençlik idealine doÄŸru yol alan Müslüman gençler arasında ilgi çekiyordu, onlar üzerinde bir 'zihin inÅŸası' rolü görüyor, müsbet sanılan birçok isimlerin bir cüceler ülkesinin sözde okumuÅŸ sınıfları ve sanatkârları oldukları görülüyordu.   

Necib Fâzıl, bu mahkemelerin reisi durumundaydı, hükmü o veriyordu.. Hükmünü açıklarken, o edebiyatçıların çeÅŸitli yazılarından, konuÅŸmalarından, kitaplarından görüÅŸlerini aktarmış ve bazan subjektif sayılabilecek ve Necib Fâzıl'ın güçlü polemikçi özelliÄŸi de bu hükümlerin ÅŸekillenmesinde etkili olmuÅŸtur.    

Bu yargılamalarda, o zamana kadar gözden kaçmış bazı önemli ve vurucu noktalar dile getirilmiÅŸ ve genç nesillerin ilgisini çekmiÅŸ ve onların, o zamana kadar yapmadıkları deÄŸerlendirmelerle yeni bir bakış açısı kazanmaya baÅŸlamışlardı.  

Bu yargılama kurgusunda, gerçek bir mahkemede olduÄŸu gibi, iddia makamı /savcı ve ÅŸahidler, bilirkiÅŸiler vardır, onların görüÅŸleri tartışılır. Ama, 'Mahkemenin Reisi' konumunda olan Necib Fâzıl, bazen eleÅŸtiri sınırlarını aÅŸan ağır ifadeler kullanmaktadır. 

Yargılananlar arasında hattâ Mehmed Âkif bile vardı.. O bile Everest'in eteklerinde kanat çırpan serçe konumunda bir ÅŸair olarak nitelenir. Everest'in tepesindeki kartal veya ÅŸahin ya da anka kuÅŸu durumunda olan ise, açıktır ki, mahkemenin reisidir..

Âkif bile, 'saÄŸlam karakterli, namuslu, dürüst küçük kafiyeci' diye eleÅŸtirilirken, baÅŸka isimlerin eleÅŸtirilmesi elbette daha kolay olacaktı.

Necib Fâzıl'ın bu yargılamalar sonunda verdiÄŸi hükümler üzerinde, zaman zaman ekleme ve çıkarmalar yaptığı görülmüÅŸtür. 

Mehmed Âkif yargılamasında "Edebiyat Mahkemesi"ne "amme ÅŸahidleri" olarak çaÄŸrılanlar arasında 1933 Dâr'ul-Fünûn /Üniversite devriminin mimarlarından olan 1945'lerde Demokrat Parti'nin Celâl Bayar, Adnan Menderes ve Refik Koraltan'la birlikte 4 kurucu üyesinden biri olan ve 1950'den sonra Türkiye DışiÅŸleri Bakanlığı da yapan Prof. Fuat Köprülü de vardır. Midhat Cemal, Cenab Åžahabeddin, Süleyman Nazif, Yakup Kadri, Nurullah Ataç ve 'Mahkeme Reisi'mizin Ankara'ya her gittiÄŸinde evinde kaldığını ve kendisine 'büyük ÅŸair..' diyerek elini uzatıp öptürdüÄŸünü 'Bâb-ı Âli' kitabında anlattığı 'ÅŸaire' Åžükûfe Nihal gibi isimler de M. Âkif için lehde veya aleyhde görüÅŸler bildirirler, ÅŸahidliklerinde..

Mahkeme, bilirkiÅŸiden rapor ister.. Gelen raporu benimseyerek okuyan 'Mahkeme Reîsi' Âkif'i hak etmediÄŸi derecede küçük göstermeye çalışır. Ona göre, Âkif; Müslümanlığı hakikati ve esrarıyla kavrayabilmiÅŸ deÄŸildir. Tevfik Fikret'teki "küçük çaplılık" onda da vardır. Ä°kisi de "mareÅŸal" konumunda gösterilmiÅŸlerse de gerçekte ancak bir "onbaşı" mesâbesindedirler. Âkif, orta hâlli bir aksiyon adamıdır. Nazmı meramına uyduran, tebliÄŸ reçeteleri yazan bir "münevver"dir. Ahlâklı, dürüst, bir küçük kafiyecidir..  

Ve 'Mahkeme Reisi'(Necib Fâzıl) hükmü açıklarken, Âkif'e bir çelenk verilmesine ve çelenge ÅŸu cümlenin yazılmasına karar verir: "DoÄŸru yolun kifayetsiz mütefekkirine, küçük ÅŸairine, fakat hayatıyla büyük feragatkâr ve namuskârına Allah rahmet etsin.'  

Yani, hem nalına- hem mıhına..

DoÄŸrusu ise, bence, M. Âkif, (elbette yanlışları olmuÅŸtur ve bu tabiîdir, amma) Müslüman gençliÄŸin yetiÅŸmesinde, Necib Fâzıl'dan daha az etkisi olan bir isim deÄŸildir.

Bu konuyu 1968-70'lerdeki gençlerin hangi fikirlerle yoÄŸrulduÄŸunun anlaşılması için aktarmak gereÄŸini duydum,

Bu arada, "Edebiyat Mahkemesi"ne çıkarılan bir diÄŸer ÅŸair Yahyâ Kemâl'dir. Necib Fâzıl, kendisinden daha büyük bir ÅŸair görmez..

Onun mahkemesinde de dönemin seçkin ÅŸairleri ve edebiyatçıları olarak kabul edilen Ahmed HâÅŸim, Cenab Åžahabeddin, Rıza Tevfik Bölükbaşı gibi ÅŸahidler konuÅŸturulur.  

'Mahkeme Reisi' de ÅŸu temel hükmü açıklar: 'Ruhunu yitirmiÅŸ ve bulamamış gerçek ve büyük ÅŸair.. Taklidçileri arasında orijinal kalmayı bilmiÅŸtir. Mensubu olduÄŸu milletin asırlar çerçevesindeki yekpâreliÄŸini ÅŸiire baÅŸarıyla sindirmiÅŸ önemli bir sanatkârdır. Ama, iman yarasından dolayı, dengesini bulamamış, çırpınıp durmuÅŸtur.'  

Necîb Fâzıl'ın bu 'edebiyat mahkemeleri', sadece basit bir edebî meÅŸguliyet ve polemikçiliÄŸi güçlü bir edebiyatçının zevk alanı olarak deÄŸerlendirilemez. Çünkü, bu 'hayalî yargılamalar' bile, o zamana kadar, yakın tarihe analitik/ tahlilci bir bakış açısıyla bakamamış olan yeni nesillerin zihninde yeni ufuklar açıyordu.

Necî Fâzıl'ın özellikle de, birbirinin tamamlayıcısı durumunda olan Tevfik Fikret ve Nâzım Hikmet'le ilgili 'yargılamaları' da ilginçti.

Osmanlı'nın son dönemindeki materyalist ve hattâ Ä°slam karşıtlığı cereyanlarının edebiyattaki bayrakdarı durumunda olan Tevfik Fikret, "Edebiyat Mahkemesi"nde iki oturumda ele alınır. 

Yine o dönemin önde gelen edebiyat ve fikir hayatının seçkin isimlerinin yazılarında yer alan tesbitler, 'ÅŸâhid' olarak oturumda tartışılır. Süleyman Nazif, Cenab Åžahabeddin ve Ziya Gökalp, Fuad Köprülü.. vs.

Necib Fâzıl, hükmünü ÅŸöyle açıklar:

'Fikret, saf ÅŸiir ve fikir noktasından, arpa tanesi boyunda bir cücedir. Åžiirinde, sığ ve basit bir duyuÅŸ ve zevk seviyesinden baÅŸka bir ÅŸey yoktur.. Önce dini öven, sonra dine saldıran, hiçbir ÅŸeye inanmayan birisi olduÄŸunu anlatan ÅŸiirler yazmıştır. Önce, Abdulhamîd'e "Culûsiye" ÅŸiiri, sonra, "Bir Lahza-i Taahhur"da ise, Abdulhamîd'e bomba atan ve ama hedefini vuramayan ermeni teröristi, 'Ey ÅŸanlu avcu , dâmını (tuzağını) beyhûde kurmadın.. Atdın, fakat yazık ki, yazıklar ki vuramadın!' gibi mısralarla alkışlamıştır. Ama, sonra, Ä°ttihadçılara da düÅŸman olur. 

Mahkeme heyeti, hükmünü açıklar,

-özetle-: 'Åžiir dilini âdi bir tebliÄŸ vasıtası hâline getirmiÅŸ, François Cope'nin ÅŸiirlerini ve konularını taklid etmiÅŸ, lugat cambazlıklarına sığınmış, kitleleri mücadeleye çağırırken, ÂÅŸiyan'ından çıkamamış, firar etmiÅŸ birisi olduÄŸundan ve milletin iman kaynağına mutlak bir hıyanette karar kıldığından, edebiyat tarihinde açıkgözce iÅŸgal etmekte olduÄŸu mevkiden indirilmesine.." 

(Burada yeri gelmiÅŸken, Fikret'in Rumeli Hisarı'nda, tepede, ÂÅŸiyan (kuÅŸ yuvası) diye bilinen evini 1968'de, -sanırım Fikret'in ölümünün 50. Yıldönümü dolayısiyle ziyaret etmiÅŸ ve orada, M. Kemal'in de o evi 1918-19'larda bir grup subayla birlikte ziyaret ettiÄŸine dair bilgilere rastlamış ve M. Kemal'in oradaki deftere intibalarını ve duygularını yazdığını ve altına da kendisi ve arkadaÅŸları adına, Mustafa Kemal ismini yazarak ve 'PerestiÅŸkârân-ı Fikret' diye imzaladığını görmüÅŸtüm. Bu 'perestiÅŸ' sözünün 'tapınmak' mânâsına geldiÄŸini öÄŸrenmiÅŸtim, sözlükten.. O sözlük o mânâyı tam vermiÅŸ miydi, bilmiyordum, ama yine de az -çok bir bakış açısı veriyordu. (PerestiÅŸkârân da perestiÅŸ edenler, tapanlar mânâsına geliyordu, farsçada..)

Necib Fâzıl'ın "Edebiyat Mahkemesi"ne sonradan çıkardığı bir isim ise, Nâzım Hikmet olup, onun hakkındaki hükmü, Haziran-1965de, Yeni Ä°stanbul'da yayınlamıştı.

Bu konuya gelecek yazıda devam edelim, inşaallah.

 

Müellif: Selahattin E. Çakırgil / Kaynak: Fikriyat

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.