İsmail Kılıçarslan: Maradona nasıl sofi oldu?
Son düdük çaldığında “Elhamdülillah” sesleri yükseldi masadan. O gün bugün benim için Maradona, bizimle birlikte bir Doğan’ın arka koltuğunda Menzil Köyü’nden dönen Mucurlu bir sofidir. Öyledir.
Babamın 1985 model Doğan’ına doluşmuş, teybe sırayla ilahi ve Neşet Ertaş kasetleri takarak sonsuz gibi görünen bozkırda ilerliyorduk beş kişi. Babam, babamın üç sofi arkadaşı ve ben... 10 yaşındaydım ve alaburus saç tıraşım hariç kafama taktığım bir şey olmazdı pek küçük dünyamda.
Menzil Köyü’ne gitmeyi çok severdim. Meşakkatli bir yolculuk olmasına rağmen köyün o ilginç atmosferine bayılırdım. Caminin avlusunda yıldızları seyrederek uykuya dalmak, bir sürü insanın ortaklaşa hareket etmelerini izlemek, ikindi namazlarından sonra yapılan hatmede gözlerimi yumduktan sonra açmamak için gayret sarf etmek ve belki de en önemlisi o küçük çay ocağının muhteşem rastlantısallığı… Öteden ilahi söyleyen birine kulak kesilmek, yan masada yapılan sohbeti pürdikkat dinlemek, “sana oralet mi?” sorusuna yetişkinler gibi “ben de çay alayım” diye cevap vermek ve dahası… Üstelik bana ve bütün çocuklara her zaman gülümseyen Muhammed Raşit Hazretleri’ni görmeye de diyecek yoktu.
Fakat o yolculuğa gönülsüz çıktığımı çok net hatırlıyorum. Çünkü şerefine evimize ilk renkli televizyonu aldığımız 86 Dünya Kupası oynanıyordu ve Maradona vardı bütün çocukların rüyalarında… Değil futbol oynamasını, maç öncesi ısınmasını bile taklit etmeye çabaladığımız o eşsiz futbol sihirbazı pazar akşamı maça çıkacaktı ve rakip İngiltere idi.
Kendisi de futbol delisi olan babamla sıkı sıkıya pazarlık ettik. Pazar günü sabah çok erken çıkacaktık Menzil’den ve akşamına ne pahasına olursa olsun evimizde Maradona’nın maçına yetişecektik. “Yetişiriz” dedi.
Cuma, akşam saatlerinde girdik Menzil’e. Cumartesi köyde bir evde, siyah beyaz bir televizyonda Fransa’nın Brezilya’yı elediğini üzüntüyle izledik. Aslında çok iyi başlamıştı Brezilya maça. Golü de erken bulmuştu ama Platini denilen olağanüstü sevimsiz futbol dâhisi maça ortak etti Fransa’yı. Penaltılarda da şans Fransa’dan yana olunca bütün Türkiye’nin iki favorisinden biri kupaya veda etmiş oldu. İkinci favori elbette Arjantin’di.
Ertesi sabah bir sürü terslik, bir sürü gecikmenin ardından oldukça geç çıktık Menzil’den. Yol da bir türlü bitmek bilmedi. İkide birde babamın arkadaşlarına saat soruyordum. Maradona ile aramda Maraş, Kayseri, Kırşehir vardı ve onu izleyememe ihtimali beni alaburus tıraşımdan da daha fazla rahatsız ediyordu.
Kayseri dolaylarında maça eve yetişemeyeceğimiz artık neredeyse kesinleşmişti. Yol boyu “yetişemezsek bir yerde durup izleriz di mi?” sorularıma babam hep “bakarız” diye cevap vermişti. Ağlayasım geliyordu babam her “bakarız” dediğinde.
Maç Kırşehir il sınırına girdiğimizde başladı. “İzleyeceğiz değil mi?” sorusunu sorup “bakarız” cevabı almaktan yorgun düşmüştüm artık.
Babam, Mucur’da bir yerde durdu. “Bir yemek yiyelim de öyle devam ederiz” dedi. Fırladım restorana. Evet, bir televizyon vardı ve evet maçın ilk yarısı bitmek üzereydi.
Çorbamı bitirdiğimde hakem de ilk yarıyı bitirdi. İkinci yarının başlama düdüğü çalana kadar da tüm yemek işleri bitmiş, babam ve arkadaşları sigaraları tellendirmişti. Babam birazdan “kalkalım mı?” dese ne yapabilirdim ki?
“Ben bir çay daha alabilir miyim?” diye sordum garsona. Bir beş dakika daha kazandım. Kırşehir’in Mucur ilçesinde, işte o beş dakikanın içinde attı Maradona o meşhur golü eliyle. Gol olunca babam ve arkadaşları da birer çay daha söylediler kendilerine.
Çayları yarılamadan Maradona bu kez de neredeyse bütün İngilizleri çalımlayarak gelmiş geçmiş en güzel gollerden birini yazdı.
Sonra başladı bir İngiliz baskısı. Bu arada mesele öyle bir hale geldi ki hani ben “hadi gidelim” desem babam ve arkadaşları şiddetle karşı çıkacaklar buna. O başları önde sofiler gitmiş, yerine kendisini futbolun o eşsiz büyüsüne kaptıran tutkulu taraftarlar gelmişti.
80’inci dakikada sevimsiz Lineker golü atınca Kırşehir’in Mucur ilçesinin bir yol kenarı restoranında ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi.
Sonraki 10 dakikayı size anlatmamın imkânı yok. Maçın bitimine 3 dakika kala İngilizlerin kaçırdığı yüzde yüz golde babamın bir arkadaşının “himmet ile” diye bağırışı hâlâ kulaklarımda. Sonraki 3 dakikayı futbol tutkunları olarak değil yeniden sofi olarak geçirdiler. Himmet talep ettiler, istimdat istediler Maradona İngilizleri yensin diye.
Son düdük çaldığında “Elhamdülillah” sesleri yükseldi masadan.
O gün bugün benim için Maradona, bizimle birlikte bir Doğan’ın arka koltuğunda Menzil Köyü’nden dönen Mucurlu bir sofidir. Öyledir.
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.