Kemal sayar: Tevazunun pısırıklık, egoizmin özgüven olarak pazarlandığı çağ
‘Annem öleli iki yıl oldu ve onun ölümünden sonra evim hep dağınık, bir türlü toparlayamıyorum’ diye yakındı genç kadın, ‘sizce neden böyle? Yüzünde bulutlanan hüznü doğru okuduysam, sorusunun cevabını bildiğinden emindim. Galiba annenizin gelip bütün o dağınıklığı sizin için toplamasını bekliyorsunuz dedim. Mahzun yüzünde ufak bir gülümseme kıvrımı belirdi. Bazen dağılan ruhumuzu dış alemde seyretmek isteriz. Simgesel bir eylemle gideni geri döndürmek, ona yokluğunun ruhumuzda bıraktığı derin boşluğu göstermek isteriz. İnsan, okumaya doyamadığım bir şiir.
Ä°nsanın kendisini kandırma yeteneÄŸi ruhbiliminin öteden beri ilgisini çekmiÅŸtir. Beyinlerimiz olgular ve verilerle çok fazla ilgilenmez, hayatlarımızı daha çok hikaye kipinde yaÅŸarız. Zihinlerimiz dünyayı basit sebep sonuç iliÅŸkileri kurarak anlamlandırır. Zihinlerimiz kendimizi kahramanlaÅŸtırma istidadındadır. Hissedip gördüklerimizden bir hikaye dokur ve kendimizi onun merkezine yerleÅŸtiririz. Zihinlerimiz aynı zamanda kendi kabilemizi gözetme eÄŸilimi gösterir. Bize benzeyen insanlarla daha kolay ittifak kurar, bize benzemeyenleri daha kolay düÅŸman belleriz. Rahmetli anacığımın dediÄŸi gibi, ‘herkes kendi çanağına saÄŸar oÄŸlum’. Anlattığımız hikayeleri eÄŸip bükerek kendi kahramanlık anlatımıza uygun hale getiririz. Ä°ÅŸitilmediÄŸimiz bir dünya bize azap verir, kim olursak olalım dünyaya bir gölge, bir renk, ‘bir hoÅŸ sada’ bırakmak istiyoruz.
Kendini kandırma baÅŸtan çeliÅŸkili bir ifade gibi gözüküyor. Öyle ya, benlik bilmediÄŸini bilmiyor mu? Benlik aslında bilinçli zihindir, dolayısıyla kendini kandırma, bilinçli zihin karanlıkta bırakıldığında gerçekleÅŸir. Kendini kandırma durumlarında gerçek, bilinç dışına itilir ve naftalinlenip saklanır. Evladı askerlik hizmetinde ÅŸehit olan bir anne, bu gerçeÄŸi asla kabul etmeye yanaÅŸmamış ve yıllar yılı evladının bir gün çıkıp geleceÄŸi ümidiyle hayata tutunmuÅŸtu. Gerçek bazen bir kor parçası gibi can yakar, onu ruhumuzda tutsak bizi daÄŸlayacak kadar acı olan hakikati, sürgün ederiz bilincin mahzenlerine. Onu görmeyeceÄŸimiz bir yerde saklayarak kendimizi korumaya alırız. Bazen kendimizle ilgili bir gerçekten de saklanırız. Mutsuz evliler veya düÅŸ kırıklığı yaÅŸayan partizanlar, kendi kusurlarına çıplak gözle bakamaz hale geldiklerinde, taÅŸlayacak bir ÅŸeytan icat ederek rahatlamak ister. ‘Kusur bende deÄŸil karımda!’ ‘Kusur bizde deÄŸil hasımlarımızda!’ Peki neden bilinçli zihne yanlış bilgiyi çıkarırız? Bunun yararı ne?
GerçekliÄŸi bilinçli zihinden saklarız çünkü onu baÅŸkalarından da saklamak isteriz. Aslında gayemiz, insanların bizim üzerimizden o gerçek bilgiyi fark etmelerini önlemektir. Kendine aşırı güvenen insanlar kendilerini kandırmaya da yatkın insanlardır. Aşırı güven kendini kandırmanın en eski ve en tehlikeli biçimlerinden birisi. Aşırı güvenin rahatsız edici bir tarafı, bilgiyle pek az alakalı olması. KiÅŸi ne kadar cahilse kendine o denli güven duyması ilginç bir durum. Bazen bu fenomen yaÅŸ ve statü ile deÄŸiÅŸir, söz gelimi daha yaÅŸlı baÅŸlı hekimler kararlarına daha çok güvenir ve bazen ölümcül hatalara sebebiyet verirler.
Dünyaya daha mantıklı bir yaklaşım, farklılıkları gözeten, siyah beyaz ikiliÄŸine yaslanmak yerine ara renkleri de kollayan bir yaklaşımdır. Bu tür bir yaklaşım çeliÅŸkilere izin verir ve bir olayı deÄŸiÅŸik cephelerden görmemizi gerektirir. Bu bakış açısında mutlak bir kesinlik iddiası yoktur. Kendini dev aynasında gören insanlar ise yaptıkları her iÅŸte bir hikmet bulur ve kendilerini her zaman en üst ve yanılmaz insanların arasına yerleÅŸtirirler. Mütevazı insanın pısırık, kendini beÄŸenmiÅŸin özgüvenli insan olarak pazarlandığı bir dünyada bütün bildik deÄŸerler tersyüz olmuÅŸtur. Kadim geleneklerde tevazu bir istisna deÄŸil normdur ve her daim övgüye deÄŸer bir meziyettir. Kendine sınır koyabilmek, kainata ve insanlara ihtimamla davranmak özendirilir. Medeni insan, nefsine gem vurur ve baÅŸkalarıyla yarışmaktan imtina eder.
Çocuklarımızın üzerine aşırı düÅŸmemiz ve onları yerli yersiz aşırı övgülere boÄŸmamız, onların kendilerine duyduÄŸu güveni arttırmaktan çok, hayatta karşılığı olmayan ÅŸiÅŸmiÅŸ bir özgüvene yol açıyor. Özsaygıyı bütün ruhsal saÄŸlığın ana mihveri kabul eden Amerikan mahreçli düÅŸünceler yüzünden, gerek anne babalar gerekse de öÄŸretmenler, çocukları doÄŸal ÅŸartlardan uzaklaÅŸtırıyor ve onları adeta bir koza içinde şımartmayı yeÄŸliyor. ‘Büyük ve ÅŸanlı ben’ fikri giderek artan bir çılgınlık halinde dünyayı kasıp kavuruyor. Her ÅŸeyi doÄŸuÅŸtan hak edenler kulübü.
Neoliberal projenin en olumsuz etkilerinden bir tanesi, bütün acıyı en incinebilir insanların üzerine yıkması. Oyunun devam etmesi için kazananlar ve kaybedenler olmalı, kazananlar daha çok kazandıkça daha da güçlü oluyor ve oyunun kurallarını kendilerinin lehine eÄŸip bükebiliyorlar. Ä°ÅŸ hayatında ve bankacılıkta düzenlemeler gevÅŸetildikçe, iÅŸ ve bankacılık sektörleri kendi çıkarları lehine hareket etmekte daha da rahat davranıyor ve bu durum eÅŸitsizlikte büyük bir patlamaya yol açıyor. 2009 yılında verilen bir rakama göre dünyanın en büyük yüz ekonomisinden kırk dördü ülkeler deÄŸil, ÅŸirketler. Zenginler ve daha güçlüler, kendilerini daha zengin ve daha güçlü kılarken, iÅŸsizlik büyüyor, maaÅŸlar yerinde sayıyor ve kiÅŸisel borçlar katlanarak artıyor.
Åžirketler günlük hayatın içine o kadar çok giriyor ki gündelik hayatlarda da o ÅŸirketlerin dikte ettiÄŸi norm ve deÄŸerlerle davranmaya baÅŸlıyoruz. Lewis Mumford’un on yıllar önce söylediÄŸi gibi, yedi günahtan birisi olan tamahkarlık artık giriÅŸimcilik adı altında alkışlanıyor. Ruhlarımız serbest pazar ekonomisinin kıvamını aldığında, ihtiyaç sahibi insanları acımasızca yargılamaya baÅŸlıyor, muhtaç hale düÅŸmeyi ayıplanacak bir durum olarak görüyor ve oyunun kaybedenleri olduklarını farz ediyoruz. Kazananların kutsandığı bir dünyada kaybedenler de lanetleniyor. MutluluÄŸun yolunun erdemli bir hayattan deÄŸil, her ne pahasına olursa olsun kazanmaktan geçtiÄŸini düÅŸünüyoruz.
Bir köÅŸede sessizce oturan kiÅŸi, günümüz anlayışında “ezik” kabul ediliyor. Hayatı tırmalayan, ÅŸöhret ve para basamaklarını hızla tırmanmak için bütün deÄŸerlerini ayaklar altına alan kiÅŸi ise baÅŸarılı. Modern kabilemizin bizi gizliden gizliye ikna ettiÄŸi düÅŸünce, benliÄŸimizin ideal bir ÅŸekli olduÄŸu ve asıl kimliÄŸimizin, kiÅŸiliÄŸimizin orada yattığı düÅŸüncesi. Biz bu hikayeyi alıyor, içselleÅŸtiriyor ve benliÄŸi de bizi tanımlayan bir kahraman kılıyoruz. ModernliÄŸin baÅŸarı hikayesi bizim hikayemiz oluveriyor. Oysa olmadığımız kiÅŸi olmaya çabalamak, bizi sadece yorgun düÅŸürür.
Bu hepimizin hikayesi. Kendini kandırmanın cehenneminde en dindar, en partizan, en namuslu, en vatansever taklidini yapıyor da olsak, ruhun en derinlerinde uykuya yatırdığımız bir gerçek geriniyor. Onunla karşılaÅŸmamak için, köÅŸe bucak, olduÄŸumuz kiÅŸiden olmak istediÄŸimiz kiÅŸiye kaçıyoruz.
Halbuki ruhun odası darmadağın ve bir anne de gelmeyecek
Kaynak: Gerçek Hayat
Henüz yorum yapılmamış.