İsmail Kılıçarslan: Toplumsal cinsiyet eşitliği kadına şiddettin nedenidir
“Toplumsal cinsiyet eşitliği teorisi” kadına şiddetin ilacı değil, nedenidir. Cinsiyetin fıtri, yaratılışsal, onotolojik bir gerçek, bir fact olduğunu kabul etmeden, cinsiyet eşitliğini bu fıtri gerçek üzerine bina etmeden kurulan her cümle de, alınan her tedbir de, atılan her adım da boştur.
Alın size bir haber: “Nevşehir’de yaşayan Bayram Ç., kendisinden boşanmak isteyen karısının evine bombalı düzenek yerleştirdi.”
“Kadına şiddetle mücadele meselesinde Türkiye epeyce mesafe aldı” cümlesi hem sonuna kadar doğru, hem de sonuna kadar eksik bir cümle. Doğru, çünkü hem kamuoyunun duyarlılığı temin edildi hem de yasal düzenlemeler oldukça iyi yapıldı. Eksik, çünkü kadına şiddetle mücadele konusunda iki sert gerçeği görmezden gelmeye devam ediyoruz.
Nedir o sert gerçeklerden ilki? Hiç şüphe yok ki uyuşturucu ve özellikle de alkol kullanımının kadına şiddetteki rolüdür. İkiyüzlü bir argümantasyon geliştiren modern dünya, bilhassa kadın dernekleri üzerinden kadına şiddetle mücadeleyi sürdürmeye meyyalken diğer yandan alkolün bu şiddetteki payını gözlerden uzak tutmaya azmetmiş görünüyor. Alkolü, büyük bir “serbestlik kategorisi” olarak değerlendiren hâkim dünya düşüncesi “suç-alkol” ilişkisini neredeyse yok sayıyor. Oysa istatistiklerden öğreniyoruz ki her türlü suçtan daha fazla olmak üzere kadına şiddette alkol en ciddi problem. “İçip içip karısını dövmek” aşamasından “içip içip karısını öldürmek” aşamasına geçildi epeydir. Fakat tabii “feminist dilin oluşturduğu kadına şiddetle mücadele dili”ni savunan insanların kahir ekseriyeti aynı zamanda “alkol kötü bir şey değildir ve dünyadaki herkes bunu dengeli şekilde tüketebilir” cümlesini de yedeğine aldığı için bu mesele sürekli öteleniyor, konuşulmuyor.
Alkolün kadına şiddete etkisi, tartışmaya kapalı bir gerçek olarak orta yerde dururken feminist dil son derece tartışmalı ve aslında bayatlamış bir cümleyi, “kadına şiddette eğitimsizlik çok önemli faktör” cümlesini dolaşımda tutuyor. Oysa net şekilde anlaşılıyor ki kadına şiddet büyük oranda “eğitim durumundan bağımsız” olarak ilerleyen bir tehlike. Hatta “maddiyata bağlılık” bile büyük oranda alkolden daha az önemli bir gerçek. Hal böyleyken “alkol tüketimini bir hayat tarzı savunusu” olarak kabul edip kadına şiddet konusunda yok saymak, meselenin teşhisini doğru yapamamak anlamına geliyor. Teşhis doğru olmayınca tedavinin doğru olmasını bekleyemeyiz elbette.
İkinci sert gerçek ise 20. yüzyılın başından beri ilerleyen “erkeğin toplumsal rolünün paramparça edilmesi projesi”nin kesin bir başarıya ulaşmış olması. “Baba ve eş” olarak erkek “anne ve eş” olarak kadından fersah fersah daha güçsüz bir noktaya ilerletildi. “Kadının ekonomik bağımsızlığı” zaten bir yana, sosyal ilişki kurma kabiliyetleri zaten oldukça az olan erkeklere kalan tek şey “bedensel işler” gibi duruyor. Kariyer avantajını kaybeden erkek, “merhamet temelli” bir evlilik hayatı da yaşayamıyor zira bütün dünyaya kodlanan şey “merhamet temelli ilişkilerin kötü olduğu” yönünde. Buna bir de “çocuk yetiştirme konusunda tek yetkili taraf annedir” palavrası eklenince “erkek” dediğimiz adam tüm temel oryantasyonunu kaybetmiş bir zavallıya dönüşüyor. Çocuğunun babası ama üzerinde terbiye hakkı yok. Eşinin kocası ama eşinde huzur bulamıyor. Bir yerde çalışan ama kariyer avantajını kadınlara kaybetmiş durumda.
Biraz radikal gelebilir kulağa ama kadına şiddet bahsinde “erkeğin toplumsal rolünün parça pinçik edilmiş olması” başlıklı o sert gerçek dile getirilmemeye, konuşulmamaya, yok sayılmaya devam ederse milim mesafe alınabileceğine inanmıyorum.
Yine radikal gelebilir kulağa ama “toplumsal cinsiyet eşitliği teorisi” kadına şiddetin ilacı değil, nedenidir. Cinsiyetin fıtri, yaratılışsal, onotolojik bir gerçek, bir fact olduğunu kabul etmeden, cinsiyet eşitliğini bu fıtri gerçek üzerine bina etmeden kurulan her cümle de, alınan her tedbir de, atılan her adım da boştur.
Rolünü, ağırlığını, fıtratını kaybetmiş erkeklere hangi bilinç kampanyasını yaparsanız yapın, hangi duyarlılığı pompalarsanız pompalayın olmayacak, sonuç vermeyecektir. O hastalık, kendini tekrar tekrar var edecek bir zemin bulacaktır.
Bütün bunları yazarken aynı zamanda “tüm bu bilinçlendirme faaliyetleri, tüm bu yasal düzenlemeler olmasın” falan da diyor değilim. Yanlış anlaşılmasın. Sadece “büyük bataklığı kurutmak yerine bataklığın ürettiği sineklere ilaç sıkmak doğru yöntem değil” demeye çabalıyorum.
Yarın, “Kadına Şiddetle Mücadele Günü.” Umarım o bataklığı kurutmaya yönelik bir tartışmanın başladığı gün olur.
Ve yine umarım, derdimi sarahaten anlatma kabiliyeti göstermişimdir.
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.