Mehmet Aktaş'ın kaleminden: Suzidilara
Makedon şoförde keyifler gıcır; ağır taşıtlarla yarış halindeyiz. Paketi attı ortaya, egzoza duman takviyesi yapıyoruz. O gaza yüklendikçe Topkapı biraz daha uzaklaşıyor rüzgarımızdan. Al işte köprünün ayakları da göründü.
O sabah altı gibi Ulubatlı’da otobüsten indim cemaate yetiÅŸmeye çalışıyorum. Gazi Ahmet PaÅŸa on dakikalık mesafe, yetiÅŸirim. Durağın biraz gerisine park etmiÅŸ Makedonya plakalı tırın yanından geçerken telaÅŸla karşıdan gelen biri “Gebze, Gebze... Abi Gebze!” diyor. Anladım ki adam tırın ÅŸoförü, yanlış yola girdiÄŸi için bana Gebze'yi soruyor.
Tarif etsem anlamaz, ne yol biliyor ne lisan. Çölde kaybolmuÅŸ yavru ceylan gibi biçare gözlerime bakıp duruyor. Bugün cemaat bir kiÅŸi eksik oluversin, “Haydi atla!” diyorum. Vakıf Gureba kavÅŸağından karşı ÅŸeride geçtik Edirne istikametinde devam ediyoruz. Ä°stoç’un altından adamı üçüncü köprü yoluna yönlendirir tekrar geri dönerim diyorum.
Tam çıkışa yaklaşırken adamın telefonu çaldı. “Brat go izgubiv patot” gibisinden bir ÅŸeyler konuÅŸuyorlar. Tabi ben ne konuÅŸtuklarını anlamıyorum. Çıkışı geçmek üzereyiz; burayı kaçırdık mı yandı gülüm keten helva. Ä°ÅŸin ciddiyetini anlatmak için yumruÄŸumla ön panele vurmaya baÅŸlıyorum, “SaÄŸa gir, saÄŸa!” diyorum. Beyefendi çok rahat, eliyle telefona iÅŸaret ederek “Abi çavuÅŸ, çavuÅŸ!” diyor. Anladığım kadarıyla çavuÅŸ dediÄŸi akıllı, Ä°stanbul’da yolunu kaybetmiÅŸ ÅŸoföre Makedonya’dan yol tarif ediyor.
GeçmiÅŸ olsun!.. Mahmutbey giÅŸelerinden sonra kontrol noktasında durduk, dönüÅŸ için çare arıyorum. Adam da cüzdanını açmış “Ä°stersen buradan taksiyle dönebilirsin” diye bana para teklif ediyor. Suratım sirke küpü, “Bekle!” diyorum. Tırdan indim görevli memurlara çıkışı soruyorum, “BahçeÅŸehir” diyorlar. Åžans her zaman yaver gitmiyor; karşı ÅŸeritte trafik durma noktasına gelmiÅŸ. Neyse BahçeÅŸehir’den çıktık, mahalle aralarını kullanarak bir saat sonra baÄŸlantı yoluna giriyoruz.
Fırtına geçti, fakat “Bu adam yolu yine kaybeder” korkusuyla hemen bırakmak istemiyorum; BaÅŸakÅŸehir’e paralel kaptırdık gidiyoruz. Sultangazi’de Topkapı tramvayına geçme hayalleri kuruyorum. Sultangazi’ye geldik, bomboÅŸ arazi... Etrafta ne tramvay var ne tramvay yolu. Biraz daha gittik üçüncü havaalanı çıktı karşımıza. Devam...
Kemerburgaz... Adı askıda, kendisi kayıp. Odayeri, Uskumruköy... Ä°ÅŸim olmaz, geç. Kilyos... Onu biliyorum; rahmetli Bekir Abi’nin cenazesi için gelmiÅŸtik, iki saatımız geçmiÅŸti yollarda. Bugün belki üç saat.
Makedon ÅŸoförde keyifler gıcır; ağır taşıtlarla yarış halindeyiz. Paketi attı ortaya, egzoza duman takviyesi yapıyoruz. O gaza yüklendikçe Topkapı biraz daha uzaklaşıyor rüzgarımızdan. Al iÅŸte köprünün ayakları da göründü.
Ä°lk açıldığında ücretsiz geçtiÄŸim Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden ikinci kez yine bedavaya geçiyorum. Manzara muhteÅŸem; Bosphorus turkuvaz mavi, BoÄŸaziçi zümrüdî yeÅŸil. Köprü çıkışında Riva tabelasını görünce Beykoz ve YuÅŸa a.s. geliyor aklıma.
“Geleneksel Piknik” alanımız Hüseyinli Köyü... Ne çabuk geldik biz buraya; Topkapı dünyanın bir ucu. Åžile Yolu... Gözüm kesmiyor. Bu daÄŸ başında kim alır beni arabasına. BeÅŸyüz liraya razıyım; önümüze çıkan küçük yerleÅŸim yerlerinde gözlerim iÅŸtahla sarı taksi arıyor. Heyhat!.. Görünürde ne taksi var ne hayat.
Dilovası’na yakın ÅŸoför ayağını gazdan çekti ufaktan saÄŸa yanaÅŸmaya baÅŸlıyor. GeldiÄŸimiz yol yetmezmiÅŸ gibi parmaklarımı birleÅŸtirdim kılıçlamasına elimi ileri doÄŸru sallıyorum, “Devam!” diyorum. O kendinden emin “Yok!” diyor “Buradan giriyoruz.” Hayret!.. Herif haklı çıkıyor. Benim kaporta yollarda fakat motor Topkapı’da kalmış.
Gebze’deyiz, saat dokuz buçuk. “Adres?” diyorum, neÅŸeli bir yüz ifadesiyle “Gümrük” diyor. Artık belli oldu, bundan sonra bunun bana ihtiyacı yok. Müslüman mı gâvur mu olduÄŸunu bilmediÄŸim ÅŸoföre müsait bir yerde durmasını söylüyorum; saÄŸolsun ÅŸükran dolu bakışlarla teÅŸekkür ediyor. “Eyvallah!” deyip iniyorum.
Yolda karşıma çıkan ilk kiÅŸiye “Ä°stanbul’a en hızlı nasıl gidebilirim?” diye soruyorum, “Tren” diyor. “Ä°stasyon?” diyorum, “Uzak, minibüse binmen gerekir” diyor. DediÄŸini yapıyorum. Başımı trenin camına yasladım, hızla akan manzarayı seyrediyorum. Gözlerim dalıyor bir ara. Sandallar, martılar, tambur, ney, suzidilara...
Gün ortası saat onbir buçuk Topkapı. Su gibi akıyor zaman. Elimde tavÅŸan kanı çay, başımın üstünde duman.
Henüz yorum yapılmamış.