Endülüste Müslüman Kıyımı: Kanlarında Vaftiz Edilenler
Follow @dusuncemektebi2
Ölümle, sürgünle, asimileyle, tecavüzle neticelenen Hristiyan politikasının getirdiği yıkım, şüphesiz hâlâ acı bir hâdise olarak hatırlanmaya devam ediyor. Endülüs’te sürgüne giden süreçte yaşananların aynısının günümüzde de yaşanıyor olması, Avrupa başta olmak üzere bugün Hristiyan dünyasının yeni bir Endülüs meydana getirmeye teşne olduğunu gözler önüne serer.
Kuzey Afrika fetihlerinin artık neredeyse tamamlandığı miladi 8. yüzyılın başı Ä°slam fatihlerinde artık yepyeni bir heyecan doÄŸurur: Denizin öte tarafına, Vizigot topraklarına geçmek.. O dönemin Kuzey Afrika Valisi Mûsâ b. Nusayr’ın, Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik’in izniyle gerçekleÅŸtirdiÄŸi bir keÅŸif de artık bunun için doÄŸru zamanın geldiÄŸini söyler. Vizigot Krallığı her ne kadar bu dönemde yıkıcı çeÅŸitli iç karışıklıkların yaÅŸandığı bir yer olsa da bunların hiç birisi Târık b. Ziyâd kumandasındaki 7000 kiÅŸilik Ä°slam ordusunun kalabalık Vizigot ordusunu neredeyse tamamen yok ettiÄŸi savaÅŸ kadar yıkıcı bir tesir bırakmaz.
Ä°spanyol Ressam Salvador Martínez Cubells tarafından çizilen, Ä°slam ordusu karşısında Vizigot ordusunun geri çekiliÅŸinin tasvir edildiÄŸi resim.
Ä°spanya topraklarının tamamına hakim olan Vizigot Krallığı’nın da düÅŸmesiyle artık bu topraklar da Ä°slam fatihlerinin önüne serilmiÅŸ olur. Kuzey Afrika’dan da gelen yeni birliklerle öylesine hızla ilerler ki kısa bir zaman sonunda Fransa ile Ä°spanya arasındaki daÄŸ silsilesi olan Pireneler’e, hatta daha da ilerisine Merovenjler Hânedânı’nın idaresindeki Frank topraklarına kadar uzanılır.
Fethin tamamlanmasının ardından artık valilikle idare edilen bir yer haline gelen Endülüs aynı zamanda Avrupa içlerine uzanan ve durmayan fetih hareketleri için de ciddi bir üs olur. Fakat bu durum 732 yılında bugün Paris’in 300 küsur kilometre uzaklığında bulunan Poitiers mevkiinde, Abdurrahman el-Gâfikî kumandasındaki Ä°slâm ordusuyla Charles Martel’in emrindeki Frank kuvvetleri arasında yapılan ve Müslümanların maÄŸlubiyeti ile neticelenen savaÅŸla inkıtaya uÄŸrar. Ä°slam kaynaklarında BelâtüÅŸÅŸühedâ (Åžehidler yolu) olarak bilinen ve önemli de bir dönüm noktası olan bu savaşın ardından artık Müslümanlar ciddi bir ÅŸekilde dışa da açılmazlar. Yapılan savaÅŸlar bu tarihten sonra bir nevi savunma gayesi taşır.
Fransız Ressam Charles de Steuben’a ait, günümüzde Versay Sarayı’nda yer alan “Poitiers Savaşı” isimli resim.
Ä°çeride kimi problemlerin patlak verdiÄŸi sıkıntılar ilk olarak bu valiler döneminde baÅŸlar. Berberî isyanlarının yanı sıra Arap kabilelerinin kendi aralarındaki çatışmalar devleti bir hayli meÅŸgul ederken, Ä°spanya topraklarının en kuzeyine sıkışmış Hristiyanların da kuvvetlerini toparlamaları için iyi bir fırsat sunar.
Fetihten 40 yıl sonra 750 yılına gelindiÄŸinde ise çok büyük bir geliÅŸme yaÅŸanır ve Abbâsîler, Emevî Devleti’ni ortadan kaldırır. Hânedân mensuplarının Abbâsîler tarafından takip edildiÄŸi ve ortadan kaldırıldığı bir ortamda BaÄŸdat’tan kaçmayı baÅŸaran Emevî Hânedânı’na mensup Abdurrahman b. Muâviye, Filistin ve Mısır üzerinden Kuzey Afrika’ya, nihayetinde oradan da Endülüs topraklarına geçer.
Tabi Endülüs’e geldiÄŸinde buranın idaresi kendisine altın tepside sunulmaz. Mevcut kimi karışıklıklardan istifade eden I. Abdurrahman saÄŸladığı destek ile baÅŸarılı olur ve nihayet 756 yılında kendisini emir ilan eder. Dolayısıyla buradan bakılınca fetihten yani 711 yılından 756 yılına kadar olan vetire Emevî Valiler Dönemi, bu tarihten 1031’e kadar devam edecek vetire ise Emevî Emirler Dönemi olarak isimlendirilir.
Ülke içindeki otoriteyi saÄŸlayan, vurduÄŸu darbeyle Hristiyanların emellerini boÅŸa çıkaran I. Abdurrahman kısa zamanda devleti, gücü Abbâsîler ve Bizanslılar tarafından kabul edilen bir mevkiye taşır. Kendisinden sonra gelen I. HiÅŸâm zamanında her ne kadar istikrarlı bir döneme ÅŸahit olunsa da ondan sonra gelen I. Hakem döneminde yine yoÄŸun isyanlar patlak verir. Endülüs’ün en mühim ÅŸehirlerinden biri olan Barselona’nın 801 yılında Hristiyanlar’ın yönetimine geçmesiyle yaÅŸanan bu iç karışıklıkların bir neticesi olur. II. Abdurrahman’ın saltanat yılları oldukça parlak geçerken kendisinden sonra yerine gelen Muhammed’in dönemi ağır iç karışıklıklarla çalkalanır.
Fakat sonrasında III. Abdurrahman zamanında yine istikrar saÄŸlanır ve uzunca bir dönem de devam eder. III. Abdurrahman döneminin en önemli vakalarından birisi de 929 yılında kendisini halife ilan etmesidir. Bunda Kuzey Afrika’da ciddi bir biçimde yayılan Fâtımîler’in ciddi bir tesiri olur. Otoriteyi saÄŸlamasının ardından mücadele ettiÄŸi tek kuvvet Hristiyan krallıklar deÄŸildir, aynı zamanda Kuzey Afrika içlerine kadar girerek Fâtımîler ile de mücadele eder.
III. Abdurrahman’ın torunu II. HiÅŸâm’ın çocuk yaÅŸta tahta geçmesi bir nevi vezir olan Ebû Âmir’e nisbetle Âmirîler dönemini baÅŸlatır. Halifenin pasif kaldığı bu dönemde yapılan kimi uygulamalar nihayetinde büyük bir isyanın patlak vermesine sebep olur. Halîfe kayıplara karışır, Âmirîler ortadan kaldırılır. Karışıklık öyle bir hale gelir ki bundan sonra gelen Emevî halifeleri de bununla baÅŸ edemez.
YaÅŸanan bu karışıklıktan istifade ile Åžîî Hammûdîler, Emevî Endülüs Devleti’nin baÅŸkenti olan Kurtuba’yı ele geçirir fakat çok da uzun olmayan bir vakit sonra halk tarafından Kurtuba’dan atılır. Sonrasında Kurtuba’da 7 yıl boyunca Emevî tahtına geçecek hânedân mensuplarının mücadelesine ÅŸahit olunur. YaÅŸananlar neticesinde artık sabırları iyice tükenmiÅŸ olan Kurtuba ileri gelenleri 1031 yılında devleti laÄŸvederek, hânedân mensuplarını da sürgüne yollar. Böylece Endülüs Emevî Devleti son bulmuÅŸ olur.
Meydana gelen otorite boÅŸluÄŸu tabî olarak beraberinde boÅŸ bırakılan yerlerde çeÅŸitli devletçiklerin ortaya çıkması neticesini doÄŸurur. Mülûkü’t-tavâif denilen ve yaklaşık 60 yıl devam eden bu parçalanmışlık hali, Ä°ber Yarımadası’ndaki Müslümanların varlığını ortadan kaldırmayı gaye edinen “Reconquista” fikrini canlandırıcı Hristiyan krallıklara da büyük bir imkan saÄŸlar. Kaybedilen topraklar arasında Kurtuba’dan sonraki en büyük ikinci ÅŸehir olan Tuleytula/Toledo’nun da bulunması Müslümanlar arasında büyük paniÄŸe yol açar. YaklaÅŸan tehlike Endülüslüleri Kuzey Afrika’da hüküm süren Murâbıtlar’dan yardım istemeye mecbur eder.
Tabi burada yapmaya çalıştığımız ÅŸeyin asıl yazmayı planladığımız mevzunun anlaşılır olabilmesi için kısa bir siyâsî tarih vermekten fazlası olmadığını söylemek yerinde olacaktır. DeÄŸil sadece detaylara, belli baÅŸlı meselelere girilmesi durumunda bile anlatılması belki kalın bir cilt esere sığmayacak meselelerin burada birkaç sayfa yazı ile anlatılmasındaki imkansızlık herkesin kabul edeceÄŸi bir gerçektir.
Bu giriÅŸ mahiyetindeki yazının gayesi kısa bir siyâsî tarih olmaktan öteye geçmiyor. Yoksa, mesela giriÅŸilecek Endülüs sanatı ve Endülüs ilim hayatı gibi baÅŸlıklar bizi de bu yazıyla altından kalkılamayacak bir duruma sokar.
Vehle-i ûlâda verilebilecek ÅŸu misal bile yazamadıklarımızın anlaşılabilmesi için yeterli olacaktır: Tuleytula öylesine önemli bir ilim ÅŸehridir ki, 1085’te düÅŸmesinin ardından buradan Avrupa içlerine taşınan kitapların Avrupa’yı ilmî bakımdan ihyâ ettiÄŸi, hatta Oxford Üniversitesi’nin buradan götürülen kitaplarla kurulduÄŸu hiç de hafife alınmayacak kiÅŸiler tarafından dile getirilir.
Avrupa’nın hatta daha da abartılarak dünyanın en eski üniversitesi olduÄŸu söylenen Bologno Üniversitesi’nin Tuleytula’nın düÅŸüÅŸünden sadece 3 yıl sonra, 1088 yılında kurulmuÅŸ olması üzerinde düÅŸünülmesi,göz ardı edilmemesi gereken bir gerçektir.
Endülüslü Åžair Ebü’l-Bekâ er-Rundî’nin Endülüs topraklarında yaÅŸanan kayıplar sebebiyle yazdığı meÅŸhur “Risâü’l-Endelüs” isimli mersiyesi.
Endülüs Müslümanlarının daveti üzerine Tuleytula’nın düÅŸmesinden bir yıl sonra büyük bir orduyla Endülüs’e geçen Murâbıt Hükümdarı Yusuf b. TâÅŸfîn, Kastilya ve Leon Kralı VI. Alfonso’yu Zellâka Savaşı’nda ağır bir yenilgiye uÄŸratır. Yusuf b. TâÅŸfîn’in Endülüs’teki emirlere düÅŸman karşısında tek kuvvet olunması tavsiyesinde bulunarak Kuzey Afrika’ya geçmesinin ardından onların bunu dinlemeyerek yine birbirleriyle uÄŸraÅŸmaları, Hristiyanların da saldırılarını tekrar baÅŸlatmaları Yusuf b. TâÅŸfîn’in ikinci kez Endülüs topraklarına geçmesini ve yapılan teÅŸviklerle burayı Murâbıt Devleti’ne baÄŸlı bir vilâyet haline getirmesini saÄŸlar.
Portekizli ressam Alfredo Roque Gameiro’ya ait Zellâka Savaşı’nı tasvir eden bir resim.
Aynen Mülûkü’t-tavâif dönemi gibi Endülüs’te 60 yıllık bir Murâbıt dönemi yaÅŸanır. 1147’de Murâbıtlar’ın yıkılışıyla meydana gelen otorite boÅŸluÄŸuyla Endülüs toprakları yine Hristiyan krallıklarının saldırılarına maruz kalır. Bu sefer de Murâbıtlar gibi bir baÅŸka Kuzey Afrika devleti olan Muvahhidler Endülüs’ün yardımına koÅŸar.
Muvahhidler Devleti Hükümdarı Ebû Yusuf el-Mansûr’un 1195 yılında kazandığı Erek Savaşı ve bunun akabinde Hristiyanların ellerindeki kimi yerleri ele geçirmesi bir hayli mühimdir. YaÅŸanan geliÅŸmeler Hristiyan dünyasında bir panik meydana getirince Papa III. Innocent’in çaÄŸrısıyla büyük bir haçlı ordusu kurulur. 1212 yılında yapılan ve Ä°slam kaynaklarına Ä°kâb Savaşı olarak geçen çarpışmada Muvahhidler ağır bir darbe yerler.
Bu savaÅŸ neticesinde “Reconquista” fikri Hristiyanlar nezdinde tekrar canlılık kazanırken Muvahhidler de yıkılma sürecine girerler. Muvahhidler’in zayıfladığı bu dönemde Tunus’ta Hafsîler, Cezayir’de Abdülvâdîler, Fas’ta da Merînîler bağımsızlıklarını ilan ederken iÅŸte Endülüs’te de 1492 yılına kadar varlığını devam ettiren Nasrîler veya diÄŸer ismiyle Gırnata Benî Ahmer EmirliÄŸi 1238’de bir güç olarak ortaya çıkar.
Ä°spanyol Ressam Francisco de Paula Van Halen tarafından çizilen, Ä°kâb Savaşı’nı tasvir eden bir resim.
Nasrîler’in bulundukları topraklarda 250 küsur yıllık hakimiyetleri ÅŸüphesiz azımsanmayacak bir müddettir. Hristiyan krallıklara karşı uygulanan ılımlı politika ile Kuzey Afrika'daki Müslüman diÄŸer kuvvetlere karşı uygulanan denge siyaseti bu uzun ömürlülüÄŸün arkasında yatan temel sebeplerdir. Fakat 1462’ye gelindiÄŸinde ise nispeten istikrarlı bir dönemin de sonuna gelinmiÅŸ olur.
Bunda ÅŸüphesiz, 1453’te Ä°stanbul’un fethedilmesinin Hristiyan dünyasında meydana getirdiÄŸi paniÄŸin de tesiri olur. Kastilya ve Leon Krallığı’nın Endülüs’ün Kuzey Afrika ile irtibatını saÄŸladığı tek nokta olan Cebel-i Tarık’ı zapt etmesi ve 1469’da Kastilya ve Leon Kraliçesi ile Aragon Kralı’nın evlenerek Hristiyan yayılmacılığına ivme kazandırması, 1489’a gelindiÄŸinde baÅŸÅŸehir dışındaki bütün ÅŸehirlerin ele geçirilmesine sebep olur.
Zaten bir lokma halinde kalan Gırnata da her ne kadar müdafaası noktasında büyük bir gayret vermiÅŸ olsa da nihayet 1492 yılında düÅŸer. 1480’de Güney Ä°talya’ya ayak basan Osmanlı'nın istikrarlı ilerleyiÅŸinin daha sonra Cem Sultan vak’ası sebebiyle inkıtaya uÄŸraması, Memlük tahtında bulunan Kayıtbay'ın da Ä°spanya krallarına yönelik tehditten öte gidemeyen faaliyetleri elle tutulur bir netice elde edilmesini engeller. Zaten o dönemde ciddi bir donanmadan yoksun bu iki devletin Cem Sultan sebebiyle vuruÅŸmaya varan münasebetleri de Endülüs ile alakadar olmalarına izin vermez.
Buna raÄŸmen, Osmanlı'nın Endülüs Müslümanlarından azımsanmayacak bir sayıyı Kuzey Afrika’ya taşıdığı bilinen bir gerçektir. Gırnata’nın düÅŸmesi yapılan bir anlaÅŸma ile ÅŸehrin teslimi suretiyle olur.
Tutulmayan kimi sözler ile teslim olmayı kabul eden Ebû Abdullah acıyla dönüp baktığı Gırnata’dan ayrılıp Endülüs topraklarındaki sürgün yerine giderken, Ferdinand ve Ä°sabel de Ä°slam mimarisinin bölgedeki en muhteÅŸem ÅŸaheserlerinden biri olan Elhamra Sarayı’na yerleÅŸir. Böylece 800 yıllık bir tarihin son kalesi de düÅŸerken arkasında bambaÅŸka bir problem bırakır: 800 yıldır Endülüs topraklarına kök salmış olan Müslümanlar...
Ä°spanyol Ressam Francisco Pradilla Ortiz tarafından çizilen, son Nasrî Hükümdarı Ebû Abdullah’ın Kral Ferdinand ile Kraliçe Ä°sabel’in karışışında resmedildiÄŸi ve Gırnata’nın devredilmesinin tasvir edildiÄŸi resim.
“Reconquista” aslında askerî bir harekâtı ifade ederken ÅŸüphesiz fikrî bir zemine de sahiptir. Ä°slam karşıtı olan bu fikir sadece Ä°spanya’da deÄŸil Avrupa genelinde de yaygın baÅŸvurulan bir propagandadır. Orta ÇaÄŸ’ın en önemli filozoflarından biri olarak görülen Aquinalı Thomas baÅŸta olmak üzere pek çok ismin ÅŸahsında temsil edilen Ä°slam karşıtı propagandanın oldukça eski bir tarihe sahip olduÄŸu Avrupa kırasında bunun sayısız misali varken, “Reconquista” fikrinin temelini oluÅŸturduÄŸu bu düÅŸmanca anlayış Ä°spanya için de fazlasıyla geçerlidir.
Endülüs’ün düÅŸmesiyle birlikte Hristiyan ve oldukça da mutaassıp hakim kuvvetin insafına bırakılan Müslümanlar, kötü muameleye maruz kalır. Endülüs Müslümanlarının tamamının o tarihte Ä°ber Yarımadası’ndaki tek Müslüman kuvvet olan Nasrîler ÅŸemsiyesi altında toplanmış olmadığını unutmamak gerekir. Mesela 1238 yılında Aragon Kralı I. James Belensiye/Valensya’yı aldığında orada mevcut olan ve sayıları bir hayli kalabalık olan Müslüman nüfus varlıklarını 17. yüzyılın başına, büyük sürgüne kadar devam ettirir. Yani Hristiyan boyunduruÄŸu altına giren ciddi bir Müslüman nüfus 1492’den daha evvel Hristiyan tahakkümüne maruz kalır.
Bu Valensya misalinde olduÄŸu gibi farklı Endülüs ÅŸehirleri için de geçerlidir. Endülüs nüfusunun sadece Arap ve Berberîlerden oluÅŸmadığını da bilmekte fayda var. Kuzey Afrika’dan, Arap ülkelerinden getirilen Arap veya Berberîlerin Endülüs Müslümanlarının ilk nüvesini oluÅŸturduÄŸunda ÅŸüphe yoktur. Mesela bilindiÄŸi gibi Ä°bn Haldun’un ataları Yemen’den kalkıp Endülüs topraklarına yerleÅŸmiÅŸ Araplardır. Endülüs’te nüfuz sahibi bir aile mevkiine gelen Benî Haldun, Hristiyanların ilerleyiÅŸi karşısında kendilerine emniyetli bir yer bulmak istemeleri dolayısıyla, Ä°bn Haldun’un 1332 yılındaki doÄŸumundan sadece bir asır kadar önce Tunus’a yerleÅŸir. Tabi Endülüs’te asıl Müslüman nüfusu fetihten yaklaşık iki asır sonra kendisini iyice hissettiren ve mühtedi olanların soyundan gelenleri ifade eden müvelledûn oluÅŸturur.
Bu ihtida hareketlerinin nasıl olduÄŸu mevzu bizi asıl temerküz etmek istediÄŸimiz mevzudan alıkoyacak bir mesele olsa da, bu ihtidaların mahkûmiyet veya kimi Hristiyanların menfaatleri neticesinde olduÄŸunu söyleyen Matthew Carr’a katılmak da mümkün deÄŸildir. Kendisinin; 1492’den 1609, hatta daha sonraki dönemi ustalıkla incelediÄŸi Blood and Faith: The Purging of Muslim Spain, 1492-1614 (Kan ve Ä°man: Ä°slâmî Ä°spanya'nın Tasfiyesi 1492-1614) isimli çok kıymetli araÅŸtırma eseri bu bakımdan halel taşır.
1915 – 1916 yılları arasında bir milyona yakın Ermeni’nin öldürülmesini “TürkleÅŸtirme Projesi” ile ifade eden ve bu yanlış propaganda unsuru bilgi üzerine inÅŸa ettiÄŸi durumu Ä°spanya’da uygulanan tasfiyeye benzetmesi ise böyle bir araÅŸtırma eserini meydana getiren bir yazar için affedilemeyecek ölçüde büyük bir hatadır.
Matthew Carr’ın Blood and Faith: The Purging of Muslim Spain, 1492-1614 isimli eserinin kapağı. Kitap Alfa Yayınları’ndan Kan ve Ä°man: Ä°slâmî Ä°spanya'nın Tasfiyesi 1492-1614 ismiyle tercüme edildi.
Ä°ber Yarımadası’nın ÅŸehirleri Hristiyan hakimiyeti altına girdikçe artık Hristiyan olmayan unsurlar da bir problem haline gelir ki bunun ilk sıkıntısını yaÅŸayan grup Yahudiler olur. Ä°sa’yı öldüren Yahudi figürünün dalga dalga büyüdüÄŸü o dönem Avrupa'sında bu durum kendileri için hiç kolay deÄŸildir ÅŸüphesiz. Aleyhlerine iÅŸleyen hava içerisinde bundan dolayı HristiyanlaÅŸtırma politikasına maruz kalan ilk dinî cemaat de kendileridir. Ä°branice "Sefarad" manasına gelen Ä°spanya topraklarında bu uygulama kendileri için ilk de deÄŸildir üstelik.
711 yılında Endülüs fethi öncesinde Vizigotlar tarafından da Hristiyan olmaya zorlanan Yahudiler Ä°slam sancağı altında bu topraklarda ÅŸüphesiz en refah dönemlerini yaÅŸarlar. Özellikle dînî hürriyetlerini yaÅŸamalarından baÅŸka saray, ilim ve bürokraside geldikleri noktalarla bu dönem kendileri için adeta altın çaÄŸları olur. Alman AraÅŸtırmacı Sigrid Hunke’ın “Avrupa'nın Üzerine DoÄŸan Ä°slam GüneÅŸi” ismiyle tercüme edilen eseri bunun ve benzer baÅŸkalarının sayısız misali ile doludur.
Yahudilikten Hristiyanlığa dönen manasında kullanılan “Konverso” sıfatı ile anılagelen Yahudilerin çoÄŸu ÅŸeklen Hristiyan olurken, bunu bilen otoriteler de takibatta bulunurlar. 1477 yılında Sevilla’ya giden Ferdinand ve Ä°sabel çiftinin rivayet edildiÄŸi ÅŸekliyle bir dönme mahallesinde hâlâ Yahudilik inancı üzere yaÅŸadıklarını gözlemlemesi sonrası engizisyon faaliyetinde bulunması aslında ileride Müslümanlara yapılacak aynı uygulamanın sadece bir habercisidir. 1485 ile 1501 yılları arasında sadece 2000 kiÅŸinin Engizisyon’da yakılarak öldürülmesi bu taassubun seviyesini göstermesi bakımından ibretliktir.
Ä°spanyol Ressam Emilio Sala tarafından çizilen, Ä°spanya topraklarının Katolik dışı bütün unsurlardan temizlenmesi gerektiÄŸini savunan Engizisyon Lideri Tomas de Torquemada’nın, Ferdinand ve Ä°sabel’i Yahudileri sürgün etmesini saÄŸlayacak kararnameyi imzalamaya teÅŸvik ederken tasvir edildiÄŸi resim.
Aslında benzer muamele 1492’den daha evvel Müslümanlar üzerinde de uygulanmak istenir. Yukarıda isminden bahsettiÄŸimiz Aragon Kralı I. James 1238’de Belensiye/Valensya’yı aldığında, hakimiyeti altında bulunan Müslümanların yok edilmesi yönünde ruhban sınıfından bir ısrarla karşı karşıya kalır. Fakat mevcut Müslümanların sayıca üstün olması, onların yokluÄŸunda oluÅŸacak ekonomik altüst oluÅŸ I. James’i böyle bir uygulamadan alıkoyar.
Muhtemelen Müslümanlara kıyasla nüfuslarının az olması Yahudiler aleyhlerine yapılması planlanan faaliyetler için de herhangi bir tereddüde mahal bırakmaz. Günümüzde bile hayatî öneme sahip olan nüfus ÅŸüphesiz o asırlarda çok daha önemlidir. Mesela Ä°stanbul’un fethinden önce ve sonra ÅŸehri terk ederek kaçan Rumları tekrar buraya çekmek için teÅŸviklerde bulunan Fatih’in gayretleri de bununla izah edilebilir.
Avrupa’da o tarihlerde farklı bir dine deÄŸil, Hristiyanlığın farklı bir mezhebine baÄŸlı olmanın bile mensuplarını Engizisyon'a yolladığı dönemde; Fatih’in Foça, Mora, Limni, Midilli gibi pek çok yerden Müslüman olmayan unsurları Ä°stanbul'a getirerek burada iskân etmesi sadece ekonomik sebepler ile deÄŸil, hiç ÅŸüphesiz Osmanlı hoÅŸgörüsü izah edilebilir.
Prof. Lütfi Åžeyban’ın Endülüs ile alakalı yaptığı çalışmalar arasında yer alan bu iki kıymetli kitabı bu sahada yazılmış önemli eserler arasında yer alır.
Nihayet Ferdinand ile Ä°sabel’in 1492’de imzaladıkları ve tarihe Elhamra Kararnâmesi ismiyle geçen metinle Yahudiler Ä°spanya topraklarından sürülür. Dünyanın çeÅŸitli yerlerine dağılan Ä°spanya Yahudileri, bilindiÄŸi gibi Endülüs Müslümanlarının ricasıyla II. Bayezid tarafından yardım gayesiyle oraya gönderilen Kemal Reis tarafından Müslümanlarla birlikte Kuzey Afrika ve Osmanlı topraklarına taşınarak buralarda iskân edilirler.
Ä°ber Yarımadası’ndaki son kuvvetin de ortadan kaldırılması ÅŸüphesiz Hristiyanlar nezdinde büyük bir öz güven meydana getirir. Daha 1492 öncesi kimi kehanet metinleri Ferdinand’ı tüm krallıklara boyun eÄŸdiren bir lider olarak tavsif eder. Gırnata’nın düÅŸmesi ile birlikte Kudüs emelleri bir daha canlanır. Gelinen nokta öylesine müessirdir ki Matthew Carr’ın ifade ettiÄŸi ÅŸekliyle Kristof Kolomb’un Hint Adaları’na yeni bir güzergâh arayışındaki gayelerinden biri de Ä°slam dünyasına batıdan olduÄŸu gibi doÄŸudan da saldırmak için bir yol bulmak olur.
Fransız Ressam Eugene Delacroix’a ait; Kristof Kolomb’u, seyahatlerinin sponsoru olan Ferdinand ve Ä°sabel çiftinin önünde tasvir eden resim.
Gırnata’nın teslim ÅŸartları içerisinde bulunan bir madde de Endülüs’ten üç yıl içinde ayrılmak isteyenlerin, yanlarına deÄŸerli eÅŸyalarını da alıp ayrılmalarına imkan tanır. Bu durum beraberinde bir Müslümanın dârülharpte yani Müslüman olmayan bir devletin hakimiyeti altında yaÅŸayıp yaÅŸayamayacağı fıkhî meselesini doÄŸurur ki dönemin ulemâsı arasında tartışma meydana getiren bu meselede kimi alimler orada yaÅŸanılmaması gerektiÄŸini kimileri de aksini söyler.
Bundan dolayı aralarında son Nasrî Hükümdarı Ebû Abdullah’ın da olduÄŸu Müslüman nüfusun bir kısmı Endülüs’ten ayrılır, büyükçe bir kısım da Endülüs’te kalmaya devam eder. Endülüs’te 1492’den evvel de diÄŸer ÅŸehirlerin de düÅŸmesiyle göçlere ÅŸahit olunur. Mesela Müfessir Kurtubî, doÄŸduÄŸu ve büyüdüÄŸü Kurtuba’nın 1236 yılında Hristiyanlar'ın eline geçmesinin ardından buradan ayrılarak Mısır'a yerleÅŸir ve meÅŸhur tefsiri el-CâmiÊ¿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân’ı burada tamamlar.
Endülüs’te kalanlardan mülk sahibi Müslüman soylu ailelerin yanı sına özellikle Hristiyanların altında çalışan Müslümanlar, Aragon ve Valensya gibi yerlerde sahip oldukları iÅŸ gücü sebebiyle ciddi bir öneme hâizdirler. Bu durum da haliyle zengin Hristiyan soylular ile bunlarla çalışan Müslümanlar arasında bir menfaat münasebeti meydana getirir.
Gırnata’nın teslimi mukabilinde Müslümanlara sunulan din, mal, can gibi hürriyetleri muhtevî ÅŸartların kısa bir zaman sonra hâkim kuvvet tarafından rafa kaldırıldığında bu münâsebet kendisini daha da belirgin kılar. Öyle ki mesela otorite tarafından Müslümanların dış ezan okumaları yasaklanırken, zenginliÄŸi Müslümanların iÅŸ gücüne dayalı olan zenginler Müslümanların bu ezan ihtiyaçlarını karşılamalarından baÅŸka, kendilerine camiler inÅŸa edebilecekleri yerler bile tahsis ederler.
Müslümanların bu dönemdeki muhtemelen en büyük sıkıntıları Ä°ber Yarımadası’nda dağınık olmaları dolayısıyla bir birlikteliÄŸe sahip olamamalarıdır. Bundan dolayı da otorite tarafından Müslümanlar üzerine yapılan uygulamalar tek seferde tamamı üzerine deÄŸil, ileride göreceÄŸimiz üzere ayrı ayrı ve farklı zamanlarda icra edilir.
16. yüzyıl Avrupalı devletlerin kendi aralarındaki mücadelelerle de bir hayli karmaşıktır ve Ferdinand, Ä°talya üzerinde yaÅŸanan kimi anlaÅŸmazlıklar sebebiyle Fransa ile bir mücadele içerisindedir. Ruhban sınıfından kendisine teklif edilen, Yahudilere uygulanan politikanın aynısının Müslümanlara da uygulanması fikrine dışta vermekte olduÄŸu bu mücadele dolayısıyla pek sıcak bakmaz ve asimile politikasını tercih eder.
Burada da mesela Gırnata BaÅŸpiskoposluÄŸu’na atanan Hernando de Talavera, kralın bu politikasını yürüten kilit bir isim olur. Asimile faaliyetlerinin yavaÅŸ ilerlemesi tabi zamanla Talavera’nın yöntemlerini sorgulatır. 1499 yılında Gırnata’ya gelen Ferdinand ve Ä°sabel, Sevilla’ya giderken beraberinde getirdikleri Toledo BaÅŸpiskoposu Francisco Jimenez de Cisneros’u, Talavera ile birlikte çalışması için onunla bıraktığında asimile çalışmalarında da gözle görülür bir deÄŸiÅŸiklik olur. Ä°kna metodunu tercih eden Talavera’nın aksine Cisneros asimile sürecini hızlandırmak için boyun eÄŸmeyen kimi Müslümanları hapse atar.
Bu yaÅŸananlar da 1500 yılında Gırnata’da ciddi bir halk ayaklanmasına sebep olur. EriÅŸimi çok da kolay olmayan bir bölge olan Alpujarras, daha o dönemde Hristiyanların niyetlerini anlayan kimi silahlı Müslümanların karargâhı haline gelir. Her ne kadar ayaklananların kısmî zaferleri olsa da bu isyanlar kanlı bir ÅŸekilde bastırılır, aman dileyen Müslümanlara ise kurtulmaları için vaftiz olmaları ÅŸartı sunulur ki bu durum hiç ÅŸüphesiz Ferdinand’ın bunu baÅŸarı olarak görmesini saÄŸlar.
Ä°ngiliz Ressam Edwin Long’a ait, Gırnata’daki Müslümanların toplu vaftizlerinin tasvir edildiÄŸi resim.
1501’de Gırnata’da bulunan Ä°slâmî kitapların yakılmasını emreden bir ferman ÅŸüphesiz asimile politikasının bir neticesidir. Endülüs ilmî mirasının Gırnata’daki bakiyesi sayısız yazma eser kül olur. Ä°SAM tarafından 2019 yılında basılan Buhârî’nin en eski nüshasının Gırnata’nın düÅŸmesinden kısa sayılabilecek bir zaman önce Endülüs’ten Kuzey Afrika’ya, oradan Mısır’a, oradan da meÅŸhur Osmanlı alimi Musannifek eliyle Ä°stanbul’a getirilmiÅŸ olduÄŸu gerçeÄŸi Endülüs’teki bu birikimin ne kadar muhteÅŸem olduÄŸunu ve onu yok etmenin nasıl bir vahÅŸilik olduÄŸunu gözler önüne serer.
Endülüs’ten getirilerek Ä°stanbul’a ulaÅŸan Buhârî’nin en eski nüshasının 2019 yılında Ä°SAM tarafından yapılan tıpkıbasımı.
Asimile politikasının tatbik sahası Gırnata ile sınırlı kalmaz ÅŸüphesiz. Kastilya Müslümanları da Müslüman kalarak ülkeyi terk etmek, veya Hristiyan olmak seçeneklerinden birini kabul etmeye zorlanırlar. Tabi ülkeden ayrılmak isteyenlere yanlarına altın veya gümüÅŸlerini, hatta 14 yaşından ufak erkek ve 12 yaşından küçük kızlarını almalarının da yasak olacağı söylenir. Aynı zamanda deniz yoluyla Ä°spanya’dan ayrılacakları nokta yarımadanın en kuzeyindeki nokta olarak tespit edilir ki bununla buradan ayrılacak Müslümanların, Ä°spanya krallarının savaÅŸ halinde olduÄŸu Müslüman devletlere kuvvet olarak katılması engellenir.
Bu zorlukların, nüfusun kaybedilmemesi için caydırma sadedinde yapılan zorluklar olduÄŸu haklı olarak düÅŸünülebilir. Zira yukarıda da belirttiÄŸimiz gibi Müslümanların ekonomiye olan katkıları kendilerinden feragat edilemeyecek derecede önemlidir. 1504 yılında Kraliçe Ä°sabel’in ölümü sonrası kısa da olsa bir taht krizi yaÅŸanır. 1516 yılında Kral Ferdinand’ın ölümünün ardından ise 1517 yılında V. Karl ya da diÄŸer maruf ismiyle Åžarlken Ä°spanya kralı olur. Babası I. Maximilian’ın ölümünün ardından 1519 yılında ise Kutsal Roma Cermen Ä°mparatoru haline gelir. V. Karl’ın da mensubu olduÄŸu Habsburg Hânedânı ÅŸüphesiz o dönemde Avrupa siyasetinde sadece Ä°spanya’da da deÄŸil pek çok yerde çok müessir bir kuvvettir.
Müslümanken Hristiyan olan kiÅŸiler için kullanılan “Morisko” kelimesi de bu dönemde ortaya çıkar
Ferdinand ve Ä°sabel’in Granada Kraliyet Åžapeli’nde yer alan mezarları. Mezarın önündeki mermer kitâbede ÅŸöyle yazar: “Müslümanları ve heretik olan Yahudileri dağıtan Aragon Kralı Ferdinand ve Kastilya Kraliçesi Ä°sabel -ki herkes onları Katolik krallar olarak bilir- bu mermerin içinde gömülüdür.”
1526 yılında Portekizli Ä°sabel ile evlenerek balayını Elhamra’da geçirmek üzere Gırnata’ya gelen V. Karl, burada Moriskoların durumunu konuÅŸmak üzere bir dizi toplantılar düzenler. Buradan çıkan neticelere göre Moriskoların Arapça’yı kullanmaları yasaklanırken, Ä°spanyolca’nın kullanılması ÅŸart koÅŸulur. Çocuklarına Müslüman isimleri vermeleri, hatta denetimsiz hamamları kullanmaları bile yasaklanır. Vücudun temizlenmesi neticesinde deri üzerindeki gözeneklerin açılarak salgın hastalıkların vücuda kolay nüfûz ettiÄŸi düÅŸünülen o günün Avrupa'sında yıkanmak da ÅŸüphesiz bir Müslüman karakteristik özelliÄŸidir.
Bu yasakların altında yatan sebep; Moriskoların Hristiyanlığı tam anlamıyla benimsememelerinde eski adetlerinin etkili olduÄŸu düÅŸüncesidir. Kaldı ki Hristiyan otorite de Moriskoların en azından çok büyük bir kısmının sadece zâhiren Hristiyan ama hâlâ Müslüman olduÄŸunun farkındadır. Fakat bu yasaklamalar, Gırnata’daki Morisko temsilcilerinin kendilerine 40 yıl dokunulmaması ÅŸartıyla V. Karl’a evlilik hediyesi adı altında vermeyi teklif ettikleri büyük bir para meblağı ile uygulamaya konulmaz.
Bu dönem yukarıda bahsettiÄŸimiz gibi aynı zamanda Avrupa içerisinde de çarpışmaların olduÄŸu bir zamandır ve V. Karl her ne kadar daha Pavia Savaşı’nda Fransa’yı maÄŸlup etmiÅŸ olsa da savaÅŸ harcamaları sebebiyle bir miktar darda olan ülke kasasını bu meblaÄŸ ile rahatlatır.
Gırnata ve Kastilya’da yaÅŸayan Müslümanlarla alakalı durum bu ÅŸekilde iken, Müslüman nüfusun ciddi bir ÅŸekilde bulunduÄŸu Aragon’da da HristiyanlaÅŸtırma faaliyetleri V. Karl dönemine rastlar. Bu tarihe kadar herhangi bir teÅŸebbüste bulunulmaması, hatta Ä°spanya’nın diÄŸer yerlerindeki uygulamalardan haberdar olmaları neticesinde Müslümanlar nezdinde oluÅŸan tedirginliÄŸin yine otorite tarafından teskîni buradaki büyük toprak sahibi ailelerin varlığıyla alakalıdır.
Bu ailelerin zenginliÄŸinin büyük bir kısmının altlarında iÅŸçi olarak çalışan bu Müslümanlara baÄŸlı olduÄŸu gerçeÄŸi Hristiyan otoriteleri karşılarına bu soylu aileleri almaktan alıkoyar. Fakat V. Karl döneminde iÅŸler deÄŸiÅŸir. V. Karl’ın otoritesine karşı Aragon’da yaÅŸanan bir ayaklanma neticesinde bizzat isyancılar tarafından orada yaÅŸayan Müslümanların büyük bir kısmı zorla vaftiz edilir. Kraliyet kuvvetleri tarafından ayaklanma bastırılır, fakat ilginç bir biçimde, zorla vaftiz edilmiÅŸ olmalarına raÄŸmen Müslümanlara uygulanan vaftizler geçerli sayılır.
Bu durumu iyi bir fırsat olarak deÄŸerlendiren V. Karl, Aragon’daki tüm Müslümanların vaftizi kabul ederek Hristiyan olmalarını, aksi takdirde ülkeden ihraç gibi kimi yaptırımlara baÅŸvuracağını açıklar. Bu durum karşısında kimi Müslümanlar Kuzey Afrika’ya gitmeye hazırlanırken, kimileri de silahlı mücadele hazırlığı yapar. Yer yer vuku bulan bu ayaklanmaların en ciddisi ise isyan edenlerin kendilerine Muzaffer el-Mansûr isimli kralın tayin ettiÄŸi harekettir. Kısmî zaferlerin de elde edildiÄŸi bu teÅŸebbüsler netice itibariyle kanlı bir biçimde bastırılır. Sonrasında yaÅŸananlar diÄŸer yerlerde Müslümanlara uygulanan faaliyetlerden farksız olur. Camiler kiliseler çevrilir, dînî kitaplar yakılır, Ä°slam’a dair ne varsa ortadan kaldırılır. Bununla birlikte enselerinde engizisyon olmaması için büyük meblaÄŸlara patlayan 40 yıllık bir anlaÅŸma da Aragon’daki artık Morisko olan kiÅŸiler için uygulanır. Böylece Ä°spanya topraklarından artık Müslüman tabiri de kalkmış olur. Muhatap olunan kiÅŸiler ÅŸeklen de olsa Hristiyan gözüken Moriskolardır.
Bir Müslümanın vaftiz edilme anının tasvir edildiÄŸi minyatür.
Asimile faaliyetinin tam anlamıyla iÅŸlemesi için gerekli olan eÄŸitim ise Hristiyan otoritenin altından kalkamadığı bir hüviyet kazanır. Bunda ne “PariÅŸ” adı verilen kılcal damarlara kadar uzanan kilise yapılanması ne de teÅŸebbüste bulunulan ve Morisko çocuklarının eÄŸitilmesinin amaçlandığı yerler bir meyve verir. Zaten Hristiyan olması için zorlanan, buna razı olmayan Müslümanlar, Hristiyanlığa kazandırılmaları için otoriteler tarafından saÄŸlanamayan insan ve finans kaynaklarının yetersizliÄŸi sebebiyle iÅŸi ağırdan alma ÅŸansını yakalamış olur.
Gerçekten de o dönemde kilise, Ä°spanya’nın kırsalındaki Hristiyanlara bile yardım eli uzatmaktan acizdir. Bundan dolayı da farklı asimilasyon yollarına baÅŸvurulur. Mesela Moriskoların vergi muafiyeti gibi teÅŸviklerle Hristiyanlarla evlenmelerinin veya Hristiyan mahallelerine taşınmalarının istenmesi bunlar arasındadır. Bunların hiçbiri de iÅŸe yaramaz. Hristiyan olmaları Moriskoları asla eski Hristiyanlarla aynı statüye getirmez. Moriskolar, Hristiyanlara ayrılmış hemÅŸirelik, ebelik, hekimlik ve eczacılık gibi mesleklerden, aynı zamanda bıçak bile taşımaktan men edilirler. Müslümanken ödedikleri vergiyi baÅŸka isimler altında ödemeye devam ederek ekonomik olarak kan kaybetmeye devam ederler.
Hristiyanların, yeni Hristiyan olanların varlıklarından hoÅŸnut olmadıklarında ÅŸüphe yoktur. Ä°spanya topraklarında bulunan bir Meryem heykelinin Moriskoları protesto için terlediÄŸi efsanesi bu rahatsızlığın ifadesidir. Hristiyanlar böyleyken, Moriskolar da durumlarından hoÅŸnut deÄŸildir ÅŸüphesiz. Kiliselerdeki ayinler gibi dayatılarak yapılan kimi uygulamalar Moriskoların bunları ciddiye almamasına yol açar.
Öyle ki gelinen noktada dönemin Gırnata BaÅŸpiskoposu Avalos, 1530’da saraya gönderdiÄŸi raporunda Moriskoların Müslüman iken kiliseye daha da saygılı olduklarını ifade eder. Gırnata’da durum bu iken Valensya’da durumlar çok daha girift bir hâl alır. Soyluların koruması altında her ne kadar ismen Hristiyan görünse de özel hayatlarında kısmen rahat olan Müslümanların durumu, kilise ile soyluları karşı karşıya getirir. 1542 yılında Engizisyon, Moriskoların HristiyanlaÅŸmalarının önündeki engel olduÄŸuna inandığı Cardona isimli bir soyluyu bundan dolayı suçlar ama ciddi bir yaptırımda da bulunamaz. Tabi kimi zaman Moriskolara uygulanan kimi ÅŸiddetli Engizisyon kararları da kendisini gösterir.
Muhatap olarak kendisine Hristiyanları alan bu mahkemelerin sahasına ÅŸüphesiz Moriskolar da girer. Hırslı engizisyoncuların başında olduÄŸu mahkemelerin kararı ile yakılan Moriskolar da bir hayli fazladır bu dönemde. Engizisyonun sıklaÅŸtığı dönemlerde çoÄŸu kere verilecek bir haraç ise köklü olmasa da kısmî bir çözüm meydana getirir. Åžükran BektaÅŸ Konuk’un “Batılı kaynaklara göre Endülüs'te Moriskolara yönelik engizisyon uygulamaları (1492-1614)” baÅŸlıklı tezi Müslümanlara yönelik yapılan uygulamaların uzunca bir listesini sunar.
Endülüs’teki Müslümanların durumu izah edilirken atlanmaması gereken bir mevzu da kesinlikle Akdeniz’de 16. yüzyıl boyunca devam eden burada detayını vermekten kaçınacağımız Osmanlı – Ä°spanya mücadelesidir. Serdar TabakoÄŸlu’nun Akdeniz'de SavaÅŸ & Osmanlı-Ä°spanya Mücadelesi isimli kıymetli eseri 16. yüzyılın gerçekten de bu iki süper kuvvet arasındaki mücadelesini gayet iyi bir ÅŸekilde ortaya koyar.
Kâh Ä°spanya’nın ama çoÄŸunlukla da muhteÅŸem Türk denizcileri sayesinde Osmanlı’nın zaferler kazandığı Akdeniz’deki durum hiç ÅŸüphesiz Ä°spanya'daki Moriskoların da düÅŸmanla iÅŸ birliÄŸi içerisinde olduÄŸu düÅŸüncelerini doÄŸurur. Moriskoların içinde bulundukları durumdan kurtuluÅŸun Türkler sayesinde olacağını düÅŸünmeleri çok da anlamsız olmaz. Dolayısıyla Türklerin ilerlemelerinden ümitvar oldukları düÅŸünebilir. Fakat öte taraftan Ä°spanya, Akdeniz’deki Türk tehlikesine paralel olarak Moriskoların bu durumda ciddi bir tehdit olduÄŸuna inanmaya baÅŸlar.
Aslında Avrupa'nın o dönemki kaotik yapısı içerisinde kendilerini gizlemesi gerekenler sadece Moriskolar da deÄŸildirler. Osmanlı’nın 16. yüzyıldaki farklı dînî gruplara gösterdiÄŸi toleransın o dönemde Avrupa’da hayali bile mümkün deÄŸildir.
Martin Luther öncülüÄŸündeki baÅŸlatılan ve daha sonra Protestanlık haline gelen reform hareketleri, Fransa Protestanları olarak bilinen Huguenotlar ve “The Tudors” isimli dizide Ä°rlandalı oyuncu Jonathan Rhys Meyers tarafından harika bir biçimde canlandırılan Ä°ngiltere Kralı VIII. Henry’nin bu yüzyılda KatolikliÄŸi terk ederek Protestanlığa baÄŸlı Anglikan Kilisesi’ni kurması Avrupa’da yaÅŸanan önemli kırılmalardır.
Bu mezheplere baÄŸlı olanlar da ÅŸüphesiz Engizisyonun çalışma sahasındadır ve kimi engizisyon kararları Ä°spanya’da bunlara baÄŸlı olanların asla affedilmediÄŸini gösterir niteliktedir. Fakat Moriskolara adetlerinin de HristiyanlaÅŸtırılmasını ister mahiyette olduÄŸundan daha da sıkıdır. YemeÄŸi masada deÄŸil de yerde yemenin bile takip edildiÄŸi bu dönemde korkunç bir engizisyon nefesi Müslümanların enselerinde hissedilir.
Morisko olmalarının üzerinden bir hayli zaman geçmiÅŸ olmasına raÄŸmen Hristiyan zaten olmayan ama bununla birlikte camileri, dînî müesseseleri veya kitapları olmadığı için Ä°slâmî bilgisini sathî devam ettiren Moriskoların durumu bir hayli dikkat çekicidir. Ä°slam inancını devam ettirdiÄŸi için Engizisyon karşısına çıkartılan bir Moriskonun kayıtlarda yer alan “EÄŸer Müslümanlığa ait duaları bilseydim, yapardım” ifadesi bunun bir misalidir. Moriskolar arasında Ä°slâmî bilgi genel olarak ÅŸifâhi sürdürülürken yazılı olarak da “aljamiado” metinleri büyük önem arz eder.
Arap alfabesinin kullanıldığı ama dilin Ä°spanyolca olduÄŸu bu metinler, Hristiyan yetkililer tarafından da ceza listesinde bulunur. Endülüs’taki Müslüman nüfusun müvelledûn adını verdiÄŸimiz ihtidâ etmiÅŸ yerli kiÅŸilerin soyundan geldiklerini ifade etmiÅŸtik. Bundan dolayı da çoÄŸunluÄŸun dili zannedildiÄŸinin aksine Endülüs’te Arapça deÄŸildir. Bu metinlerin varlığını bu durum izah ederken, neden dilin Ä°spanyolca ama yazının Arap alfabesiyle olduÄŸu sorusunun cevabı ise basittir, bu da Arap harflerinin Ä°slam dünyasının ortak malı, bundan dolayı Ä°slam harfleri olarak biliniyor olması sebebiyledir.
Aynı durum ÅŸüphesiz Osmanlıca veya baÅŸka diller için de geçerlidir. 16. yüzyıl boyunca yakılan aljamiado metinlerinin sayısı on binlerle ifade edilir. Ä°spanya’da 19. yüzyılda kimi inÅŸaat çalışmalarında ortaya çıkacak kadar iyi saklanabilmiÅŸ olanların olduÄŸu aljamiado metinleri Ä°spanya dili bakımından önemli de bir araÅŸtırma mevzusudur.
Aljamiado metin örneÄŸi
Endülüs topraklarında bulunan tüm Moriskoların homojen bir tavır sergilediklerini söylemek mümkün deÄŸildir. Az da olsa gönüllü olarak Hristiyanlığı seçen örnekler muhtemelen baskıya takat getirememekten kaynaklıdır. 1535’te Tunus’u ele geçiren V. Karl’ın zaferini kutlayan veya aleyhlerine kanunlar çıkaran karısı Ä°sabel’in ölümünde yas törenleri yapan Moriskolar ÅŸüphesiz iÅŸgalin getirdiÄŸi dejenerasyon ile izah edilebilir.
V. Karl’ın 1555’te tahttan oÄŸlu için feragat edip yerine kendisinden daha da mutassıp oÄŸlu II. Philip’in gelmesiyle Moriskoların durumu daha da zorlaşır. Bu arada V. Karl’ın Kutsal Roma Cermen Ä°mparatoru sıfatını da kardeÅŸi Ferdinand’a bıraktığını eklemek gerekir. II. Philip, V. Karl gibi Ä°spanya Kralı olmasının yanında Kutsal Roma Cermen Ä°mparatoru da deÄŸildir yani. Türklerle mücadele bu dönemde daha da ivme kazanır.
1561 yılında Ä°spanya’nın başını çektiÄŸi Haçlı kuvvetlerinin başına inen Cerbe gürzü II. Philip’in tahtta olduÄŸu döneme tekabül eder. Türkler veya Avrupa'daki geliÅŸmeler Ä°spanya'nın başını aÄŸrıtan tek meseleler deÄŸildir. Aynı zamanda bitmek bilmez korsan akınlarının meydana getirdiÄŸi akınlar da Ä°spanya’yı bir hayli aciz bir mevkide gösterir. Kürekçiler, bir filo için hayâtî öneme sahiptir ve bunlar da esirlerden karşılanır. Ä°spanya kıyılarına yapılan ve ciddi hasar da bıraktıkları akınlarında korsanlar Kuzey Afrika’daki üslerine çok sayıda esir ile dönerler.
BilindiÄŸi gibi Don KiÅŸot’un yazarı Cervantes de bir müddet Kuzey Afrika’da esir olarak kalır. YaÅŸanan bu geliÅŸmeler yukarıda da bahsettiÄŸimiz gibi iÅŸin içinde Moriskoların olduÄŸunu düÅŸündürtür. Hatta dışarıdan yapılacak bir müdahale ile Valensya merkezli silahlı bir Morisko ayaklanmasının hazırlıklarından bahsedilen raporlar saraya ulaÅŸtırılır. 1563 yılındaki bir ferman Valensya’daki Moriskoların silahlarını teslim etmelerini emreder. Moriskoların durumuyla alakalı II. Philip’in emriyle yapılan toplantılarda asimile meselesine hız verecek uygulamalar yapılır. Yukarıda bahsettiÄŸimiz V. Karl döneminde verilen 40 yıllık mühletin sona gelindiÄŸi Gırnata için de kimi asimile planlarına hız verilmesi düÅŸünülür.
Katoliklik tarihi bakımından büyük öneme sahip olan ve II. Philip’in dönemine rastlayan Trent Konsili sürecinde özellikle Gırnata’daki Moriskoların asimile edilmeleri için Papa desteÄŸi de saÄŸlanır. 1568’e, Gırnata’nın ele geçirilmesinden yaklaşık 70 yıl sonra bile hâlâ Hristiyanlığı benimseyememiÅŸ oldukları görülen Moriskolara ihlali durumunda ÅŸiddetli cezaların verileceÄŸi, asimile politikasının yürürlüÄŸe konduÄŸu bir kraliyet fermanı duyurulur. Gaye, Moriskoların artık tamamıyla asimile edilmesidir. YaÅŸanan bu gerginlikler 1492 sonrası Endülüs tarihinin en büyük ayaklanmasının da fitilini yakar. Emevî soyundan olan Muhammed b. Ümeyye’yi kral olarak tayin eden Gırnata’daki Moriskolar çözümü isyandan baÅŸka bir ÅŸeyde bulamazlar.
Bin Umeyr’in taç giyme seremonisini tasvîr eden bir gravür.
Ä°syanın merkezi daha önceki 1500 yılında olanı gibi Alpujarras DaÄŸları’dır. Fakat bu seferki çok daha geniÅŸtir. Ä°syanın ilk hareketlerinde elde edilen baÅŸarılar neticesinde zapt edilen köyler ve kasabalar Moriskolara ciddi ümit verir. Moriskolar artık açıkça namaz gibi ibadetlerini yerini getirirken, kendilerine uygulanan baskıcı politikalara da öfkelerini göstermeyi ihmal etmezler. Bir yerde vaftiz hurnasını sokak hayvanlarına yalak yapmaları öfkelerinin de açık bir iÅŸareti olur. Gırnata merkezli bu isyan kimi yerlerde acımasız Ä°spanya kuvvetlerine karşı maÄŸlubiyetler alsa da ilerlemeye devam eder.
Ä°spanya kralı için asıl tehlike isyan fikrinin baÅŸka noktalara da sıçraması olur. Kaldı ki bu ayaklanma Ä°spanya’nın düÅŸünmesi gereken tek problem de deÄŸildir. Ä°spanya’nın kimi Avrupa devletleriyle olan mücadelesi dikkatini kendi topraklarına odaklamayı da engelliyordur. Morisko isyanının baÅŸka noktalara sıçramasını engellemek ve isyana son vermek gayesiyle II. Phlip, Gırnata’daki tüm Hristiyan kuvvetlerin genel komutanı olarak ismini Ä°nebahtı Deniz Savaşı’nda duyduÄŸumuz meÅŸhur Don Juan’ı atar. Don Juan öncelikle Gırnata’daki kimi Moriskoların Ä°spanya’nın içlerine sürgünü ile iÅŸe baÅŸlar.
Özellikle Kuzey Afrika korsanlarından temin edilen silah, erzak ve cephane her ne kadar lojistik olarak isyanın devamlılığını temin ediyor ise de bu ÅŸüphesiz daha profesyonel kraliyet ordusu karşısında cılız kalır. Tabi ayaklanmaya destek veren Türk asker, casus ve korsanlarının varlığı da inkar edilemez. Ä°syan eden Moriskoların o zaman Osmanlı tahtında bulunan II. Selim’e yolladıkları yardım mektupları bilinen bir gerçektir.
Endülüs’teki durumla alakadar olduÄŸunu ve yardım vaadiyle Moriskoları rahatlatan II. Selim bu mevzuda Kılıç Ali PaÅŸa’ya emirler verir. Gönderilen kuvvetli bir donanmanın fırtına sebebiyle dağılması, bir sonraki yıl asker ve silah yardımı ile tekrarlanır. Fakat isyancılar safında olan bir geliÅŸme; Muhammed b. Ümeyye’nin iç çekiÅŸme sebebiyle öldürülmesi ve yerine kuzeni Abdullah’ın geçmesi ayaklanmaya ciddi bir balta vurur. Osmanlı’dan gelen yardım da karışıklıkta iyi deÄŸerlendirilmemiÅŸ olur.
Her ne kadar bir sonraki sene sultan tarafından tekrar yardım sözü verilse de 1571 yılında Ä°nebahtı’da yakılan Osmanlı gemileri sebebiyle meydana gelen ağır darbe buna imkan vermez. Derli toplu bilgi vermesi bakımından AyÅŸe Kılıç’ın “Endülüs Müslümanları ve Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu 1492-1614” isimli çalışması bir hayli deÄŸerli olmakla birlikte bu mevzuda yapılacak baÅŸka derin çalışmaların, Endülüs meselesinde Osmanlı’nın çok daha faal olduÄŸunu ve bilmediÄŸimiz daha nice hakikatleri meydana çıkartacağından ÅŸüphe yoktur. Bu da tabi vesikalar ile olur. Mevcut arÅŸiv kayıtlarının incelenmesinden baÅŸka yeni ortaya çıkan arÅŸiv kayıtlarının varlığı da bu mevzunun ne kadar da ciddi bir emek istediÄŸini ortaya koyar.
Tarihçi Erhan Afyoncu’nun Kasım 2019’da yazdığı “Osmanlı tarihini deÄŸiÅŸtirecek belgeler bulundu” baÅŸlıklı yazısında geçtiÄŸine göre II. Murad ve Fatih dönemlerine kadar inen 1800 civarında çok önemli defterler bulunur. Bunlar arasında mesela I. Ahmed gibi Endülüs meselesi gündemde iken bu döneme ait mühimme defterlerinin saÄŸlayacağı yeni tarihî vesîkalar, ne demek istediÄŸimizi zannederim izah eder mahiyettedir.
II. Selim tarafından Endülüs Müslümanlarına gönderilen ferman.
Yeni Morisko kralı Abdullah her ne kadar kısmî ilerleme kaydetse de gelinen durumdan bir hayli endiÅŸeye kapılan II. Philip’in yukarıda bahsettiÄŸimiz büyük bir seferberlik baÅŸlatması neticesinde gerilemek durumunda kalır. Alpujarras’a giren Don Juan burada kanlı bir kıyım yaparak ayaklanmanın belini kırar. Ä°syan saflarında çözülme meydana gelirken II. Philip benzer bir ayaklanma teÅŸebbüsünün bir daha olmasını engellemek için daha önce kısmî sürgünün yapıldığı Gırnata’da, tüm Moriskoların sürülmesini emreder. Az sayılarda Hristiyan unsurların arasına yerleÅŸtirilmeleri planlanan Moriskoların bu sayede hızlıca asimile olmaları amaçlanır. Yollarda çoÄŸunun açlık, hastalık ve yorgunluktan kırıldığı bu sürgün Gırnata Moriskoları için bir hayli eziyetli olur.
Bu arada kaçak Morisko kralı da saklandığı yerde ele geçirilir. Kesilen kafası isyancılara ibret olması için geçirildiÄŸi mızrakta bir yıldan fazla sergilenir. Ayaklanmanın bastıran Don Juan’ın ayağının tozuyla Ä°nebahtı’da Osmanlı donanmasını yakması, 1573’de Tunus’u ele geçirmesi Ä°spanya’da haliyle büyük bir öz güven meydana getirir.
1578 yılında Portekiz Kralı Don Sebastiyan’ın II. Philip’in desteÄŸiyle Fas sahillerine çıkarttığı 80 bin kiÅŸilik kuvvet de bu öz güvenin eseridir ÅŸüphesiz. Fakat Akdeniz’de mücadele bitmemiÅŸtir. Ä°nebahtı’daki ÅŸoku çabuk atan Osmanlı, 1574’de Tunus’ta, 1578 yılında da Don Sebastiyan’ın ordusunun neredeyse tamamen yok edildiÄŸi Vâdisseyl Muhârebesi’nde tepesine iner. Akdeniz’de sükûnet ancak 1581 yılında Osmanlı – Habsburg anlaÅŸması ile gerçekleÅŸmiÅŸ olur.
Portekiz ordusunun Osmanlı ordusu tarafından tatbik edilen hilal taktiÄŸi ile kuÅŸatıldığını tasvir eden, Vâdisseyl Muhârebesi’ni gösteren bir gravür.
Gırnata’da yaÅŸananlar, aslında büyük ölçüde buradaki ayaklanmaya katılmayan Ä°spanya'nın diÄŸer bölgelerinde yaÅŸayan Moriskolara karşı Hristiyan otoritenin histerik bir hal takınması neticesini doÄŸurur. Bu arada bu histerik nöbetine her an gelmesi beklenen Türk yardımı da eklenince Moriskolar üzerindeki baskı ciddi bir ÅŸekilde artar. Engizisyonun yakarak, iÅŸkence ederek veya hapislerinde ölen çok sayıda Morisko olur. Hristiyan tebaa da engizisyonun deÄŸirmenine su taşır. Henry Charles Lea’nin de dediÄŸi gibi Ä°spanya bu dönemde rahip, papaz ve engizisyon yardakçıları cennetidir.
Amerikalı Ä°spanyoloji Uzmanı Henry Charles Lea’nin 1901 yılında yayınlanan “The Moriscos of Spain: Their Conversion and Expulsion” isimli eserinin kapağı. Bu sahaya dair kaleme alınan eserler arasında önemli bir yere sahip olan kitap, “Ä°spanya Müslümanları / HıristiyanlaÅŸtırılmaları ve Sürülmeleri” baÅŸlığıyla Türkçe’ye tercüme edildi.
Gırnata’dan sürülen Moriskoların gittikleri yerde kısa zamanda kök salarak ekonomik ve nüfus yönünden ilerleme kaydetmeleri, ayrıca asimile olmama mevzusundaki dirençleri Hristiyanların telaÅŸlarına telaÅŸ katar. Ä°lk defa bu dönemde devletin üst kademelerinde ülkede bulunan Moriskoların ülke dışına sürülmeleri gündeme gelir. Kimi politik geliÅŸmeler buna imkan tanımasa da bunun gündeme gelmiÅŸ olması bir hayli önemlidir.
Bu arada 1588 yılında bir caminin yıkılması esnasında bulunan Hristiyanlığa ait kimi Arapça kutsal metinlerin keÅŸfedilmesi Arapça’ya tahammülsüz asimile politikacılarında soÄŸuk duÅŸ etkisi meydana getirir. 1595 ile 1599 yılları arasında bu Arapça metinlerin keÅŸfi devam etse de ruhban sınıf tarafından bunların sahte oldukları üzerinde karar kılınır ve bunu Morisko iÅŸi olduÄŸuna karar verilir ve ÅŸüpheler kimi isimler üzerinde yoÄŸunlaşır.
Bu durum Hristiyanların Moriskolarla barışması için yapılmış bir Morisko teÅŸebbüsü olduÄŸunu düÅŸündürtse de bu meselenin gerçekte ne olduÄŸu ispatlanamaz. II. Philip’in 1598 yılındaki ölümü sonrası tahta geçen oÄŸlu III. Philip döneminde ülkenin içinde bulunduÄŸu askerî, ekonomik ve sosyal dağınıklık bu yıllarda yaÅŸanan ve yarım milyondan fazla insanı öldüren bir veba salgını ile zirveye ulaşır. Vebanın faturası bile artık kendilerinden iyice rahatsızlık duyulan Moriskolara kesilir. Asimile ile yok edilemedikleri artık genel kanaat haline gelir.
III. Philip’in 1602 yılında topladığı konseyde Moriskoların ihracına karar verilir ama herhangi bir teÅŸebbüste bulunulamaz. Ä°spanya’nın Avrupa’da savaÅŸ halinde olması ve sürgünün oluÅŸturması muhtemel ekonomik tesiri böyle bir adımın atılmasını engeller. Fakat Ä°spanya’nın Avrupa’daki düÅŸmanlarıyla barışa varması, Osmanlı’nın da Ä°ran ile uÄŸraşıyor olduÄŸu bir dönemde; 1608 yılında yapılan bir konseyde Valensya ile sürgüne baÅŸlanılması kararı çıkar. Tabi bu karar tek bir ağızdan da verilmez. GörüÅŸmeler esnasında sürgünün getireceÄŸi ekonomik yıkım dolayısıyla buna taraftar olmayanlar da olur.
Nihâî karar Kral III. Philip’ten çıkar ve ihracın yapılmasını onaylar. Sürgün, Ä°spanya haritasına bakıldığında alt alta görülecek olan Vinaros, Moncofa, Valensiya, Denia ve Alicante limanlarından yapılması kararlaÅŸtırılır. Uygulanan güvenlik önlemleri altında Moriskoların bu limanlara varması ise bin bir zahmetle gerçekleÅŸir. Açlık, yorgunluk, hastalık sebebiyle burada birçok Morisko limana dahi varamadan kırılır. Limanda yaÅŸanan dram ise daha da acı olur. Kimi Moriskolar çocuklarından limanda ayrılmak zorunda kalırlar.
Buradan ayrılıyor olmayı kimi Moriskolar neÅŸeyle karşılar. Öyle ya uzun yıllar süren baskı ortamı artık sona eriyordur. Müslüman topraklarda özgürce yaÅŸanabilecektir artık. Limanda güreÅŸ turnuvalarına, ud ve tef eÅŸliÄŸinde yapılan danslara ÅŸahit olunur. Her ne kadar otorite tarafından Kuzey Afrika topraklarına ulaşılacağına dair güvence verilmiÅŸ olsa da asıl problemi karşı tarafa ulaÅŸamamanın verdiÄŸi tedirginlik oluÅŸturur.
Verilen kraliyet güvenceleri Moriskoları aslında çok da tatmin etmez. Moriskoları denizde avlamayı planlayan bir hayli iÅŸtahlı korsan çetelerinden önce, limanlarına ulaÅŸmak üzere ilerleyen kiÅŸilere yaÄŸma sıklıkla yapılır. Bıraktıkları yerler çoktan yaÄŸma edilmiÅŸtir zaten. Kraliyet, saÄŸladığı lojistik desteÄŸi artık durdurunca iÅŸler daha da dramatik bir hâl alır.
Ressam Vicente Mestre’nin, Moriskoların Denia Limanı’ndan çıkışlarını tasvir ettiÄŸi resmi.
Ä°ngiltere’den, Fransa’dan, Ä°talya’dan ve Portekiz’den gemilerin yer aldığı limanlarda daha da güvenli olabileceÄŸi düÅŸüncesiyle kimi Moriskolar tuttukları özel gemi ile Kuzey Afrika’ya varmaya çalışır ki bunların çoÄŸunun neticesi hüsran olur.
Moriskoların yüksek ücretlerle bindikleri gemilerin Hristiyan kaptanları yolcularını soyar, çocuk ve kadınları köle olarak satmak üzere kaçırır, ıssız adalara terk eder.. Kimi durumlarda kadınların hatta çocukların bile tecavüze uÄŸradığı bu sürgün gemilerinde Moriskolar katledildikten sonra denize savrulup atılır. Ä°spanya’ya ait gemilerde de yaÅŸananlar da bunun aynısıdır. Bu gemi kaptanlarının zorla Morisko yolcularına imzalattıkları, Kuzey Afrika topraklarına güvenli bir ÅŸekilde vardıklarına dair belge sebebiyle iÅŸlenen suçların takibini de imkansız kılar.
Ä°spanyol Ressam Pere Oromig’in, Moriskoların Vinaros Limanından çıkışlarını tasvir ettiÄŸi resmi.
Kuzey Afrika topraklarına ayak basanlar da olur ÅŸüphesiz. Buradaki ilk durak da bugün Cezayir sınırları içerisinde kalan, Ä°spanya tarafından ele geçirildiÄŸi 16. yüzyılın başından, Osmanlı hakimiyetine girdiÄŸi 18. yüzyılın başına kadar önemli bir Ä°spanya üssü olan Vehrân olur. Buradan içeri kısımlara ilerleyen Moriskolar için artık karşılarına farklı bir dünya serilmiÅŸ olur. Osmanlı’nın sürgün sürecini takip etmesi ve Moriskoların maÄŸdur olmaması için yaptığı teÅŸebbüsler de kayda deÄŸerdir. Kuzey Afrikalı Tarihçi Abdülcelîl Temîmî’nin Osmanlı’nın Morisko hassasiyetini ortaya koyan mevzuyla alakalı çalışmaları bir hayli önemlidir.
Ressam Vicent Mestre tarafından çizilen, Moriskoların Vehrân’da karaya ayak basışlarının tasvir edildiÄŸi resim.
Sürgün edilen Moriskoların felaket haberleri sürgüne çıkacakların kulaklarına da kısa zamanda ulaşınca, gemilere binmek istemeyen, geriye dönmelerine de izin verilmeyen Moriskolar için yapılacak ÅŸey son kez silaha sarılmaktan baÅŸkası olmaz. Bu dönemde meydana gelen iki isyan, her ne kadar kısa zamanda sayıca kalabalık bir hüviyet kazansa da baÅŸarılı olmaz. Olması da zaten mümkün deÄŸildir. Artık zaten tükenmiÅŸ olan Morisko enerjisi Ä°spanya kuvvetleri tarafından çok kanlı bir biçimde ezilir. Ä°syanda öldürülmeyen Moriskolar da sürgün edilecekleri limanlara bu sefer esir olarak gönderilirler.
Ressam Vicent Mestre’nin Moriskoların son isyanlarını tasvir ettiÄŸi “Muela Cortes Moriskolarının Ayaklanması” isimli resmi.
Valensya’da ihraç faaliyetlerinin ardından artık sıra Ä°spanya'nın diÄŸer yerlerindeki Moriskolara gelir. Ä°spanya'nın diÄŸer yerlerinde yapılacak sürgün faaliyeti Valensya’dakinden çok da girift bir hâl alır. Bunun sebebi ise iÅŸin ekonomik ayağı sebebiyle çıkan pürüzler dışında, Gırnata BaÅŸpiskoposu Castro gibi önemli isimlerin buna ÅŸiddetle karşı çıkmaları olur. BaÅŸpiskopos Gırnata’daki kimi Moriskoların gerçekten de gerçek Hristiyan olduklarını söyleyerek, sürgün kararının suçsuzları da cezalandıracağından duyduÄŸu endiÅŸeyi ifade eder.
Neticede deniz yolundan baÅŸka, sınırı olan Fransa üzerinden kara yolu ile de gerçekleÅŸtirilen ve çoÄŸunun Tunus'a yerleÅŸtiÄŸi sürgünde yüz binlerce Morisko Ä°spanya topraklarından kovulmuÅŸ olur. Böylece Ä°spanya'daki Müslümanların yüzyıllarca devam eden varlığı da böylece son bulmuÅŸ olur. Moriskolardan kalan çocukların bile ciddi bir rahatsızlık oluÅŸturduÄŸu ve onlarla ne yapılması gerektiÄŸiyle alakalı çalışmaların yapıldığı Ä°spanya’da artık halledilmiÅŸ bir mesele olarak sürgün dosyası da kapatılır. Tabi Moriskoların Ä°spanya için olan ehemmiyetleri çok deÄŸil, birkaç yıl sonra sürgün meselesinin soÄŸumasından sonra anlaşılır.
BoÅŸ kalan meslek dallarının, iÅŸlenmeyen tarlaların, buna baÄŸlı olarak alınamayan vergilerden mahrum olan devlet bütçesinin ciddi bir darbe aldığına ÅŸahit olunur. Moriskoların Ä°spanya’dan sürüldüÄŸü tarih aslında Ä°spanya'nın da çöküÅŸünün de baÅŸladığı tarihtir.
Kuzey Afrika’ya gönderilen Moriskoların korsan olarak döndüÄŸü Ä°spanya kıyılarını vurmasından baÅŸka 1618 yılında patlak verip 1648’te sona eren ve Avrupa tarihinin en yıkıcı savaÅŸlarından biri olarak bilinen “30 Yıl Savaşı” buradan maÄŸlup ayrılan Ä°spanya’ya artık ölümcül darbesini de vurmuÅŸ olur.
Bu arada III. Philip’in 1621 yılındaki ölümünün ardından yerine oÄŸlu IV. Philip geçer. Kendisinden sonra tahta geçen II. Carlos da Ä°spanya'daki Habsburg Hânedânı’nın son kralı olur. Sürgüne maruz kalanların nesli, babalarından aldıkları acı hikayelerin burukluÄŸu ile yerleÅŸtikleri topraklarda yaÅŸamaya devam ederken, Avrupa tarihinin bu karanlık kraliyet ailesi de 18. yüzyılın başında artık sadece iÅŸledikleri insanlık suçu ile anılacakları yere; tarih kitaplarına gömülürler.
Ölümle, sürgünle, asimileyle, tecavüzle neticelenen Hristiyan politikasının getirdiÄŸi yıkım, ÅŸüphesiz hâlâ acı bir hâdise olarak hatırlanmaya devam ediyor. Endülüs’te sürgüne giden süreçte yaÅŸananların aynısının günümüzde de yaÅŸanıyor olması, Avrupa baÅŸta olmak üzere bugün Hristiyan dünyasının yeni bir Endülüs meydana getirmeye teÅŸne olduÄŸunu gözler önüne serer.
Günümüz için alınması gereken çok dersin bulunduÄŸu Endülüs meselesinde yaÅŸananların tarihî bir hâdise olmaktan ziyade bir sembol olduÄŸu da net bir ÅŸekilde görülecektir. Özellikle günümüzde Avrupa’da yükselen Ä°slam karşıtlığı, kullanılan nefret ifadelerinin bizzat gazeteciler, politikacılar, din adamları gibi bir ülkenin ileri gelenleri tarafından ifade edilmesi, bunu yaparken de günümüzde de Endülüs Müslümanlarına karşı üretilen jargonun tıpatıp aynısının yapılması açıkça bir kez daha bize Ä°bn Haldun’un ÅŸu muhteÅŸem sözünü hatırlatır:
Suyun suya benzemesinden daha çok geçmiÅŸ geleceÄŸe ve ÅŸimdiki zamana benzer.
BahsettiÄŸimiz jargonların başında da aynen 16. yüzyıl Ä°spanyasında söylendiÄŸi gibi Müslüman nüfusun Avrupa’da Hristiyan nüfusu geçeceÄŸi endiÅŸesi gelir. Kimi Avrupa ve Amerikalıların iÅŸtahını kabartacak bir unsur olarak Endülüs’ün gündemde tutulması bu bakımdan büyük önem arz eder. Bu mevzuda söylenecek ÅŸeylerin, verilecek örneklerin sınırı yoktur ÅŸüphesiz. Farklı olmayı düÅŸmanlık unsuru sayan günümüz Avrupa zihniyetinin uyguladığı sosyal uyumluluk paketleri ile Endülüs Müslümanlarına kan kusturan II. Philip’in politikaları arasında aslında çok da büyük bir fark yoktur. Ä°kisinin gayesi de asimiledir.
Arada bir fark varsa o da artık uluslararası kimi baskılar sebebiyle Avrupa’nın; II. Philip’in, Katolik kılıcını kullandığı serilikte kullanamamasıdır. Haberlerde karşımıza çıkan Ä°slam ve Müslüman aleyhi hâdiselerin varlığı ise ÅŸüphesiz Avrupa’daki nefret söyleminin tabandaki karşılığıdır. Bu meseleyi sadece Avrupa ile sınırlandırmamak da gerekir. Tarihi insanlık dışı uygulamalarla dolu olan Avrupa ve Amerika lokomotifine vagon olmuÅŸ devletlerin kaderi de bundan farksız deÄŸildir ve maalesef olmayacaktır da...
Kaynak: Mecra
Henüz yorum yapılmamış.