Sosyal Medya

Modern toplumlarda var olan ıssızlık

Beraber yaşandığı zaman hayat, her gün, her yeni durumda, konuşarak ve tartışarak yeniden şekillendirilir. Modern hayatın sağladığı imkânlarla mekân olarak birbirinden gittikçe uzaklaşan insanlar, bu beceriden yoksun kalmaktadırlar.



Okuldan eve gelirken bir kadın kızıma bir ÅŸeyler soruyor ve böylece konuÅŸmaya baÅŸlıyorlar. KonuÅŸma ilerleyince “Elini tutabilir miyim?” diye soruyor. “Yanlış anlama lütfen, çok uzun süredir yalnızım ve bir insana dokunmadım.” Diye açıklama yapıyor. Bu olay yirmi sene önce Berlin’de gerçekleÅŸti. Son yirmi yılda insanların ıssızlıkları katlanarak artmaya baÅŸladı.

Yalnızlık ve ıssızlık iki ayrı kavram. KiÅŸi diÄŸer insanlarla gönül bağı içinde olabilir, onlarla hayatı samimi bir ÅŸekilde paylaÅŸabilir ama ara sıra yine de yalnız kalmak isteyebilir. Bu yalnızlık, insanı yenileyen, kendini yeniden bulmasını saÄŸlayan, hayatın anlamını sorgulatan bir yalnızlıktır. Ama ıssızlık, kiÅŸinin kendi istediÄŸi bir durum olmayıp, aksine diÄŸer insanlarla gerçek anlamda irtibat kuramama, kendisini deÄŸersiz, iÅŸe yaramaz hissetme, bir anlamsızlık ve boÅŸluk içinde olma hâlidir. Issızlık, yalnızlık ile direk ilintili bile olmayabilir. KiÅŸinin etrafında birçok baÅŸka insan olduÄŸu hâlde kiÅŸi kendini ıssız hissedebilir. AkÅŸama kadar yoÄŸun bir ÅŸekilde çalışan, başını kaşıyacak vakti olmayan, akÅŸam eve geldiÄŸinde olup biteni telefonla bile olsa konuÅŸacağı kimsesi bulunmayan kiÅŸi, kalabalık, temaÅŸa, koÅŸuÅŸturma içinde ıssızlığın derin sularına dalmış kiÅŸidir.

AraÅŸtırma bulgularına göre ıssızlık en öldürücü durum. Sigara veya alkol tiryakiliÄŸinden, kötü beslenmeden, obeziteden bile daha öldürücü. 2003 yılında yayımlanan bir çalışmada beyindeki ıssızlığı hissetme bölgesi ile aÄŸrı merkezinin aynı yerler olduÄŸu tespit edilmiÅŸ. AÄŸrı, insan vücudunun saÄŸlığına dikkat edebilmesi için verilen bir alarm, vücudu saÄŸlıklı tutmaya çalışan kendi içindeki sigorta sistemi. EÄŸer vücutta bir yerde bozukluk varsa, tedbir alalım diye beyin, aÄŸrı ile haber veriyor. EÄŸer tedbir alınmazsa, vücuttaki hasar zamanında tespit edilemeyecek ve bu durum ölüme yol açacaktır.

Bir baÅŸka araÅŸtırma bulgusu 2009 yılında yayımlanıyor ve ıssızlığın bulaşıcı olduÄŸu tespitini yapıyor. Issızlık, insanın derinden hissettiÄŸi terk edilmiÅŸlik, deÄŸer verilmemek, iÅŸe yaramamak gibi hislerin yaÅŸandığı bir durum. KiÅŸi bu durumda yalnız kalmayıp aksine insanların arasına karışıyorsa, bu duygularını diÄŸer insanlara da bulaÅŸtırıyor. Beynimizde bulunan ayna nöronları, karşımızdaki insanın his ve duygularını, davranışlarını biz farkında olmadan kopya ediyor. Bu bulgu, atalarımızı bir kez daha haklı çıkarıyor: “Bana arkadaşını söyle sana kim olduÄŸunu söyleyeyim.”

Issızlık öldürüyor

AraÅŸtırmalar devam ettikçe ıssızlık ve etkileri hakkındaki bilgilerimiz daha netleÅŸiyor. 2010 yılının bulguları ıssızlığın öldürücü olduÄŸunu gösteriyor. O zaman üç yüz bin insan ile belgelenen bu durum, araÅŸtırmaların devam etmesi ile 2015 yılında üç milyon insan ile destekleniyor. SaÄŸlık açısından tehlikeli olarak görülen sigara tiryakiliÄŸi, alkol bağımlılığı, saÄŸlıksız beslenme ve hareketsizlik bile yalnızlık kadar öldürücü deÄŸil. ArkadaÅŸları olup onlarla beraber alkol alan, beraber sigara içen ve yukarda bahsedilen bütün saÄŸlıksız uygulamaları güvendiÄŸi kiÅŸilerle beraber yapan kiÅŸiler bile ıssızlık duygusu içinde olan kiÅŸilerden daha uzun yaşıyor.

Bu durumda, ÅŸu an insanlar arasında bir araÅŸtırma yapılsa ve bütün hastalıkları ve bağımlılıklarının yanında kendini ıssız hissedip hissetmedikleri sorulsa; on sene sonra, kendini ıssız hissettiÄŸini beyan eden kiÅŸilerin ölmüÅŸ olma ihtimali diÄŸerlerine göre daha yüksek olacaktır. Bir baÅŸka araÅŸtırmada, belirli aralıklarla ihtiyaç hissettiklerinde, gecenin bir yarısı da olsa telefon edebilecekleri, iletiÅŸim kurabilecekleri bir kiÅŸinin olup olmadığı soruluyor. Daha sonra ağızlarından kulak çöpü ile tükürük bezi alınıp vücutlarındaki stres seviyesi ölçülüyor. Ä°rtibat kuracak kimsesi olmadığını her seferinde beyan eden insanların stres seviyesi diÄŸerlerine göre çok yüksek çıkıyor. Kısa ve yoÄŸun stres insan vücudu için faydalı olduÄŸu hâlde, sürekli ve hiç geçmeyen stres, kiÅŸide yüksek tansiyon, kalp hastalığı, kalp krizi, kanser gibi hastalıklara yol açıyor.

Modernite kabaca, bireyin ve toplumun kendini gelenekten soyutlaması ve özellikle her birey için kendi hayatını kendinin istediÄŸi gibi ÅŸekillendirdiÄŸi yeni bir yapılanma olarak tanımlanabilir. Ä°kinci Dünya Savaşı’ndan sonra ekonomik geliÅŸme çerçevesinde Avrupa toplumlarında refahın artması ile toplumdaki memnuniyet düzeyi artmış ve insanların kendi kendilerini geliÅŸtirebilmeleri için daha özgür ve bağımsız olmaları gerektiÄŸi düÅŸüncesi yaygınlaÅŸmaya baÅŸlamıştır. Bu baÄŸlamda, yüksek bir geliÅŸmiÅŸlik düzeyi yakalamış olan Ä°sveç, 1972 yılında önemli bir olaya imza atmıştır. Ä°sveçli politikacılar “GeleceÄŸin Ailesi” adı altında bir manifesto yayımlayıp toplumdaki herkesin, en temel haklar olan, barınma, beslenme, saÄŸlık ve eÄŸitim hizmetlerinden yararlanma, daha uzun tatil yapma haklarını esas alan bir düzenleme ile aile fertlerini maddi anlamda birbirinden bağımsızlaÅŸtırıp zorunluluÄŸa deÄŸil, isteÄŸe baÄŸlı bir birliktelik oluÅŸturmayı amaçlamışlardır.

Bu manifesto ile devletin bireylere saÄŸlayacağı temel haklar sayesinde, kadınların kocalarından, ergenlik çağındaki çocukların ailelerinden, yaÅŸlıların çocuklarından bağımsız hâle gelmesi hedeflenmiÅŸtir. Bu politikanın Ä°sveç baÄŸlamında günümüze yansıması, toplumdaki insanların yüzde 47,5’luk kısmının tek başına yaÅŸamasına ve ölen kiÅŸilerin onda birinin hiçbir aile ferdinin bulunmaması durumuna yol açmıştır. Bütün bu ıssızlığa raÄŸmen, toplumun devamı için yeni nesil yetiÅŸmesi konusunda kadınlar hâlâ gayret göstermekte; fakat bunu bir aile kurarak deÄŸil, sperm bankasından sperm ısmarlayarak yapmaktadırlar. Çünkü toplumda aile kavramına ait deÄŸerler, yerini çoktan bireyselleÅŸmeye, bağımsızlaÅŸmaya ait deÄŸerlere terk ettiÄŸinden, insanlar bağımsızlık ve özgürlüklerini, aile kurup çocuk sahibi olarak tehlikeye atmak istememektedirler.

Dünyadaki en büyük sperm bankası 170 litre sperm ile Ä°sveç’te bulunmaktadır. Genç, güçlü, eÄŸitimli, baÅŸarılı erkekler, önceleri para karşılığı olarak sperm bağışlarken ÅŸimdilerde yaptıkları iÅŸin toplumun geliÅŸmesi için önemli bir eylem olduÄŸunun farkına varmış ve iyi bir iÅŸ yapmış olmanın inancı ile para karşılığı bile olsa sperm bağışlamaya devam etmektedirler.

Ä°sveç en mutlu dokuzuncu ülke

Mart ayındaki konferansta Ä°sveç’te en çok duyduÄŸum ifade, insanların çok yalnız ve mutsuz olduÄŸu üzerineydi. “Ama Ake, BirleÅŸmiÅŸ Milletler Dünya Mutluluk Anketi’nde Ä°sveç dokuzuncu sırada; sizin söylediklerinizle resmî anket sonuçları nasıl çeliÅŸir?” itirazıma “EÄŸer anketler öyle söylüyorsa bundan sonra biz de mutlu oluruz.” ironik cevabı, aklıma Sinan Çetin’in 2006 yapımı, Türkiye’deki BatılılaÅŸma ve modernleÅŸme çabalarını mizahi bir ÅŸekilde anlatan Mutlu Ol Bu Bir Emirdir filmini getirdi. Ona filmden bahsedince, o da bana, 2015 yapımı, The Swedish Theory of Love (Ä°sveç AÅŸk Teorisi) adlı, Ä°sveç toplumundaki özellikle 1970’li yıllar sonrası deÄŸiÅŸim dönüÅŸüm ve yalnızlaÅŸmayı iÅŸleyen belgesel filmden bahsetti. Böylece tartışmamız, toplumda insanların gerçek hissettikleri ile anketlere yansıyanların, ölçmek istediÄŸiniz parametrelerin, aslında hiç de birbirini tam anlamı ile yansıtmadığı gerçeÄŸi çerçevesinde ve Ä°sveç toplumu özelinde uzayıp gitti.

BirleÅŸmiÅŸ Milletler, 2011 yılı genel kurulunda aldığı kararla ülkelerin geliÅŸmiÅŸlik düzeyinin sadece Gayri Safi Milli Hasıla ile deÄŸil, daha bütüncül bir yaklaşımla istatistiki olarak ölçülmesi gerektiÄŸi kararını aldı. Böylece ülkelerin mutluluk düzeylerini, vatandaÅŸlarının hayattan memnuniyetlerini ölçmek üzere 14 ayrı alanda parametresi olan yeni bir ölçek geliÅŸtirildi; 1- Ekonomik geliÅŸim, 2-VatandaÅŸ angajmanı, 3-Ä°letiÅŸim teknolojileri, 4-Toplumdaki çeÅŸitlilik, 5-EÄŸitim ve aile, 6-Duygusal olarak kendini iyi hissetme, 7-Çevre ve enerji, 8-Yiyecek ve barınma, 9- Yönetim ve siyaset, 10-Hukuk ve kurallar, 11-SaÄŸlık, 12-Din ve ahlak, 13 Ulaşım, 14- Ä°ÅŸ.

Bu ölçeÄŸe göre 2018 yılında en mutlu ülke Finlandiya olarak belirlenirken Türkiye’nin 74. sırada yer aldığı görülmektedir. Ä°sveç ise dokuzuncu. Ama Ä°sveç örneÄŸinde olduÄŸu gibi bu ölçeÄŸin insanların ıssızlığını ölçmeye yetmediÄŸini görmüÅŸ bulunmaktayız. Bu arada Darrel Huff”un, “Üç çeÅŸit yalan vardır: Yalan, kuyruklu yalan ve istatistik” diye belirttiÄŸi Ä°statistik Ä°le Nasıl Yalan Söylenir? kitabını da yâd etmeden geçmemek gerekir.

AÅŸk Teorisi filminde Bauman yorumu

Ä°sveç’te yerleÅŸim yerleri genelde çok sakin ve insanların yaÅŸam standartları çok yüksek. Açlık, fakirlik olmadığı gibi insanların hayatlarında çözmeleri gereken önemli problemleri de yok. Kimsenin diÄŸerlerinin tavsiyesine, fikrine ya da bilgeliÄŸine ihtiyacı yok. Polonyalı düÅŸünür Zygmunt Bauman, iÅŸte bu noktada önemli bir tespit yapıyor. Bauman’a göre, mutluluk problemi olmamak deÄŸil, problem çözme, hayatta karşılaşılan engellere çözüm bulma yeteneÄŸidir. Ä°nsan önüne çıkan problemleri çözdüÄŸü ya da kontrol altına aldığını hissettiÄŸi zaman, kendini bir iÅŸ baÅŸarmış ve dolayısı ile mutlu hisseder. Modern dünya, insanın zorluklarla baÅŸ etme, savaÅŸma becerisini yok etmiÅŸtir. Devlet açlıkla, fakirlikle baÅŸ edebilir ama insanların birbiri ile baÅŸ etmesi konusunda fazla bir ÅŸey yapamaz. Bunu kiÅŸilerin kendisinin halletmesi gereklidir. Ä°nsanların birbiri ile baÅŸ etme becerisi, ancak beraber yaÅŸadıkları sürece geliÅŸebilir.

Beraber yaÅŸandığı zaman hayat, her gün, her yeni durumda, konuÅŸarak ve tartışarak yeniden ÅŸekillendirilir. Böylece hayat sürekli bir tartışma ve uzlaÅŸma eylemine dönüÅŸür. Modern hayatın saÄŸladığı imkânlarla mekân olarak birbirinden gittikçe uzaklaÅŸan insanlar, bu beceriden yoksun kalmaktadırlar. Hayat artık online ve offline olarak bölünmüÅŸ durumdadır. Ä°stediÄŸiniz zaman baÄŸlanır, istemediÄŸiniz zaman engellersiniz. Online olarak nitelenen sanal hayatta hiçbir risk yoktur. Ä°nsanlarla uzlaÅŸmanız gerekmez. Ä°stemediÄŸiniz zaman engellersiniz ve mesele hâllolur. Böylece, insan ne kadar bağımsızsa, diÄŸer insanlarla gerçek anlamda diyalog içerisine girme becerisini kaybeder.

Issızlık sadece yaşlılara uğramıyor

YaÅŸlılar eÅŸleri ölünce, çocukları da genelde dünyanın bir baÅŸka ucunda olduÄŸu için yalnızlıkla beraber ıssızlık durumundan daha çok etkileniyorlar. Kadınlar daha sosyal olduÄŸu için eÅŸleri ölünce içine düÅŸtükleri yalnızlıkla biraz daha iyi baÅŸ etse de erkekler bu durumla hemen hiç baÅŸ edemiyor. Zaten erkekler genelde kadınlardan on yıl daha önce öldükleri için, sayı olarak bu problemle daha az karşılaşıyorlar.

Yalnız yaÅŸayan yaÅŸlıların sayısının artması ve gençlerin de kendini gittikçe daha ıssız hissetmeleri üzerine, Ä°ngiltere ıssızlık derdinden muzdarip olan insanların durumunu tespit etmek üzere 2017 yılında bir rapor yayımladı. Bu raporla Ä°ngiltere’de dokuz milyon insanın kendini ıssız hissettiÄŸi tespit edildi ve Ocak 2018 de ıssızlık konusu ile baÅŸ etmek için dünyada bir ilk olarak bir bakanlık kuruldu. Yalnızlık durumu özellikle modern ülkelerde olmak üzere salgın hâlde yayılıyor. Almanya’da da onbeÅŸ yıl öncesine göre tek ebeveynli aile sayısı üç buçuk milyon artmış durumda. Yalnız yaÅŸayan kiÅŸilerin oluÅŸturduÄŸu hane sayısı %40 oranında. Çocuk sahibi olunan hane sayısı bütün hanelerin üçte biri bile deÄŸil. DoÄŸan çocukların dörtte biri ise tek çocuk.

Mekân olarak uzaklık, insanların iletiÅŸimini özellikle son on yılda sosyal medya üzerinden gerçekleÅŸtirmelerine yol açtı. Bazı sosyologlar gençlerin sosyal medya üzerinden bile olsa iletiÅŸim içinde olmasını olumlu bulurken, beyin konusunda araÅŸtırmalar yapan Manfred Spitzer bunu kesinlikle onaylamıyor. Gençler sosyal medya bağımlısı hâline gelmiÅŸ olup özellikle kızlar sosyalleÅŸme ihtiyacı içinde vakitlerinin çoÄŸunu sosyal medyada geçiriyorlar. Kadınlar erkelere göre daha sosyal oldukları için, yaÅŸlılıkta eÅŸi ölüp yalnız kalan kadınlar, bu sosyallik özelliklerinden dolayı yalnızlıkla daha iyi baÅŸ ederken sosyal olma durumu kızlar için ters yönde iÅŸliyor. Çünkü ÅŸu anki yaÅŸlılar insanlarla baÅŸ edebilme becerilerini daha önce öÄŸrendiklerinden bu becerilerini kullanarak yalnızlık çekseler bile kendilerini ıssızlıktan koruyabiliyorlar. Amerika’da yapılan bir araÅŸtırmaya göre 8-17 yaÅŸ arası kız çocukları, günde 7-8 saatlerini sosyal medyada geçiriyorlar.

Sosyal medya sadece kısa yazışmalardan ibaret olduÄŸu için bu gençlerin muhatabı olan kiÅŸilerin konuÅŸurkenki mimiklerini, ses tonlarının nasıl ÅŸekillendiÄŸini dolayısı ile nasıl bir ruh hâli içinde olduÄŸunu öÄŸrenme ve anlama imkânı bulunmuyor. Bu durum gençlerin empati geliÅŸtirmelerini engelliyor, empati yoksunluÄŸu onların gerek aileleri gerekse akranları ile iliÅŸkilerini olumsuz yönde etkiliyor. Empati hisle ilgili bir durum olup, sosyal medyanın bunu engellemesi anlaşılabilir bir durum. Ama sosyal medyada aşırı vakit geçiren gençlerin karşıdakinin zihinsel olarak nasıl bir düÅŸünce yapısına sahip olduÄŸunu anlayacak zihinsel becerileri de geliÅŸmiyor. Empati ve zihinsel olarak karşıdaki kiÅŸinin perspektifini anlama becerisi son on yılda gençler arasında hızla aÅŸağı doÄŸru iniyor. Normal hayatta bile akran baskısı önemli bir sorunken sosyal medyada empati yoksunu gençlerin birbirine mobing uygulaması, artık en olaÄŸan durumlardandır. Amerika’da yapılan son araÅŸtırmaya göre sosyal medyada çok vakit geçiren kız çocukları arasındaki intihar oranının arttığı tespit edildi. Sosyal medya, çocuk denilecek yaÅŸtaki insanların da ıssızlık içine sürüklenmesine sebep oluyor.

Issızlığın sebebi Batı kültürü

Modernitenin oluÅŸturduÄŸu bireyselleÅŸme gittikçe ben nesli oluÅŸturdu. 1960 yılından beri yazılan 750 bin Ä°ngilizce kitap incelendiÄŸinde biz kelimesinin yüzde 10 oranında azaldığı ve ben kelimesinin yüzde 25 oranında arttığı tespit edildi. Aslında bugünkü kültürün oluÅŸması sadece son iki-üç yüzyıla dayalı bir olay olmayıp kökü daha derinlerde yatan, hayata bakış ve onu anlama ve anlamlandırma ile ilgili bir durum. Bu bakımdan Batı ve DoÄŸu anlayışında köklü farklılık bulunuyor. Batı düÅŸüncesi objeyi çevresinden bağımsız olarak deÄŸerlendirirken, DoÄŸu düÅŸüncesi objenin etrafını saran çevre ile iliÅŸki içinde olduÄŸu ve ondan etkilendiÄŸini düÅŸünüyor. Objenin çevresinden bağımsız olduÄŸunu varsayan Batı düÅŸüncesi, objelerin birbirinden bağımsız olduÄŸu sonucunu çıkarıyor. Bu düÅŸünce farklılığı sebebi ile bütün objelerin birbiri ile baÄŸlantılı olduÄŸunu düÅŸünen DoÄŸu düÅŸüncesine sahip Çinliler, antik zamanlardan beri ay ve dünya arasında bir çekim ve manyetik alan olduÄŸunu bilirken, Batı düÅŸüncesi bu bilgiye ancak 18. yüzyılda bilimsel geliÅŸmeler sayesinde sahip olabildi. Bu düÅŸünce tarzı varlıkları algılayış ÅŸeklini de etkiledi. Batı düÅŸüncesi, varlığı kendi başına algıladığından onu sadece ismi ile tanımlarken, DoÄŸu düÅŸüncesi varlığı etrafı ile iliÅŸkisi ile algıladığı için onu gerçekleÅŸtirdiÄŸi eylemleri ile anlıyor.

Bu bakış açısı farklılığını anlamak için yapılan birçok araÅŸtırmadan birinde, kiÅŸilere, üzerinde ayı, maymun ve muz figürü olan bir kâğıt gösterilmiÅŸ ve resimdekilerin hangilerinin birbiri ile eÅŸleÅŸtiÄŸi sorulmuÅŸ. Batılıların hepsi ayı ve maymunu hayvan olmaları dolayısı ile eÅŸleÅŸtirirken, DoÄŸulular maymun ve muzu yeme eyleminden dolayı eÅŸleÅŸtirmiÅŸ. Binlerce yıldır bu bakış açısı ile geliÅŸmiÅŸ kültürden gelen Japon gazeteciler, bir kaza haberini verirken, Batı’da olduÄŸu gibi, sadece kaç tane arabanın kazaya karıştığı, kaç kiÅŸinin yaralandığı, ya da öldüÄŸü ile sınırlı bırakmayıp o kaza dolayısı ile kaç otobüs ya da trenin seferlerinin etkilendiÄŸini, böylece kaç insanın ulaÅŸacakları yere geç kaldıklarını da haberlerinde veriyor. Japon gazeteci bir trafik kazasının sadece o olay ile sınırlı olmayıp, çevreyi de etkilediÄŸinin ÅŸuurunda olarak haberini yapıyor ve bu bütüncül bakış hayatın her alanını kapsıyor. Batılı anne çocuÄŸu ile oynarken ona objelerin isimlerini öÄŸretmekle sınırlı kalırken, DoÄŸulu anne objeyi yaptığı eylem çerçevesinde çocuÄŸuna tanıtıyor. Fincan, çaydanlık… diye Batılı annenin çocuÄŸuna tanıttığı objeler, DoÄŸulu anne için çocuÄŸun büyüyüp anneye çay ikram ettiÄŸi bir eylemi gerçekleÅŸtiren objeler hâline geliyor, böylece anne ve çocuk arasındaki iliÅŸki de kendiliÄŸinden geliÅŸiyor.

Bir baÅŸka deneyde, ön tarafta, diÄŸerlerinden daha büyük boyutlarda gülümseyen bir kiÅŸi, arkada daha küçük boyutlarda ve üzgün ifadeli kiÅŸilerin olduÄŸu bir resim gösterilip, daha büyük boyutlarda ve gülümseyerek resmedilen kiÅŸinin mutlu olup olmadığı sorulmuÅŸ. Batılıların hepsi kiÅŸiyi mutlu olarak tanımlarken, DoÄŸulular arkadaki kiÅŸilerin üzgün ifadesinden dolayı öndeki gülümseyen kiÅŸinin de mutlu olamayacağını ifade etmiÅŸ. Ä°ÅŸte objeyi çevresinden tamamen bağımsız düÅŸünen Batılı zihniyet, toplumda birbirine ÅŸiddetle ihtiyacı olan insanların da ayrı ayrı, birbirinden bağımsız olabileceÄŸini düÅŸünmüÅŸ ve bireyselleÅŸme adı altında toplumsal mühendislikle insanların toplumsal yapısı ile oynamıştır.

Bizler dünyanın DoÄŸu tarafına denk gelen düÅŸünce yapısına sahip olduÄŸumuzdan, iliÅŸkilerimizi hâlâ, obje ve içinde bulunduÄŸu ortam ile iliÅŸkisi çerçevesinde algılayıp ona göre ÅŸekillendirmekteyiz. Yani insanı çevresinden bağımsız olarak deÄŸerlendirmeyip bütünün içinde bir anlamı olduÄŸunun farkındayız. Bu durum modernitenin sebep olduÄŸu ıssızlık durumundan, Batı ülkelerinin etkilendiÄŸi kadar etkilenmekten bizi koruyor.



 

 

SaÄŸlıklı toplumun en önemli ÅŸartı aile

Batı dünyasındaki bireyselleÅŸme, aile kurumunu parçalayıp insanları ıssızlığa sürükleyen en önemli etmendir. Bu durumu telafi etmek için hızla yeni projeler geliÅŸtirilmekte, yani yine yeni toplumsal mühendisliklerle bir taraftan insanlar kendi aralarında alternatif hayat ÅŸekilleri deneyip ekolojik köyler kurarken, diÄŸer taraftan devlet, üç neslin bir arada yaÅŸadığı yeni hayat ÅŸekillerini desteklemektedir. Kuzey Ä°talya’da yapılan bir araÅŸtırmada çok uzun ve mutlu yaÅŸayan insanların üç nesil bir arada ömür sürdüÄŸü tespit edilmiÅŸtir. GörüldüÄŸü gibi aile kurumu, özellikle geniÅŸ aile, saÄŸlıklı, uzun ve mutlu yaÅŸamanın anahtarı gibi görünmektedir. Ama aile kurumu sevgiye dayalı deÄŸil, bağımlılığa ve mecburiyete dayalı olarak oluÅŸturulursa, özellikle bireyselliÄŸin ön plana çıktığı modern toplum için alternatif deÄŸil bir iÅŸkence kurumu olarak algılanacaktır.

Almanya’ya yeni gittiÄŸim yıllarda yaÅŸadığım ÅŸoklardan biri, Müslüman olmuÅŸ Alman bir psikoloÄŸun, Türk aile kurumu hakkındaki yaptığı tespit ile ilgili olmuÅŸtu. “Türkler çocuklarını sevmiyorlar, kendilerine bağımlı hâle getiriyorlar.” demiÅŸti. Bu ifade beni uzun yıllar düÅŸündürttü. Aslında hâlâ meÅŸgul ediyor. Birkaç ay önce Harran’a yaptığım bir gezide eski kümbet evleri kültür evi hâline getirmiÅŸ, evin turistlere tanıtımı ile para kazanan bir aile ile muhatap oldum. Otuz yaşında olduÄŸunu sonradan öÄŸrendiÄŸim, bana ilk anda kırk yaÅŸ üzeriymiÅŸ gibi gelen, yüzünde umudunu kaybetmiÅŸ bir ifade olan Åžadıman’la biraz dertleÅŸmem, aile kurumu hakkındaki düÅŸüncelerimi yeniden harekete geçirdi. Åžadıman evlenememiÅŸ. Okula da gitmemiÅŸ. Ailenin geçimine katkıda bulunmak için evin tanıtımını yaparken gelen turistlerden Ä°ngilizce, Almanca, Ä°talyanca öÄŸrenmiÅŸ. Erkek kardeÅŸleri Ä°stanbul’da okuyorlar. Onlar da çok iyi derecede yabancı dil konuÅŸuyor. Ama onlara sunulan imkân Åžadıman’a sunulmamış. Bir ÅŸeyler yapması için cesaretlendirmeye çalıştım, nefretle annesine bir bakış atarak onun izin vermeyeceÄŸini ifade etti. Sonra annesi ile konuÅŸurken ölmüÅŸ kocasının kendinin üstüne üç kere daha evlendiÄŸini öÄŸrendim. “Neden izin verdin?” dediÄŸimde gözlerindeki çaresizliÄŸi aklımdan silmem mümkün deÄŸil. Åžadıman’ı engelleyen, ona baskı uygulayan despot kadın, bir anda çaresiz, hayatı elinden alınmış bir maÄŸdur ifadesine büründü. Åžadıman ve annesinin hayatına raÄŸmen birileri hayatta kendilerini geliÅŸtiriyorsa, böyle bir aile saÄŸlıklı bir aile midir, diye düÅŸünmekten kendimi alamadım.

Aile çağın hastalığı olan ıssızlıkla baÅŸ etmek konusunda önemli hem de çok önemli, ama bu önemini icra edebilmesi için bu kurumu en saÄŸlıklı bir ÅŸekilde yeniden nasıl ÅŸekillendirebiliriz, diye acil harekete geçmemiz gerekiyor.

Emel Topçu, “Modern Toplumlardaki Issızlık”, Bilimevi Kadın dergisi, Ekim-Kasım-Aralık 2018, sayı 7.


 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.