İhsan Fazlıoğlu: Türk batılılaşması, galiplere söylenen bir yalandı
Follow @dusuncemektebi2
Fazlıoğlu ile "Nizamı âlem" idealinden, Türklerin yeni bir "medeniyet tasavvuru" üretme imkânına; oradan batılı bilincin anlam haritasına ve "korku kültürü"ne uzanan zevkli bir yolculuk yaptık. Fazlıoğlu ile yaptığımız söyleşi. Cumhuriyetin ilanının 80. yıldönümünü kutladığımız şu günlerde, "medeniyetimizin" üretici bir potansiyeli olup olmadığı üzerine kafa yoranlar için dikkat çekici detaylar içeriyor.
Nizamı âlem kavramından ne anlıyorsunuz?
“Nizamı âlem” terkibini duyunca ilk elde aklıma iki ÅŸey gelir. Birincisi maddî âlem ve bu âleme içkin ilâhî düzen; ikincisi ise köklerini insanda bulan sosyal gerçeklik. BaÅŸka bir deyiÅŸle içtimaî düzen… Birinci anlamdaki Nizamı âlem kavramı, kısaca bir bütün olarak haricî dünyanın bilgisini mümkün kılan bir kabuldür ve dış dünyaya iliÅŸkin yapıp etmelerimizin temelinde yer alan en önemli ilkedir. Ä°kinci anlamdaki Nizamı âlem kavramı ise öncelikle insana delalet eder. Çünkü içtimaî nizam varlığını, köklerini insan aklında bulan ve meÅŸruiyetini insanın sahip olduÄŸu deÄŸer dünyasından alan insan eylemlerinde bulur. BaÅŸka bir deyiÅŸle içtimaî nizam insanın eylemelerinin, aile, toplum, devlet vb… ÅŸekillerdeki cisimleÅŸmiÅŸ, maddî gerçeklik kazanmış tezahürleridir.
Bu deyiÅŸleri dikkate alarak, bahse konu Nizamı âlem kavramını, tarihî köklerini de göz önünde bulundurarak, ÅŸu ÅŸekilde tanımlayabiliriz: Kaynağını insanda bulan, meÅŸruiyetini ise mensup olunan din ya da dinleÅŸmiÅŸ ideolojilerden alan; evrene adalet ve bilgiye dayalı bir düzen kazandırma idealinin/ülküsünün adıdır.
TAKTÄ°K YALAN – STRATEJÄ°K YALAN
Kendinden kaçan bir medeniyetin mensupları olarak Türkler, Nizamı âlem anlayışını ne zaman yitirdi?
Selçuklu-Osmanlı çizgisindeki Türkler, Nizamı âlem anlayışını bir fikir olarak kaybetmiÅŸ deÄŸildir. Öyle olsaydı bu konu üzerinde konuÅŸuyor olmazdık. Çünkü Türkler kendi içerisinde çürüyerek, atılım gücünü kaybederek, kısaca iddialarını terk ederek yıkılmış bir millet deÄŸildir. Türkler karşı hakikatin mensupları tarafından ÅŸimdilik yenilmiÅŸlerdir. Bu yenilgi neticesinde maddî vatanı kurtarmak için manevî vatan, yani tarih tırnak içerisine alınmıştır; ancak muhafaza edilmektedir.
Åžunu açıkça söylemek gerekir: Türk batılılaÅŸması, sahip olduÄŸumuz imkânlar çerçevesinde varlığımızı idame ettirmek için galip güçlere söylenmiÅŸ bir yalandı. Ancak bu yalan i-çerisinde yetiÅŸen nesillerin, süreç içerisinde bu yalanı hakikat zannetmeye baÅŸlamaları, tamiri zor yaralar, boÅŸluklar doÄŸurmaya baÅŸladı. Kısaca sorun, söylenen yalanın hakikat zannedilmeye baÅŸlamasından kaynaklanıyor. Bunun nedeni yakın tarihin bilgisinin eksikliÄŸi gibi. Çünkü belli bir hedef için söylenen taktik yalan, cahillerin elinde önce stratejik yalana sonra da hakikate dönüÅŸür.
“Kendinden kaçan bir medeniyetin mensupları” ÅŸeklinde dile getirdiÄŸiniz sıfat cümlesine gelince, hemen ÅŸunu söylemeliyim: Türk tarihi çit içerisine alınmış, kenarlarına duvar örülmüÅŸ bir tarihtir. Ä°steseniz de içeri giremezsiniz. Malumat seviyesinde Selçuklu-Osmanlı Türk tarihinden haberdar olmayı kastetmiyorum; bu tarihi yönlendiren ‘ruhu’ kastediyorum. Bu ruh, akıl ile bilgi ve bu ikisinin sentezi olan adalettir. Bu bir misyondur; bu misyon teolojik ve ahlakî meÅŸruiyetini Ä°slam’dan alır ve büyük oranda kapitalist sömürgeci dünya sisteminin yükseliÅŸine karşı geliÅŸtirilmiÅŸtir. En nihayetinde yenildiÄŸi güç de bu güçtür.
Galip güç elbette kendisini önce yenen, sınırlandıran, geciktiren, en azından uÄŸraÅŸtıran ruhu, ilkeleri hapsedecektir. Bırakınız Selçuklu-Osmanlı çizgisini, Ä°stiklal/KurtuluÅŸ Savaşı’nı yönlendiren ruh bile bugün kısık sesle dillendiriliyor. Çünkü KurtuluÅŸ Savaşı’nı kazanan ruh, Selçuklu-Osmanlı ruhunun doÄŸal devamıdır; bu ruh OÄŸuz Türkmen ruhudur.
TÜRKLER GERÄ° ÇEKÄ°LDÄ°
Åžimdiye kadar söylediklerinizden anladığım kadarıyla Osmanlıların tarih sahnesinden çekilmesiyle bir kırılma yasayan Türkler hâlâ insanlığa yeni bir ‘medeniyet tasavvuru’ armaÄŸan etme gücüne sahiptirler; böyle diyebilir miyiz?
Evet, diyebiliriz. Çünkü her ÅŸeyden önce tarihten çekilen Türkler deÄŸil Osmanlılardır. Tarihî akış içerisinde Türkler; Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, deÄŸiÅŸik Beylikler ve nihayet Osmanlılar olarak tezahür etmiÅŸlerdir.
Bu adlar cevherin deÄŸil tezahürün adlarıdır. Günümüzde bu tezahür Türkiye Cumhuriyeti’dir. Ä°leride baÅŸka bir ad da olabilir. Burada önemli olan, ‘mülk-ü millet’ ile ‘din-ü devlet’in sürekliliÄŸini saÄŸlamaktır. Zira esas olan cevherdir; arazlar deÄŸil.
Kanımca yaÅŸanan sürece ‘kırılma’ deÄŸil ‘çekilme’ demeliyiz. EÄŸer KurtuluÅŸ Savaşı’nı yapmasaydık, buna kalkışmasaydık ya da yenilseydik, ondan sonra ortaya çıkacak duruma, sizin de dediÄŸiniz gibi kırılma diyebilirdik.
HER MEDENÄ°YETÄ°N BÄ°R NÄ°YETÄ° VARDIR
Biraz daha açar mısınız?
Ä°sterseniz ne demek istediÄŸimi daha iyi izah edebilmek için biraz geriye gidelim. Sultan III. Murad döneminde bir Osmanlı bürokratı, Batı Avrupa’nın yeni coÄŸrafi keÅŸiflerini Osmanlının arkadan kuÅŸatılması olarak yorumlar. Lale devrinde Sultan’a sunulan diyalog tarzındaki bir lahikada geçen Osmanlı subayı ile Avrupalı subayın konuÅŸmaları ve diÄŸer baÅŸka örnekler, esas itibariyle Osmanlıların yükselen sömürgeci kapitalizmin muhtevasını iyi bildiklerini, anladıklarını gösteriyor. Buna raÄŸmen Osmanlılar kendi ilkelerinden yani misyonlarından vazgeçmiyorlar; yaygın tabirle vuruÅŸa vuruÅŸa geri çekiliyorlar. Çünkü her medeniyetin bir niyeti vardır ve medeniyetler bu niyetlerini gerçekleÅŸtirmek için vardırlar. Kanımca biz Türkler, bizi biz kılan bu niyetten vazgeçmiÅŸ deÄŸiliz; yalnızca geri çekildik. Bu geri çekilmenin gereÄŸini yapıyor muyuz? Zannımca seviye çok düÅŸük; ama yine de ümitvârım.
ONUR NÄ°ZAMI ÖNGÖRMÜYOR…
Ümidinize eÅŸlik ederek ÅŸöyle bir soruyla devam etmek istiyorum: Batılı bilincin anlam haritasında yerleÅŸik kadim Türk imgesinin sınırları nedir?
Selçuklu-Osmanlı çizgisi Batı Avrupa için önce ‘korku’dur; korkunun kaynağıdır. Daha sonra ‘engel’dir. Åžimdilerde ise, özellikle geçmiÅŸini, tarihini, ne yapacaklarını bilemedikleri ‘sorun’dur. Kısaca, Ä°smet Özel’den öÄŸrendiÄŸimize göre, ‘konuÅŸulamayan’, bu nedenle ‘konuÅŸulabilir’ hale getirilmeye çalışılan bir ‘varlık’tır.
Daha önce muhtelif yerlerde yayımlanan yazılarımda da ifade ettiÄŸim gibi, Batı Avrupalı bir insanı kazıyın altından Türk çıkar. Ne anlamda Türk; karşı/öteki deÄŸer anlamında. Batı Avrupalı ve maiyeti kendini Türk’e göre konumlandırmış ve ona göre tanımlamıştır. Kısaca kendisini, kiÅŸiliÄŸini Türk’ü dikkate alarak oluÅŸturmuÅŸ, inÅŸa etmiÅŸtir. Bu tarihî bir hakikattir; nazarî bir iddia deÄŸil. Günümüzde nasıl ki bir Filistinli kendisini Ä°sraillilere karşı olmak bakımından inÅŸa ediyorsa, bu bir psikoz halini almışsa… O gün için de durum böyle… Ya da bugün pek çok insan nasıl kendisini Amerikan emperyalizmine karşı, onu merkeze alarak oluÅŸturuyorsa…
Sınırlarına gelince, burada Poster’in deyiÅŸini hatırlamalıyız: Türkler önce ‘ikna’ edilmeli, direnirlerse ‘icbar’ edilmeli, karşı çıkarlarsa ‘imha’ edilmeli… Bunu baÅŸka uluslara yaptılar; güçleri yettiÄŸinde bize de yapabilirler. Demek istediÄŸim bu iÅŸin sınırı ‘imha’ya kadar gidebilir. Nitekim 11 Eylül saldırısı olduÄŸunda ABD’de idim; olayın akabinde bulunduÄŸum üniversitede öÄŸrencilerin çıkardığı gazetede bütün Müslüman ülkelerin baÅŸkentlerine nükleer bomba atılması, ileri gelen bütün siyasî ve fikri önderlerin öldürülmesi teklif edilmiÅŸti. Dikkat edilsin, bu teklifi yapan genç öÄŸrenciler… Åžartlar uygun olsun bunu yaparlar; daha önce yaptıkları gibi… Çünkü onları kayıtlayan hiç bir dinî, ahlakî ilke yok. Çünkü onlar insanlık için akıl ve bilgiye dayalı bir adaleti, kısaca ‘nizamı’ öngörmüyorlar; istedikleri kendi halklarının saadeti. DiÄŸer insanlara ÅŸekavet veriyorlar; bundan dolayı da ‘savaÅŸçı’ deÄŸiller; ÅŸakiler yani sömürgeciler, eÅŸkıyalık yapıyorlar yani sömürüyorlar.
Batının süreç içerisinde ürettiÄŸi ‘öteki’den korkma, ‘farklı olan’ı dışlama saplantısının kökeni nedir öyleyse? Yukarıda dile getirdiÄŸim gibi bunun nedeni haksız olmanın, kendi temsil ettiÄŸi hakikate, hakikatlere güvenmemenin verdiÄŸi korkudur. Ancak burada korkulan ‘öteki’nin hakikati temsil etmesi gerekir. Nitekim Batı Çin’den korkmaz; çünkü Çin’in evrensel bir hakikati temsil iddiası yoktur. Temsil ettiÄŸi hakikate güvenmeyen, kısaca kendisine güvenmeyen; yaÅŸamak için bir düÅŸmana, ötekine ihtiyaç duyar. Ä°ÅŸte Batı bunun için, var olmak/varlığını sürdürmek için düÅŸmana muhtaçtır.
KABİLE KAFASI DEĞİL MİLLET KAFASI
Söylediklerinizden, bütün bu olup bitenleri idrak için gereken bir ‘millî bilinç’ yoksunluÄŸu sonucunu çıkartıyorum. Bu nasıl aşılabilir?
‘Millî bilinç yoksunluÄŸu’ doÄŸru bir tespittir. Ancak bu ‘yoksunluk’ yalnızca ‘farkında olmak’ ÅŸeklinde anlaşılmamalı. Çünkü bunun farkında olan, hatta bu konuda iddia sahibi kiÅŸiler bile çoÄŸunlukla bu millî bilinçten yoksun olabiliyorlar; çünkü iÅŸ retoriÄŸe boÄŸulmaktadır.
Çözüm her ÅŸeyden önce aklın millileÅŸtirilmesi, TürkleÅŸtirilmesidir. Bu Türk tarihine geri dönüÅŸ anlamına gelir. Yani öncelikle varlığımızı borçlu olduÄŸumuz tarihi idrak etmeliyiz. Tarih bir yönüyle akıldır; çünkü akıl bir yönüyle tarihîdir. Çözüm tarihtedir. Biz tarihinden geri kalmış bir millet haline geldiÄŸimiz için sorun yaşıyoruz. Biz felsefileÅŸmiÅŸ bir millettik yani neyi, nasıl ve niçin yaptığını bilen bir millettik. Bu idrak kül halinde halen mevcuttur. Yoksa bu konulan konuÅŸamazdık zaten. Ancak bu külü tekrar tutuÅŸturmalıyız. Bu da akıl ve bilgiyle olur. Akıl ve bilgiyle yol almayan kiÅŸi ve milletler iyi niyet sahibi olsa bile en nihayetinde yok olurlar.
Åžu unutulmamalıdır: 1774 tarihinden bu yana millet olarak yaÅŸadıklarımız gündüzün başına gelse gece olurdu. Biz ise millet olarak aydınlığımızı korumayı bildik. Bunun en muhteÅŸem ÅŸahidi Ä°stiklal Savaşı’dır. O aydınlığı besleyecek aklı ve bilgiyi devreye sokmalıyız. Bunun için öncelikle kendi gettolarında tek-tip düÅŸünen ‘kabile’ kafasını bırakıp, bütün vatan sathında çok yönlü ve farklı düÅŸünen ‘millet’ kafasıyla iÅŸ görmeye baÅŸlamalıyız. Gerisi kendiliÄŸinden gelir.
Ä°brahim Åžamil
Henüz yorum yapılmamış.