Gökhan Özcan: İyilik, kişi ve kutsal
İyiler hep kazanır, bazen galip gelerek, bazen mağlup olarak... Kazanmak sonuçla ilgili bir şey değildir, her şey olup bittikten sonra ‘anlam’ın hangi tarafta kaldığıyla ilgilidir.
“Ä°çimde anlam veremediÄŸim acılar dolaşıyor” diye mırıldandı kederle kendi kendine, “ belli ki zamanın bir yerinde, ne olduÄŸunu bilemediÄŸim ve bu yüzden yerine de koyamadığım bir ÅŸey kaybetmiÅŸim.”
Biri ya da birileri hakkında, yaÅŸanan bir ÅŸey hakkında, akla gelen bir mesele hakkında doÄŸrudan ‘iyi’ye yönelmiyorsak, doÄŸduÄŸumuzda olduÄŸumuz insanın üstüne dünyadan bir ÅŸeyler sarıp sarmalamışız demektir. Ä°nsan özünde iyiden yanadır çünkü; dünyanın kirine, tozuna bulaÅŸmasa, yaÅŸama ihtirasına yenik düÅŸmese özündeki o iyiliÄŸin uzağına düÅŸmez. Ä°çinden gelen ilk duygunun, kanaatin, fikrin, eÄŸilimin, yönelimin, içinden dışına iyilik duygusu taşımamasına rıza göstermez, bunu içine sindirmez, buna alışmaz. Durum öyle gösteriyor ki bizler özünden, tabiatından, fıtratından dünyaya kanarak uzaklaÅŸmışlarız. Durumlar, meseleler ya da doÄŸrudan kiÅŸiler karşısında kendimize bir yer, bir konum, bir davranış, bir tavır biçmemiz gerektiÄŸinde hatırımıza gelen ilk ihtimalin yüzeyde ya da derinliklerinde, eser miktarda ya da azımsanmayacak derecede kötülük duygusu barındırmasına alışmışlarız. Burada, kötülüÄŸün rahatça gezip dolaÅŸtığı bir ruh hali içinde öylece durabiliyor, hayatı bu ÅŸekilde yaÅŸamaya rıza gösteriyor olmamız bizi adeta hücre hücre, atom atom çürütüyor, içimizi kurutuyor, insanlığımızda kanaması durmayan yaralar açıyor.
Hermann Hesse, epeyce yol gittiÄŸi halde içinin ceplerinde sadrına ÅŸifa olacak anlamı biriktirmeyi baÅŸaramamış yolcuların kederli hallerini ÅŸöyle resmediyor meÅŸhur ‘Siddhartha’ kitabında: “Ä°çinde öyle bir his vardı ki, yaÅŸamını deÄŸersizlik ve anlamsızlıkla geçirmiÅŸti; elinde canlı bir ÅŸey, ÅŸöyle hoÅŸa gidecek ya da alıkonulmaya deÄŸer bir ÅŸey kalmamıştı. Nehir kıyısında, deniz kazası geçirmiÅŸ biri gibi yalnızlık içinde, eli boÅŸ durup duruyordu”
Belki, paldır küldür konuÅŸmaya girmeden önce, arkada kaldığı için anlamını bize duyuramayan sözü aramalıyız. Belki, sözün ihtirasla köpüklendiÄŸi yerde duraksayıp, bizim için suskunluÄŸu seçmenin son bir imkanı kalıp kalmadığını yeniden araÅŸtırmalıyız. Belki, içimizin uzun süredir kilitli çekmecelerinde elimizdekilerden daha iyi seçenekler olup olmadığına dönüp bir bakmalıyız. Belki, havanın kirlendiÄŸini farkettiÄŸimiz yerlerin dışına çıkarak bir taze nefes almalıyız. Belki, bizi önceden belli tavırlara doÄŸru baskılayan her türlü tazyike karşı direnmeye az da olsa bir mecalimiz kalmış mı, bir bakmalıyız. Belki, kazanmak için kaybetmiÅŸ olduklarımızı ve kaybetmiÅŸ görünürken kazandıklarımızı hassas bir terazide yeniden tartmalıyız. Belki, itiÅŸ kakışın tozu dumanı arasında bir çok kereler kim olduÄŸumuzu unuttuÄŸumuzun farkına varmalıyız. Belki, zihnimizde, kalbimizde, belleÄŸimizde ‘insan’ı yeniden aramaya baÅŸlamalıyız.
“Çocukluktan ölünceye deÄŸin iÅŸlenmiÅŸ cürümlere, çekilen acılara ve tanıklıklara raÄŸmen cümle insanın kalbinin derinliÄŸinde maÄŸlup edilemez ÅŸekilde kötülüÄŸü deÄŸil iyiliÄŸi bekleyen bir ÅŸey vardır. Ä°yi, kutsalın yegâne kaynağıdır. Ä°yinin ve iyilikle iliÅŸkide olanın dışında bir kutsallık yoktur” diye yazmış ‘KiÅŸi ve Kutsal’da Simone Weil.
Ä°yiler hep kazanır, bazen galip gelerek, bazen maÄŸlup olarak... Kazanmak sonuçla ilgili bir ÅŸey deÄŸildir, her ÅŸey olup bittikten sonra ‘anlam’ın hangi tarafta kaldığıyla ilgilidir.
“Åžunca yangının içinde” dedi beyaz saçlı adam, “içinde bir serinlik bulabilmeli insan!”
Henüz yorum yapılmamış.