Sosyal Medya

Taha Kılınç: Robert Fisk'i nasıl bilirdiniz?

Fisk’in PKK hayranlığından, Türkiye’nin terörle mücadelesini “Kürtleri ezmek” olarak sunan üslubundan ve 1915 Olayları’nı “Ermeni Soykırımı” şeklinde tanımlayıp her fırsatta Türkiye’yi suçlamasından ayrıca söz etmiyorum. Batılı gazetecilerin genelinde var olan saplantılar bunlar çünkü, Fisk’e özel değil.



Orta Doğu gazeteciliğinin dünyadaki en ünlü isimlerinden Robert Fisk, 74 yaşında öldü. 1970’lerden beri aktif şekilde sahada bulunan Fisk, ardında “tuğla kalınlığında” kitaplar, binlerce makale ve röportaj ve oldukça tartışmalı bir kariyer bıraktı. Batı kamuoyunun Orta Doğu ve İslâm dünyasını takip ettiği kalemlerden biri olan Fisk, genellikle “duayen gazeteci”, “gerçekleri yazan muhabir”, “hakikat avcısı” sıfatlarıyla anılsa da, tüm bu tanımların tam tersini hak ettiği bir yüzü de vardı.

Batı basınında, ölenlerin ardından “obituary” yazısı yazmak âdettendir. Bu kez de biz, 45 yıl boyunca İslâm coğrafyasını Batılılara anlatmış bir gazetecinin “obituary”sini yazalım ve Fisk portresinin karanlıkta kalan öteki yüzünü tamamlayalım.

Çocukluğunda film eleştirmeni olmak isteyen Robert Fisk, 1976’dan itibaren Orta Doğu topraklarında boy göstermeye başladı. İsmini dünyaya duyuran ilk önemli işi, 1982’de Beyrut’ta siyonistlerin gözetiminde Hıristiyan Falanjistler tarafından gerçekleştirilen Sabra ve Şatilla Katliamını haberleştirmesiydi. İfadeleri öyle güçlü ve tasvirleri öyle canlıydı ki, sonraki yıllar boyunca Robert Fisk denince akla Sabra ve Şatilla’daki masum siviller gelecekti. Eh, Fisk de bu “gazetecilik başarısı”nın ekmeğini ölünceye kadar yiyecekti.

Fisk’i bir kez daha manşetlere çıkaran ikinci büyük işi, İngiliz The Independent gazetesinin 6 Aralık 1993 günkü nüshasında “Sovyet karşıtı savaşçı, ordusunu şimdi de barış yolunda kullanıyor” başlığını taşıyordu. Göklere çıkarılan kişi, Fisk’in Sudan’da görüştüğü Usâme bin Ladin’di. “Ben bir inşaat mühendisi ve tarım uzmanıyım. Sudan’da askerî kamplar idare ediyor olsaydım, işimi yapamazdım” diyen Ladin, uzun haber metni boyunca Fisk’in ölçüsüz övgülerine mazhar oluyordu.

Lübnan’ın başkenti Beyrut’a yerleşen ve uzun yıllar burada yaşayan Robert Fisk, 2011’den sonra aniden Suriye Baas rejimi saflarına geçiş yaptı. Beşşar Esed, İran ve Rusya güçleri Suriye’nin çeşitli şehirlerindeki operasyonlarını sürdürürken, Fisk rejim tarafından sıklıkla “saha incelemesi”ne götürüldü. Örneğin, 2012’nin ağustosunda Şam’ın Deraya kasabasını ziyaret eden Fisk, 245 sivilin öldürüldüğü katliamı “Başarısızlığa uğramış bir esir takası sonucu çatışma çıkmış” diye aktardı. Sorun şu ki, o dönemde herhangi bir esir takası yaşanmamıştı. Muhalifler bölgeyi çoktan terk ettiği için, katliam sırasında Suriye ordusunun silahlı bir muhatabı da yoktu. Suçun kime ait olduğu çok açıktı, ancak Fisk bambaşka bir senaryo yazmıştı.

Robert Fisk, yine rejimin müsaadesiyle, Şam’daki askerî hapishanelerden birini de ziyaret etmişti. Görüştüğü mahkûmlara dair sunduğu portre, aslında rejimin onları tutuklamakla ne kadar haklı ve doğru bir iş yaptığını düşündürüyordu okura. Mahkûmlar, -Fisk’in aktardığına göre- “mezhepçi ve dinci nefret” sâikiyle yola düşmüşler, sonunda da yaptıklarından son derece pişman olmuşlardı. Fisk’in, tüm bu sözde pişmanlık ve itirafların, rejimin zoruyla dile getirildiğini bilmemesi elbette düşünülemezdi. Fisk, “Özgür Suriye Ordusu diye bir şey yok, bu tamamen palavra” derken de, harabeye dönmüş Halep’te Suriyeli subaylar eşliğinde gezerken gördüğü bombalanmış sivil binaları “Nusra Cephesi’nin patlayıcı fabrikası” olarak kayda geçirirken de aynı şekilde kendisine verilen sufleyi seslendiriyordu. Keza, sütununda sıkça ağırladığı Suriyeli rejim mensupları Batılı okurlara sansürsüzce hitap ederken, “Türkiye’nin Suriye’yi işgali” temalı dezenformasyonlar da akıp gidiyordu.

Suriye’de gerçekleşen çeşitli kimyasal saldırılarla ilgili de, Fisk, kalemini sürekli Baas rejimi ve Rus medyasının vericilerine çevirdi, onlardan ne geldiyse hiç dokunmadan köşesine taşıdı. Hatta “ordudaki kaynağım” diyerek, Suriye rejiminin içindeki meçhul birilerini referans gösterdi. Bazı iddialarına kaynak gösterdiği çeşitli kuruluşların, Fisk’in vurguladığı şekilde açıklamalarının bulunmadığı ortaya çıktı bilâhare. Ancak Fisk ne utandı, ne de özür diledi. Onun yazılarını editoryal incelemeden geçirmeden (veya belki de geçirerek ve içeriğe tamamen katılarak) basan The Independent gazetesi de aynı şekilde.

Tüm bunların üstüne, Fisk’in PKK hayranlığından, Türkiye’nin terörle mücadelesini “Kürtleri ezmek” olarak sunan üslubundan ve 1915 Olayları’nı “Ermeni Soykırımı” şeklinde tanımlayıp her fırsatta Türkiye’yi suçlamasından ayrıca söz etmiyorum. Batılı gazetecilerin genelinde var olan saplantılar bunlar çünkü, Fisk’e özel değil.

Evet, “duayen gazeteci Robert Fisk” portresine yukarıdaki şerhleri de biz düşmüş olalım.

Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.