İhsan Fazlıoğlu'nun kaleminden: Türk Tarihini yenmek
Follow @dusuncemektebi2
Türk taÂrih biÂlinÂciÂnin eÅŸÂlik etÂmeÂdiÂÄŸi, meÂdeÂniÂyet menÂsuÂbiÂyeÂti buÂlunÂmaÂyan kiÂÅŸiÂleÂrin üretÂtiÂÄŸi çöÂzümÂler ya SüÂmer taÂpıÂnakÂlaÂrıÂnın dehÂlizÂleÂrinÂde kalÂmaÂya ya da MaÂlezÂya soÂkakÂlaÂrıÂnın kaÂnaÂliÂzasÂyonÂlaÂrınÂda akÂmaÂya mahÂkumÂdur.
S-ÖZ, kiÅŸinin -öz’ünü dışavuran bir eylem ise, öyle s-özler vardır ki, -öz’ü, eskilerin deyiÅŸiyle, “muhtasar ve müfit” biçimde, dolandırmadan, dile getirirler. Demek istenileni, yani manayı/anlamı dolandırmak, rengi ne olursa olsun, cehaletin bir sonucudur. Dolanmak, dolayısıyla dolandırmak, bilgi daÄŸarcığında bilinmeyenleri bilinenlerden artık bireyler için geçerlidir. Ä°lim oldur ki, bilinenleri, bilinmeyeni verecek biçimde düzenlemenin sonucunda hâsıl olur. Nitekim tefekkür sözcüÄŸünün tertip etme, yani düzenleme, sıraya koyma anlamına gelmesi iÅŸ bu nedenledir. B-ilgi de, bilinenler arasındaki belirli -ilgileri kurma ve ‘-b’ harfinin iÅŸaret ettiÄŸi üzere bir-ara-ya getirme, kavrama iÅŸidir. Kavram, çokları birleÅŸtirir; çokluÄŸu birliÄŸe dönüÅŸtürür; kavramın özü de çokları o bir-kılan özelliktir; mantıkî bir terimle ayrımdır.
DüÅŸünce, bir kavram matematiÄŸidir. Nasıl ki, matematikte formül, bağıntı ve iÅŸlem süreci var ise düÅŸünce de, kavram, önerme ve çıkarım sürecini kullanarak gerçekliÄŸin derin hakikatini idrak etmek ister. Mathemata’nın kökü mathesis, hem öÄŸrenme ve öÄŸretme hem de iki aşırı (ifrat ve tefrit) ucun itidali/ortası anlamlarına gelir. Bu nedenle kadim Arapça’ya talim/tealim sözcüÄŸüyle çevrilmiÅŸtir. Matematik’in abecesi rakamlar ile düÅŸüncenin abecesi harflerin aynı anlama, nakÅŸ etme anlamına gelmesi, tefekkür ile matematik arasındaki yakınlığa yalnızca bir iÅŸarettir.
Her türlü insanî eylemde, düÅŸünce içkin biçimde mevcuttur: Bir masayı oluÅŸturan öÄŸeleri bir arada tutan yalnızca tahta, zamk, çivi vb. maddî unsurlar deÄŸil onların da en derininde bulunan ve tüm maddî unsurlara biçim veren düÅŸüncedir. Elbette madde ile suret arasında birbirini etkileyen, belirleyen, hatta sınırlayan bir iliÅŸki vardır. Ä°çeriÄŸi tayin eden madde ile o maddeye suretini veren düÅŸünce, birlikte, birbirini belirleyerek, sınırlayarak, tecessüm ederek, insanî ürünü temsil ederler. Ä°nsanî eylemlerde düÅŸüncenin saf bir biçim/form olmadığı, duygunun, deÄŸerin dahi sirâyet ederek madde ile suretin yapısını etkilediÄŸi açıktır. Nitekim, masa yalnızca madde ile düÅŸünce öÄŸelerinin deÄŸil, ama aynı zamanda mananın/deÄŸerin de içerildiÄŸi bir yapıdır: Kısaca, duyu, duygu ve düÅŸüncenin uyumu/ahengi’dir.
Bir bilimi öÄŸrenmek, esas itibariyle o bilim dalının terimlerini/kavramlarını öÄŸrenmek demektir. Fizik çalışan bir kiÅŸi, yer-çekimi, kütle, ağırlık, hareket, zaman vb. kavramları hem kendilikleri hem de iliÅŸkileri açısından bellediÄŸinde fizik bilimini de beller. Matematik, mantık gibi formel bilimlerden içerikli maddî bilimlere doÄŸru düÅŸen bir seyir izleyen terim sağınlığı beÅŸerî/insanî alanlarda gittikçe belirsizleÅŸir; özellikle günlük hayat içerisindeki kullanımlarda sınırlar hemen yok olur gider. Bu nedenle, dinî, siyasî ve ideolojik söylemlerde kalabalıkları yönlendirmek için kavramların belirsizliÄŸinden azamî derecede yararlanılmaya çalışılır. Özellikle düÅŸünce içeriÄŸi zayıflatılıp duygu yönü artırılan kavramlar, kalabalıkların yönetiminde kullanılır; bir de duygu yüklü kavramlara karşılık gelen maddî durumlara iÅŸaret edilirse, yığınları evirip çevirmek son derece kolay hale gelir.
Dil’in uylaşımsal olduÄŸu doÄŸrudur; ancak uylaşımın tarihî sürekliliÄŸi, keyfîliÄŸi ortadan kaldıran bir iç nedenselliÄŸi dayatır. Bu nedenle bireylerin keyfî kullanımının ötesinde hem dile içkin bir yasalılık hem de duyu, duygu ve düÅŸüncenin uyumu/ahengi kavramların manevî/anlamsal bir kiÅŸiliÄŸi vardır. Örnek olarak, ÅŸehit kavramı keyfî bir biçimde baÅŸka bir sözcükle ikâme edilemez; edilirse de ÅŸehit kavramının tarihî sürekliliÄŸinin yarattığı duyu-duygu-düÅŸünce uyumunu/ahengini vermez; veremez. Benzer biçimde, “Hükmedilen topraklardan hanedan üyelerine düÅŸen pay” anlamında, üleÅŸtirmekten gelen MoÄŸolca ulus kavramı da hiçbir zaman millet kavramının yarattığı uyumu/ahengi veremez, daima eÄŸreti kalır. Her bir kavram yanında dili oluÅŸturan kavramların yarattığı ortak uyum/ahenk örgüsünün zedelenmesi, yara alması o dili konuÅŸan milletin hem duyusal, hem duygusal, hem de düÅŸünsel tasavvurunu, olgu ve olayları idrakini sakatlar. Yarım yamalak tasavvur ve idrak, o milletin tarihte yol alışını sorunlu, tehlikeli bir hale getirir; giderayak bizâtihi o milleti yarım yamalak kılar.
Åžimdiye deÄŸin verilen açıklamaların, iÅŸaret edilen noktaların en açık ve seçik biçimde tezahür ettiÄŸi kavramlardan birisi, belki de en önemlisi Türk/Türklük kavramıdır. Kavram, çokları birleÅŸtirdiÄŸine; çokluÄŸu birliÄŸe dönüÅŸtürdüÄŸüne; kavramın özü de çokları o bir-kılan özellik olduÄŸuna göre, Türk kavramının mantıkî ayrımı nedir? Hırsıza bile hırsız dememizi olanaklı kılan özellikler söz konusu iken bir kiÅŸiye ya da kültüre Türk adını vermemizi olanaklı kılan nitelikler, ilkeler olmalı deÄŸil midir? Bu soru hayatîdir çünkü bu sorunun genel geçer bir yanıtı cârî olmadığı için toplumun önemli bir sorunu ele alınırken bin yıllık tarihî tecrübeye bakmaksızın, aydınlar ya Sümer tapınak fahiÅŸeleri ya da Malezya sokakları seviyesine inmek, hatta yuvarlanmak zorunda kalmaktadırlar. Bu tavra karşı geliÅŸtirilen duruÅŸlar da özce bir farklılık göstermemekte, Asur kanunlarının fahiÅŸelere Sümerler’den daha deÄŸiÅŸik davrandığından dem vurulmakta ya da Malezya’nın sokakları yerine caddelerinden bahsedilmektedir. Dinî, siyasî, fikrî ya da farklı alanlarda ortaya çıkan sorunların çözümünde, ilginçtir, bu topraklardaki tüm yaklaşımlar tarihsizlik noktasında birleÅŸmektedir. Washington’da, Londra’da, Paris’te, Moskova’da, Pekin’de ya da Kahire’de, Tahran’da çözüm arayanlar bu toprakları unutanlardır; bu toprakların geleceÄŸinden ümit kesenlerdir.
Öyleyse sorumuzun yanıtına dönebilir; bu topraklarda yaÅŸayan ve kendilerine Türk diyen insanları ikiye ayırabiliriz: Medeniyet mensubiyeti bulunan, tarih bilincinin eÅŸlik ettiÄŸi medenî Türkler ile yalnızca siyasî aidiyeti bulunan, yaÅŸama çıkarının eÅŸlik ettiÄŸi bedevî Türkler… Bedevî, çünkü göçebelerinkine benzer biçimde medenî mensubiyetleri çıkarlarına göre sürekli deÄŸiÅŸir: Dün Fransız ya da Alman, bugün Ä°ngiliz ya da Amerikalı, yarın Rus ya da Çinli gibi yaÅŸamakta sakınca görmez… Duruma göre Arap ya da Acem olur; ortama göre Hitit ya da Yunan-Latin… Bu süreçte Türk olmak yalnızca bir hisse, duygu durumuna indirgenmiÅŸtir; tarihî bilinç ve ilkelerden kaçar; çıkarlarına göre giyinir, yer-içer… Tarihi ile irtibatı bilgiye deÄŸil, ya övgüye ya da sövgüye dayalıdır.
Açıktır ki, Türk olmanın ilkeleri vardır ve bu ilkeler Türk tarihinde içkindir; bu nedenle Türk olmak bir his deÄŸil bir bilinç, bir duygu deÄŸil bir bilgi sorunudur. Türk tarih bilincinin eÅŸlik etmediÄŸi, medeniyet mensubiyeti bulunmayan kiÅŸilerin ürettiÄŸi çözümler ya Sümer tapınaklarının dehlizlerinde kalmaya ya da Malezya sokaklarının kanalizasyonlarında akmaya mahkumdur. Bu nedenle, daha önce de Anlayış dergisinde atıf yaptığımız, 1876’da Rus Generali Michail Grigor Cernayev’in dillendirdiÄŸi “Demek ki yalnızca Türkleri deÄŸil, onların tarihini de yenmek gerek” s-özü, -özü dışarı vuran “muhtasar ve müfit” bir deyiÅŸtir. Ancak bu deyiÅŸe, günümüzde ÅŸu yargıyı eklemek zorunludur: Bir milletin askerî-siyasî örgütünü düÅŸmanları, tarihini o milletin aydınları yener.
KAYNAK : ANLAYIÅž
Henüz yorum yapılmamış.