Gökhan Özcan'ın kaleminden: Yaşına yabancı insanlık
Mesele tenin yorulması, yüze çizgilerin eklenmesi, saçlara ak düşmesi, gözlerin eski parlaklığında olmaması değildir; mesele insanın kendini ne berraklıkta biliyor olmasıdır.
“GülüÅŸleri yüzlerinde asılı kalıyor sanki insanların” dedi kahve dolu fincanı usulca masaya bırakan. “Çünkü raptiyelerle sabitleniyor bedenlere duygular” dedi elini fincana uzatan.
Hayat insanı eskitir, örseler, kırıştırır; yine de bu görünüÅŸte kalır bazılarında, her sabaha pırıl pırıl bir heyecanla uyanır onlar. Mesele tenin yorulması, yüze çizgilerin eklenmesi, saçlara ak düÅŸmesi, gözlerin eski parlaklığında olmaması deÄŸildir; mesele insanın kendini ne berraklıkta biliyor olmasıdır. Mesele insanın kalbinde yaşının genci, delikanlısı, topraktan aldığıyla gökyüzüne yönelen taze fidanı olmasıdır. Nice zamane icadı çıktı ÅŸimdilerde; yaşının yabancısı olmaya azmetmiÅŸ insanlar için... Çırpınıyorlar, didiniyorlar, oradan oraya koÅŸup çare arıyorlar. Ne için? Daha genç olmak için mi? Hayır, daha genç görünmek için! Çünkü tırnaklarını dünyaya geçirmek ihtirasıyla yanıp tutuÅŸanlar için gençlik, tazelik, dirilik çok önce kaybedilmiÅŸ bir ÅŸeydir. Gökyüzünü gözünden kaybetmektir o. DiriliÄŸi tende aramaktır o.
“Birçok insan gerçeÄŸin küçük bir kısmını bile öÄŸrenemeden ölüp gider. GerçeÄŸi belki de öteki dünyada öÄŸrenirler. Ama bazıları, gerçekte ne olduklarını bu dünyadaki yaÅŸamlarında öÄŸrenme ÅŸansı yakalar. Olup bitenlerin çoÄŸunlukla ansızın farkına varıp korkunç bir dehÅŸete kapılırlar” diyor Joseph Roth, ‘Hileli Tartı’da.
Takdiri ertelemek, ötelemek, inkar etmek için tenini düzleÅŸtirmeye, yüzünü gerdirmeye, duygularını cilalatmaya, genç kaldığını göstermek için bin bir türlü maskaralık etmeye yeltenen insan, bilmiyor mu ki dünya fanidir ve bunun idrakinde olanlar ancak hakiki gençlik iksirini içer. Dünyaya tamah eden dünyada kalır, o fani dünya deÄŸirmeninde, ne kadar ayak direrse diresin öÄŸütülür gider. Beden eskimek içindir, faniliÄŸin niÅŸanesidir, kaçılamaz hakikatin üstümüze giydiÄŸimiz söylencesidir. Yüzümüzdeki kırışıklar, ömür kitabının arasına koyduÄŸumuz ayraçlardır. Onların iÅŸaret ettiÄŸi her bir hatıra ömürdendir, bigane kalan hafızasız kalır. Hayatın kırışıklıklarını ütülemeye çalışan ömür kaleminin yazdıklarını silmeye çalışan silgiye benzer. GeldiÄŸi yeri bilmeyen gideceÄŸi yeri de bilemez. Kim ki zamanının yabancısıdır, kendisinin yabancısıdır. Kendini tanımayan hayatta kıdem almaz, kendi ömrünün bilgeliÄŸine eriÅŸmez, yaÅŸlanmaz, çünkü zaten ölüdür.
Bir de ÅŸunu düÅŸünün; boÅŸa dönen bir zemberek ne hisseder?
Ä°ÄŸne bir yerde takılıp kaldıysa o plak bozuk plaktır. Ä°ÄŸnenin takılı kaldığı o nota, ÅŸarkının içine düÅŸtüÄŸü kara deliktir.
“Anılar sırf bir koruyucu kılıf deÄŸil, aynı zamanda bir nevi ÅŸiddetlenme, geniÅŸleme ortamıdır, anıların içlerine iÅŸlediÄŸi her ÅŸey iki misli gibi görünür. Ä°nsan sık sık kitaplarda, bilhassa ilahi kitaplarında küçük bir çiçek bulur, onun orada muhafaza edilmesinin sebebi o anın güzelliÄŸidir, ama anısı çok daha güzeldir” diyor Soren Kierkegaard, ‘BaÅŸtan Çıkarıcının GünlüÄŸü’ kitabında.
Åžunca zaman yürüdüÄŸümüz yolun bir yerinde duraksıyor ve artık hep orada kalmak istiyoruz. Buradan bir hayat, bir hikaye, bir insan çıkar mı? Bu bir yolculuk mudur? Ve orada takılıp kaldığımıza göre ayaklarımızın altında hâlâ bir yol var mıdır? Diyelim var; bizi bir yere götürebilir mi peki?
“Zaman kendimizi inandırdığımız acıklı bir oyun” dedi gülümseyerek beyaz saçlı adam, “zamanı durdurmaya çalışmaksa oyun içinde daha acınası bir oyun!”
YeniÅŸafak
Henüz yorum yapılmamış.