Ademoğlunun müstesna tecelligâhı olarak mekan kavramı
Ruhu sarıp sarmalayan musiki nasıl ki insanı vecde getirir, taşların musikisi de büyüler; ona çevrilmiş gözleri
“Çalabım bir ÅŸâr yaratmış iki cihân âresinde
Bakıcak dîdâr görünür ol ÅŸârın kenâresinde”
H. Bayram Veli
Mekân; insanın olduÄŸu ve öldüÄŸü yer. Öyle ya adettendir, konuyu anlatmadan evvel tanımlamak. PeÅŸrev niyetine, icmâli bir tanımsa da benimki, kim diyebilir ki bu tanım câmi deÄŸil. Haddizatında “kevn” yani “olmak” kökünden müsemma oluÅŸu; mekânın insana imkân sunan, onun var oluÅŸuna zemin saÄŸlayan yer olduÄŸunu söylüyor sanki bizlere. Ama bir soru beliriveriyor aklımda, her “yer” mekân mı ki? Mekân herhangi bir yer olmaktan uzak, yer olarak kalmamış, aksine insanı dönüÅŸtürmüÅŸ ve onunla dönüÅŸüm yaÅŸamış olması itibariyle kıymeti haiz. Mekân dört duvardan öte geçmiÅŸle bağımızın mücessem hâli, taÅŸlardan ziyade ruhumuzun aksi misali. Madem taÅŸlar ruhumuzdan yansımalar taşıyor, mimariden bahsetmeli elbet. Bir yazıda denk gelmiÅŸtim, mimariyi donmuÅŸ bir müziÄŸe benzeten. Gerçekten de mimariden yayılan ruh hâli, müziÄŸin etkisine yaklaşır. Ruhu sarıp sarmalayan musiki nasıl ki insanı vecde getirir, taÅŸların musikisi de büyüler; ona çevrilmiÅŸ gözleri. Bir baÅŸka deyiÅŸle Dede Efendi’nin besteleri ile Sinan’ın ÅŸaheserleri aynı etkiyi uyandırır insanda. Aynı zamanda mekân bizizdir, bizi anlatır dinleyenlere, banisinin ismini fısıldar iÅŸitenlere. Yahya Kemal’in doÄŸduÄŸu ÅŸehir olan Üsküp için yazdığı “Kaybolan Åžehir” ÅŸiirindeki “Firuze kubbelerle bizim ÅŸehrimizdi o/Yalnız bizimdi, çehre ve ruhiyle bizdi o.” Ä°fadesindeki gibi bizdir ÅŸehir. HoÅŸ, diyalektik bir iliÅŸki de söz konusu; mekânlar ne kadar bizse, biz de mekânlarımız kadarız. Bir baÅŸka deyiÅŸle, mekânlar düÅŸünce biçimlerinin formlara evrilmiÅŸ hâli, öte yandan düÅŸünceler de mekânlardan müstaÄŸni deÄŸil. Yine, Yahya Kemal, “Kar Musikileri” ÅŸiirinde “Zihnim bu ÅŸehirden, bu devirden çok uzakta, Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta…” diyerek ne de güzel ifade etmiyor mu bunu? Åžiirini VarÅŸova’da yazmışsa da iÅŸittiÄŸi naÄŸmeler, gezdiÄŸi sokaklar bambaÅŸka.
“…
Yeni bir ülke bulamazsın, baÅŸka bir deniz bulamazsın.
Bu ÅŸehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düÅŸecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu ÅŸehre geleceksin sonunda.
BaÅŸka bir ÅŸey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köÅŸecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.”
Konstantinos Kavafis’in ÅŸiiri de benzer hislerin baÅŸka satırlarda hayat bulmasından ibaret. Gelin baÅŸka bir muvaceheden yaklaÅŸalım biraz da meseleye. Dedik ya efendim, mekân geçmiÅŸle bağımızın mücessem hâli. Mekânlar geçmiÅŸle bağımızı canlı tutan, aidiyetlerimizi hatırlatan, dünden gelen vefakâr bir dost gibidir. Ahmet Hamdi Tanpınar, “BeÅŸ Åžehir” eserinin son bölümünde Ä°stanbul’u en müstesna bir ÅŸekilde okurlarına tattırdıktan sonra ÅŸöyle der: “En büyük meselemiz budur; mazi ile nerede ve nasıl baÄŸlanacağız; hepimiz bir ÅŸuur ve benlik buhranının çocuklarıyız; hepimiz Hamlet’ten daha keskin bir “olmak veya olmamak” davası içinde yaşıyoruz. Onu benimsedikçe hayatımıza ve eserimize daha yakından sahip olacağız.” Tanpınar tam da bu noktada mekâna hafıza, duygu ve dahasını yükleyerek hayati bir rol biçiyor. El-hak mekânlar da bu önemli vazifeyi deruhte etmek için inÅŸa edilmiÅŸ gibi. Geliniz bir örnekle Tanpınar’ın haklılığına yakından ÅŸahit olalım. Bir çeÅŸme hayal edelim, herhangi bir çeÅŸme oldu deÄŸil mi? Ä°nsanların ve dahi mahlûkatın suya kandığı bir çeÅŸme. Åžimdi ise Ayrılık ÇeÅŸmesi’ni düÅŸünelim, yine bir çeÅŸme. Ancak adını dahi borçlu olduÄŸu ayrılıkların çeÅŸmesi. Zihinlerin, Hac alaylarını yahut sefere çıkacak askerleri anımsadığı, gönüllerin ise ayrılığı ve hüznü derinden hissettiÄŸi mekân. Ä°ÅŸte, hem bir yerin mekâna dönüÅŸümüne ÅŸahidiz artık hem de Tanpınar’ın haklılığına.
Mekân deyip mimariden, geçmiÅŸten ve dahi müzikten bahsetmiÅŸken ÅŸehirden bahsetmesem mesele akim kalır gibi hissediyorum. Hayır, efendim; ÅŸehirlerimizin sakil ruhundan, beton sokaklarından, çirkin binalarından yakınmayacağım. Åžehri, Hacı Bayram gibi görmek istiyorum ben de. Hazret ne güzel buyurmuÅŸ Nutk-i Åžerif’in ÅŸu beytinde; “Çalabım bir ÅŸâr yaratmış iki cihân âresinde/ Bakıcak dîdâr görünür ol ÅŸârın kenâresinde.” Åžârdan yani ÅŸehirden maksat insanın kalbiymiÅŸ, o ÅŸehrin iki cihan arasında olmasıysa insanın maddi ve manevi cihetlerine, ulvi ve süfli taraflarına, dünyaya ve ukbâya delaletmiÅŸ. "Åžârın kenarında dîdâr görünür" ile kastedilen, insanın Allah'ı kendisinde bulacağına iÅŸaretmiÅŸ. Ehlullah’ın "Ararsan Allah'ı kalbinde ara/Kudüs'de Mekke'de Hacc'da deÄŸildir" demesi de buna iÅŸaret ediyor olsa gerek. Gönül ÅŸehridir burası, harabe gözüken nice altından evler vardır. Harabat ehlini hor görmeyip o ÅŸehirlerde yer edebilmek duası ile…
Ömer Faruk Demirci / Dünya Bizim Kültür Portali
Henüz yorum yapılmamış.