Sosyal Medya

İsmail Kılıçarslan: Kazasker Mustafa İzzet’in izinde

Bu yazıyı sosyal medyadan “bugünkü yazım” diye duyurunca bazı tepkiler alacağım kesin gibidir. “Kıbrıs’ta bunlar bunlar olurken, Karabağ’da şunlar şunlar olurken sen oturup bir hattat hakkında yazıyorsun” bu tepkilerin en hafifi olacaktır üstelik.



Niye böyledir bu? Şundan: Gündelik politikanın yere batası verili dilinin dışında bir şeye ilgi duymak artık “ihanet” ile eşdeğer görülüyor memlekette. Doğrusu, bunu böyle kabul edenlere kızmak da gereksiz; zira Türkiye öyle kuşatıldı, öyle çok dertle boğuşması temin edildi ki “sert ve politik olan” dışında bir düzlemin “ne oluyoruz yahu?” diye karşılanması da bir bakıma normal.

Fakat kötü bir normal bu… Zira değişmeyen, değişmeyecek olan gündemleri yok ederek, pas geçerek alabileceğimiz mesafe ancak “fiziki cesamet mesafesi” olur ki fevkalade kısır bir mesafedir bu.

Bu, burada bir dursun.

Aslına bakılırsa Osmanlı’nın dev hattatlarından biri olan ve Ayasofya’nın nişanesi sayılacak o muhteşem hatları kaleme alan Kazasker Mustafa İzzet’in yaşadığı dönemde de memleket “tam bir kuşatma altında” idi ve gündelik politikanın dehlizlerinden gayrı bir gündemi yoktu Osmanlı’nın. Tıpkı bugünlerde olduğu gibi “mecburen” yoktu.

Tespitlere göre 19. yüzyılın ilk senesinde doğan Kazasker Mustafa İzzet, ilkin musıki tahsiliyle, ardından döneminin deve dişi gibi hattatlarından peş peşe aldığı icazetlerle “bütünüyle sanatçı olarak yetişmiş” bir kişilik olarak anlatılıyor kaynaklarda. 13 yaşında II. Mahmud’un huzurunda okuduğu bir na’t ile dikkat çekip eğitim için saraya kabul ediliyor.

Burada asıl mesele şu: Memleketteki onca kargaşaya, onca savaşa, onca çekişmeye rağmen Mustafa İzzet ve benzerleri “en iyi eğitimi alarak en donanımlı insanlar haline gelsinler” diye devlet tarafından özel bir ilgiyle eğitiliyorlar. Şartlar ne olursa olsun “insan yetiştirmekten” bir an olsun geri kalınmıyor. Tabiri caizse “insan kaynağı” şansa bırakılmıyor.

Bir diğer önemli mesele ise şu: Osmanlı’nın son 50-60 yılını saymazsak, iyi eğitim almış insanlar, bu eğitimin şükrünü memlekete karşı vazifelerini eksiksiz yerine getirme gayreti ile ödüyorlar. Anlayacağınız işin koptuğu yer “eğitim için Batı’ya gidip dönüşte memleket safında değil, memleketin karşısında konumlanan” yarı aydınların varlık sahnesine çıkması oluyor.

Bu da burada bir dursun.

“Namı üzerinde” Kazasker Mustafa İzzet’in, kazaskerlik de dâhil pek çok kamu vazifesi de oluyor. Zaten karışık olan Osmanlı sarayında bazen yükseliyor, bazen gözden düşüyor falan filan. Fakat biz onu saraydaki iniş çıkışlarıyla, aldığı vazifelerle, hatta Abdülhamid dâhil pek çok şehzadeye yaptığı muallimlik ile değil parıl parıl parlayan sanatıyla anıyoruz bugün. Çünkü politik olan dönemseldir, geçer gider. Ancak Ayasofya’nın kubbesi payidardır. Durdukça durur.

Şu Ayasofya yazıları meselesini birazcık açalım. Kazasker, Ayasofya’nın sembollerinden olan ism-i Celal, ism-i nebi ve dört halife levhalarını yazmanın yanısıra kubbenin muazzam hattını ve hünkâr mahfili yazılarını da kaleme alıyor.

Bu olağanüstü yazılar normalde Kazasker’i Mikelanj, Picasso, Van Gogh popülerliğinde bir sanatçıya dönüştürür. Zira bu yazıların güzelliği ancak bu isimlerle yan yana anılabilmesini temin eder bu büyük ustanın. Lakin değil dünyada tanınmak, Türkiye’de belki beş-on bin insan hariç hiç kimse Kazasker’in ismini bile duymamıştır. Çünkü biz, kendi dünyamıza sağır olmanın bir halt zannedildiği anlamsız bir ideolojik tornanın insanlarıyız. Türkiye’nin tüm kültür hayatını bir “kesinti” şekillendirdi. Kendisinden, eserinden, ortaya koyduğu güzellikten habersiz, sürekli “adamlar yapıyor abi” diye gezen bir topluma dönüştük.

Aslında Kazasker üzerinden anlatmak istediğim epeyce mesele daha var ama yerim bitti yine. Yine de 10 gündür meşgul olduğum “Ayasofya’nın Nişanesi – Kazasker Mustafa İzzet” isimli kitaptan bahsederek bitireyim. Murat Özer’in imzası ve yoğun emeğiyle hayata geçen bu kitap, Kuveyt Türk’ün bir kültür hizmeti olarak yayınlanmış. Mustafa İzzet’in hem hayatını, hem kaleme aldığı yazıların envanter listesini ve hem de yazılarının güzel basılmış örneklerini bulduğunuz bir kitap bu. Emeği geçenleri tebrik etmek lazım gelir. Sanatın bu zirve ismine vefa gösterilmesi takdir ve teşekkürü hak eder.

Kitap, prestij ve promosyon olarak basıldığı için “nasıl edinileceği” konusunda bir bilgiye sahip değilim. Israr ediyorum bu tarz kitap basan kurumlarımıza: Lütfen, bu kitapların gerçek okura ulaşmasını temin etmeye kafa yorun ki emekleriniz karşılığını tam olarak bulsun.

Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.