Sosyal Medya

Müphemlik Kültürü ve İslâm: Farklı Bir Tarih Okuması

"Böyle zengin hoşgörüye sahip bir mirasın üzerinde oturduğu hâlde birbirlerine etnik, mezhepsel, siyasal ve ideolojik kimlikler üzerinden ölümcül düşman olmuş İslâm dünyası, ne zaman ve nasıl mütevazi, hoşgörülü, kuşatıcı ve uzlaştırıcı karakterine dönecek?"



Bazı kitaplar okunduktan sonra yeni bir hazine keÅŸfetmiÅŸsiniz hissini uyandırırlar. Ağırlıklarıyla kütüphanenizde baÅŸucu kitapları locasına yerleÅŸmeyi hak ederler.  Tanıl Bora’nın çevirisiyle Ä°letiÅŸim Yayınları'ndan çıkan Thomas Bauer'in “Müphemlik Kültürü ve Ä°slâm: Farklı Bir Tarih Okuması” kitabı etkilediÄŸi okur kitlesiyle sesini duyurmayı baÅŸarmış, geniÅŸleyen yorumlarla ismini gündemden düÅŸmekten korumuÅŸtur. Öncelikle sindire sindire eleÅŸtirel ve teyakkuz hâlinde bir okuma ile ilerlemeniz gereken bir çalışma. Ä°slâm dünyasının geleneksel dönemde kültürel çeÅŸitliliÄŸi koruyarak farklılıklardan beslenen çoklu yapısından modern dönemde uzlaşıdan çatışmaya evrilen Müslüman zihnini çözümlemesiyle, Ä°slâm kültür tarihine çok önemli katkısının olduÄŸu muhakkak. Bauer, modernizmin ÅŸekillendirdiÄŸi kültürel kalıplarla kesinliÄŸi dayatmasına karşın, Ä°slâm hukukunun çoÄŸulluÄŸunun toplumsal iliÅŸkilere tezahürlerini metnin içine serpiÅŸtirdiÄŸi misallerle zihninize nakÅŸediyor.

Kitap, “Çok deÄŸil otuz veya kırk yıl öncesine kadar Ä°slâm’ın Batı dünyasında iyi bir imgesi vardı.” deÄŸerlendirmesi ile baÅŸlıyor. DoÄŸu Blok’unun çöküÅŸünden sonra Ä°slâm’ın gayet baÅŸarıyla düÅŸman ikamesi olarak inÅŸa ediliÅŸini ve eskiden hayranlık duyulan Ä°slâm’ın günümüzde tehdit olarak algılanma noktasına gelmesini, Batılı bir ÅŸarkiyatcıdan beklenmeyen objektif yaklaşımla açıklıyor. Ä°slâm dünyasında yüzyıllar boyunca devam edegelen çok anlamlılık ve çoÄŸulculuÄŸun bütün görünümlerini açıklayan yüksek müphemlik hoÅŸgörüsünün yerini, mutlak hakikatçiliÄŸe bırakmasının nedenlerini derinlemesine sorguluyor.  “Birçok Batılı yorumcu Ä°slâm’ın gerçek yüzünü gördüÄŸüne inanıyor. Oysa aynada gördükleri kendi katkıları sayesinde oluÅŸtu.” Tespitiyle de içinde yaÅŸadığı coÄŸrafyanın kendi dışındakilere özellikle Ä°slâm’a bakışını cesurca tenkit ediyor.

HoÅŸgörünün bilançosu

Yeryüzünde var olmuÅŸ tüm dinlerin bilançosu yapılacak olsa özgürlüÄŸün, hoÅŸgörünün öncülüÄŸünü Ä°slâm’ın yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Öteki ile yan yana barış içinde yaÅŸamayı baÅŸarmış bir kültürden bahsediyoruz. Ä°spanya’daki ve Sicilya’daki Müslümanların baÅŸlarına gelenleri tarihin karanlık sayfalarından biliyoruz. Örnekleri çoÄŸaltabiliriz. Aynı dönemde Paris, Viyana, Londra ve Berlin’de nüfusun bir bölümünün Müslüman veya Yahudi olabileceÄŸini düÅŸünebiliyor musunuz? Yazıya neden olan konuyu Bauer’in bakışıyla ortasından sorarak irdeleyelim. Uzun bir hoÅŸgörüsüzlük geleneÄŸi olan Hristiyan Batı, bugün deÄŸiÅŸik düÅŸüncelere saygılı toplumlar çıkarabilmiÅŸken uzun zamanlar farklılıklarla birlikteliÄŸi yaÅŸamayı baÅŸarmış Müslüman dünyası neden artık her türlü fanatizmin kalesi olarak görülüyor? Hangi illetlerden dolayı Yunan, Ä°ran ve Hint dillerinin çevirisiyle felsefe, astronomi, kimya, tıp ve matematik gibi bilimin farklı disiplinlerde çığır açan bu uzun parantezin 19. Yüzyıla gelindiÄŸinde büyük bir düÅŸ kırıklığıyla kapanmasını Bauer, müphemlik kavramını merkeze alarak farklı bir okumayla müteala ediyor.

Bauer, deÄŸerlendirmelerinde Ä°slâm’ın altın çaÄŸ geçirip izleyen devrelerde duraklayıp çöktüÄŸüne dair bir retoriÄŸe yüz vermiyor. Onun yerine Ä°slâm kültürünü kurucu biçimlenme döneminden sonraki hâliyle, yani modernlikle karşılaÅŸtığında bürünmüÅŸ olduÄŸu suretiyle takdim ediyor. Klasik tarih anlatısı yönetimleri olan Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı yerine farklı tarih okuması yapıyor. Bauer, Büveyhliler ve erken Abbasi dönemini Ä°slâm tarihi açısından kurucu evreler olarak görüyor. Ağırlık noktası olarak ele aldığı dönem 900 ila 1500 yıllar arasındaki Eyyubiler, Memluklular, Suriye ve Mısır’ın Arap-Ä°slâm kültürüdür.

Müphemlik Tanımı

14. Yüzyılda Kur’an’ın deÄŸiÅŸik tefsirleri âlimler tarafından zenginlik sayılırken günümüz Müslümanları için Kur’an’ın farklı yorumlanması katlanılamaz bir tepki ile karşılanıyor diyen Bauer’e göre müphemlik belirsizlik, bilinmezlik veya muÄŸlaklık deÄŸildir. Müphemlik, çoÄŸul anlamlar taşıyabilen bir kavramdır. Bu tanıma uygun olarak dilsel müphemliliÄŸi iki veya daha fazla anlam atfedilebilecek ifadeler olarak açıklıyor. Kültürel müphemlik tarifi ise ÅŸöyledir: “EÄŸer bir kavrama, bir eylem biçimine veya bir nesneye uzunca bir süre boyunca aynı anda iki zıt veya birbirinden belirgin biçimde farklılaÅŸan en azından iki rakip anlam atfedilebiliyorsa, eÄŸer bir toplumsal grup, tekil hayat alanlarına dair normlarını ve anlamlandırmaları aynı anda zıt veya birbirinden kuvvetli biçimde farklılaÅŸan söylemlerden devriÅŸebiliyor veya eÄŸer bir grup içerisinde bir olgunun farklı yorumları benimsenebiliyor ve bu yorumların hiçbirisi tek başına geçerlilik iddiasında bulunamıyorsa, orada bir kültürel müphemlik olgusuyla karşı karşıyayız demektir.” Bu tanımın ardından müphemlik hoÅŸgörüsünü, etik toplumsal anlamdaki hoÅŸgörü ile karıştırmamız uyarısını yapıyor. Çünkü hoÅŸgörü farklı görüÅŸler, farklı köken, farklı cinsellik, farklı ahlak, farklı din… Dokunulmazlığını tanıyarak varlığına rıza göstermektir. Daima öteki ile arasında açık seçik bir ayırımı varsayar, bu ise müphem deÄŸil kesin bir durumdur.

Ä°slâm’da kültürel müphemlik biçimleri

Yazar, bu bölümde Ä°slâm kültürünün, kültürel müphemlik görünümlerinin belirgin olduÄŸu kıraat çeÅŸitliliÄŸi, farklı Kur’an ve hadis yorumları, hukuk okullarının çoÄŸulluÄŸu gibi sahalardan örnekleri sıralıyor. Klasik biçimiyle Ä°slâm, rasyonel yöntemleri büyük ölçüde Ä°slâm’ın kaynaklarıyla baÄŸdaÅŸtıran Ä°mam Åžafi, EÅŸari ve geleneksel duruÅŸundan taviz vermeden Yunan felsefesinin rasyonel yöntemlerini Ä°slâm ilahiyatıyla baÄŸdaÅŸtıran Gazali gibi isimler, durdukları merkezi noktanın etrafında birbirinin hakkını tanımazlık etmeden geniÅŸ bir yelpazede yön bulmaya çalıştılar ve baÅŸardılar diyor ve hukuk alanı ile devam ediyor. “Ä°slâm hukuku, kültürel müphemliÄŸin karmaşık bir örneÄŸidir...”

Kıraat ilmi

Kıraat konusunu, Kur’an biliminin okuma tarzlarıyla meÅŸgul olan Åžamlı Ä°bn-i Cezeri’nin kitabı üzerinden inceliyor. Çünkü bu eser, alanında elindeki malzemeyi derleyiÅŸindeki ustalıklı ve müellifin incelmiÅŸ yöntem bilinci bakımından benzersizdir.

Kıraat, Kur’an okumayı estetik bir surette yüksek sesle aktarımına eÅŸlik eden bilimsel disiplindir. Yedi kanonik okuma tarzı bulunduÄŸu, en yaygın olanında Asım’ın HafÅŸ’ı olduÄŸu bunun yanı sıra üç okuma tarzının daha kanonik olduÄŸu kabul edilir. Bauer, Batılı araÅŸtırmacıların Kur’an’ın sözlü geleneÄŸini yani iki Kur’an disiplini olan tecvit ve kıraat ilimlerini yeterince önemsemediÄŸini söylüyor. Tefsir usülüne ayrıntılı yer verdiÄŸi bölümde farklı kıraat okumalarını tefsir usülü üzerinden örneklendirmiÅŸ. Aynı yöntemi alimlerin fikirlerine dayanak gösterdikleri hadisler içinde uygulamış.  Modernlikte olduÄŸu gibi doÄŸru yanlış gibi kesinlikler üzerinden gitmek yerine, “çoklu ihtimaliyat” teorisiyle deÄŸiÅŸik yorumların varlığına deÄŸinmiÅŸ. Bauer’e göre hadis alanı müphemlik kültürünün en somut sahalarından biridir. Ona göre hadislerin mütevatir, sahih, hasen ve zayıf olarak sınıflandırılması kesinlik yerine çoklu ihtimalleri içinde barındırır. Burada bir hatırlatma yapmak isterim. Bauer’in tanımladığı kültürel müphemlikle postmodern dönemde rölativist (göreceli) felsefi yönelim arasındaki ince çizgiyi dikkatli okuduÄŸunuzda fark edebiliyorsunuz.

Yedi deÄŸiÅŸik okuma tarzı ağırlıktaki yoruma göre, Arapça’nın farklı lehçelerini ifade tarzlarıdır. Yazar, bu bölümde Ä°bn-i Cezeri’nin Kur’an okuma tarzları üzerine bir üretici teori geliÅŸtirdiÄŸini belirterek herhangi bir anlam deÄŸiÅŸikliÄŸine yol açmayan ünlü iÅŸaretlerin ikamesi veya ses düÅŸmesi bir sessiz harfin veya uzun sesli iÅŸaretinin ikamesi gibi etkenler üzerinden açıklıyor. Ve bu okuma tarzıyla alakalı ÅŸu deÄŸerlendirmeyi yapıyor. “Bu çeÅŸitlilik, metnin hakikatine halel getirmez… Her ne kadar lafız farklı olsa da anlam aynı kalır” Ona göre müphemlik burada tanrısal bir rahmettir. Çünkü Kur’an’ın anlatım biçimi genellikle müphemdir. Vahyin ilk dönemlerinde sözlü anlatım KureyÅŸ lehçesi ile yapılıyordu. Hicretten sonra Medine lehçesinin Mekke lehçesinden baÅŸka olmasına yeni Müslüman olmuÅŸ kabilelerin de kendilerine özgü lehçe farklılıklarının eklenmesiyle Kur’an okumada müsamahalı bir ortamı zorunlu hâle getirdi.

Tanrı çokanlamlı konuÅŸur mu?

Klasik âlimlerin Kur’an metninin kitap ve sünnetten bir delile dayanan bol çeÅŸitlemeli anlam çoÄŸulluÄŸuna sahip olmasını bir rahmet olarak deÄŸerlendirmelerinin iki temel sonucu vardı. ÇeÅŸitli yorumlar insanlar için kolaylık saÄŸlarken diÄŸer yandan kutsal metinle meÅŸgul olmak için itici bir motivasyondu. Ä°bn-i Cezeri: “Kur’an, asla dibini bulamayacağınız ve hiçbir kıyıda durak bulmayacak muazzam bir deryadır. Kur’an’ın anlam bereketi tükenmezdir. Her kuÅŸak Kur’an’da önceki kuÅŸakların bilmediÄŸi yeni ÅŸeyler keÅŸfedecek, yine de gelecek kuÅŸaklara daha keÅŸfedecek birçok ÅŸey kalacaktır.”

Ä°slâm’ın ilahiyatlaÅŸması

Ä°slâm’ın Hristiyanlık gibi ilahiyatlaÅŸarak katılaÅŸtığını söyleyen Bauer, ilahiyat ve hukuk kavramlarını karşılaÅŸtırıyor. Modernist dile teslim olan ilahiyatın, modernizm gibi sektörleÅŸerek tek yorumculuÄŸu savunduÄŸunu, kesin bilmenin ilahiyatın alanı, hipotetik bilmenin ise hukukçuların, dil bilimcilerin, tarihçilerin ve filologların alanı olduÄŸunu söylüyor. Ä°slâm dünyasında hiçbir rejimin Kur’an’ın yetkili bir çevirisini yukardan aÅŸağı dayatmayı baÅŸaramamış olmasını, dinin politikaya alet edilemeyiÅŸini orta sınıfların küçümsenmeyecek baÅŸarısında buluyor. Kur’an’ın orijinal metninin “Arapça özgün metninde ısrar edilmesi sayesinde, metnin estetiÄŸinin ve müphemliÄŸinin korunması, bu bakımdan özgürleÅŸtirici bir edimdi… Çeviriler yapılırken Ä°slâm âlimleri hiçbir zaman halkı kutsal kitaptan mahrum tutmadılar.” deÄŸerlendirmesinden ne kadar nesnel olduÄŸunu çıkarabiliriz.

Ä°slâm’ın Ä°slâmileÅŸtirilmesi

Bölüm, detaylı örnekler ve kıyaslar ile zihninizi sarsıyor. Ä°slâm’ın bile Ä°slâmileÅŸtirilme çabasını kökten kopuÅŸun, müphemlikten uzaklaÅŸmanın iÅŸareti olarak deÄŸerlendiriyor. Dinden azade mıntıkaların olup olmayacağını dini ve dünyevi mevzuların Ä°slâm kültürü ile kilise hegomanyasının farklı alanlar üzerindeki yansımalarını karşılaÅŸtırıyor. Ä°slâm hukukunu sadece dinsel hukuk olarak tanımlamanın doÄŸru olmadığını söyleyen yazar: Klasik Ä°slâm dünyasında bir hâkim gündelik pratiÄŸi de dikkate alarak bir meseleye dair farklı kanaatleri yan yana koyarak doÄŸru olanı bunların arasından seçerek cari hukukun ne olduÄŸunu verdiÄŸi kararlarla göstermiÅŸtir diyor. Mezhep imamlarının farklı yorumlarını hatta kendi içlerinde öÄŸrencilerin hocalarından farklı içtihatlarda bulunmalarını özellikle vurguluyor. Halife Mansur’un Ä°mam Malik’in Muvatta’sını tek geçerli hukuk kitabı olmasını istemesi karşısında Ä°mam Malik’in tavrını, “Mezhebini devletin tek hukuksal kaynağı olmasına izin vermedi” diyerek övüyor. Ä°mam Åžafii’nin, “Benim görüÅŸüm yanlış olması muhtemel doÄŸrudur,” sözünün doÄŸruya giden çoÄŸul anlamları iÅŸaret ettiÄŸini de ekleyelim. Derslerinde ve ilim meclislerinde farklı görüÅŸlere söz hakkı veren Ä°mam-ı Azam’ın, “Bizim kanaatimiz ve ulaÅŸabildiÄŸimiz en güzel görüÅŸ budur. Bundan daha iyisini bulan olursa ÅŸüphe yok ki doÄŸru olan onun görüÅŸüdür,” diyen hakikat karşısında engin tevazu sergileyen örnek âlimi de burada zikredelim.

ÅžafiliÄŸin baskın olduÄŸu Suriye’den gelen bir tüccarın Tunus’ta maliki ticaret hukukuna göre muamele görmeyeceÄŸi örneÄŸi manidar. “Hukuksal çoÄŸulculuk Eyyubiler ve Memluklar tarafından gurur duyulan bir gerçekti. Bu anlayış kendisini mimaride de gösterdi. Medreselerdeki dört eyvandan her biri, bir hukuk okulunu temsil ediyordu.” Batılılar bunun hakkını teslim etmek bir yana farkına bile varmadılar eleÅŸtirisini yapması çok anlamlı.

Yabancının müphemliÄŸi

Bauer, sosyolog Zygmunt Bauman’ın yabancılar hakkındaki görüÅŸlerine yer verirken modernliÄŸin zihniyetinde taşıdığı anlamı sorguluyor. Bauman’a göre “Yabancı uyumsuz kiÅŸiliktir. Bu sebepten modernliÄŸin ölümcül zehiridir. Modern ulus-devlet tekbiçimcilik talep eder. Yabancıları damgalar…” Bauer ise “Ä°slâm kültürünün özünde yabancı, düÅŸman olarak zuhur etmedikçe yabancı kategorisine yer yoktur” diyor. Bauman: “ModernleÅŸme kültürel bir haçlı seferiydi. DeÄŸerlerdeki ve hayat tarzındaki, adetlerdeki ve dildeki, kanaatler ve kamusal davranıştaki farklılıkların kökünü kurutmaya dönük kudretli ve merhametsiz bir basınçtı.” Ve yazar, Bauman’ın bahsettiÄŸi basıncın 1. Dünya savaşı öncesinde Ä°slâm dünyasında hiç olmadığını anımsatarak ÅŸu empatik cümleyi kuruyor. “Burada yabancı olmak, daima kendini yabancı hissedenin bakış açısından düÅŸünülmüÅŸtür.”

Ä°slâm’ın fethettiÄŸi topraklardaki yönetim anlayışı

Misyonerleri eleÅŸtiren Bauer, Ä°slâm’ın fethettikleri topraklarda dinlerini dayatmayı amaçlamadıklarını Afrika ve Endenozya örnekleriyle açıklıyor. Ä°slâm’ın zaman içinde ayağını bastığı yerlerde, mevcut kültürlerle sıkı bir simbiyoz geliÅŸtirdiÄŸini, Araplar’ın ellerindeki bilgileri tekel konumunu elde etmek için kullanmadığını Hintlilerle ve Çinlilerle paylaÅŸtığını ifade ediyor. Ä°spanyolların ve Portekizlilerin eriÅŸtikleri ülkelerde yerli halkı boyunduruk altına almak için yaptıkları katliamları belirtirken Müslüman denizcilerin hiç buna benzer ÅŸey yapmadılar karşılaÅŸtırması takdire ÅŸayan. Müslüman Arap tüccarların bu ahlakı sayesinde uzak Asya’da insanların gönüllü olarak Ä°slâm’a girmelerinin cevabı bu olsa gerek.

Arap Ä°slâm dünyasında Yahudilerin saÄŸlam hukuki temele dayanan bir iliÅŸkisi varken Batı Hıristiyan dünyasında Yahudiler dışlanıyor saldırılara uÄŸruyorlardı. Batılı bakışta günah keçisi ilan edilen Ä°slâm’i ortodoksi: her özgür zihni boÄŸmuÅŸ, din alimleri akıl düÅŸmanı, fıkıh doktrini ile insanlara baskı uygulamış, akılcılıkla mücadele etmiÅŸ ve felsefeyi öldürmüÅŸ… Oysa tüm bunların doÄŸru olmadığını Ä°slâm’da örgütlü ruhban sınıfı bulunmadığını felsefe ve doÄŸa bilimlerinin baskı altında kalmadığının hiç kimsenin imalı bir vurguyla engizisyona çıkarılmadığının örneklerini yargılarının arasına serpiÅŸtirmiÅŸ.

Ä°slâm’ın biçimlenme dönemi kesinlikler dünyası deÄŸil, muhtemellikler dünyasıydı. Toplumsal açıdan tayin edici olan grubun ilahiyatçılar deÄŸil hukukçulardı. Yani ilahiyatçılar kesinlikleri hukukçular ise nadiren kesinlik iddiasında bulunurken müphemlikler dünyasını ehlileÅŸtirip yaÅŸanabilir kılmakla sınırlardı, ayırımı yoruma açık. Müphemlik kültürü üzerinden mutezile eleÅŸtirisi ise dikkat çekici. “Liberal reformist Müslümanlar, Ä°slâm’ın modernleÅŸmesinde mutezileyi örnek gösteriyorlar. Oysa mutezile iliklerine kadar radikal ve hoÅŸgörüsüzdü” diyor. Sebep olarak ise mutezilenin hakikat fanatizmini temsil ettiÄŸini ve üç Abbasi halifesinin yönetim süreci boyunca öÄŸretilerinin bir devlet doktrini olarak benimsenmesi için insanları engizisyon yöntemiyle zindanlara attırmasını gösteriyor.

Yazar ağırlıklı olarak Arap Ä°slâm dönemini anlatırken Osmanlı’ya da vurgu yapmış. “Ä°slâm içi çoÄŸulculuk ve gerek gayrimüslimlere dönük dini çoÄŸulculuk, Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun karakteristik özelliklerindendi. Hukuk, felsefe ve sufilik, Ä°slâm’ın çok farklı ve daima kendi içinde de çoÄŸul yorumlarını sunuyorlardı… Çok anlamlılığa hoÅŸgörü Avrupa’da çoktan sona ermiÅŸken Ä°slâm dünyasında kesintisiz devam etmekteydi. Ayrıca Ä°slâm’ın orta çağından bahsedilemez…”

Batı’nın ikiyüzlü demokrasi yaklaşımı

Bauer, Batı’yı demokrasi üzerinden eleÅŸtiriyor. Batı demokrasisinin kazanımlarını doÄŸrudan aydınlanmaya dayandırmayı, Ä°slâm dünyasındaki bütün olumsuzlukları da aydınlanma olmayışına baÄŸlayan yaklaşımın doÄŸru olmadığını vurguluyor. Ona göre “bugün haklı olarak Batının gurur duyduÄŸu hoÅŸgörü, aydınlanmanın doÄŸrudan sonucu deÄŸildir. HoÅŸgörüyü rehin alan güçlerle uzun ve kanlı bir mücadelenin ürünüdür. Ä°slâm dünyası, Batı’nın dünyayı her ÅŸeyi kapsayan tek bir teoriyle açıklamanın mümkün olabileceÄŸi evrenselleÅŸtirme iddiasıyla karşılaşınca eski müphemlik hoÅŸgörüsünü ve çoÄŸulculuÄŸunu kaybetti.” bu anlayışın devamında Britanyalıların ve Fransızların Arap dünyasını manasız sınırlara parçalayıp seçkin azınlıkların yönettiÄŸi yeni devletler kurmasını da müphemliÄŸi tahrip ettiÄŸi için eleÅŸtiriyor. Çünkü bu bölünmeler yeni çıkan yerel diktatörlerin iktidarda kalabilmek için bütün varlıklarıyla batılı güçlere sırtlarını dayamasını ve Batılı seküler milliyetçiliklerin ideolojilerini tercih etmesine sebep oldu.



Birçok Ä°slâm ülkesinin batılı askeri birliklerin iÅŸgali altında olmasını Filistin’in Ä°srail tarafından iÅŸgal edilip sömürgeleÅŸtirmesini ve Batının buna müsamaha göstererek sessiz kalışını tenkit ediyor. Batının aÄŸzına “Ä°slâm” sözünü alan her yakın DoÄŸulu politikacıyı Ä°slâmcılık ile damgalamasını, çarpıtılmış Ä°slâm imgesi ile canavar Ä°slâmcılık korkusu üreterek otomatikman Batı düÅŸmanı saymasını kasıtlı buluyor. Batının yakın DoÄŸuda serbest seçim istemediÄŸini Çünkü Ä°slâmcı partilerin kazanmasını kabullenemediÄŸi için yaptırımlar ve boykotlarla ve hatta askeri müdahalelerle karşılık vermesini iki yüzlülükle açıklıyor.

Bauer’e göre “Avrupa kültürünün, müphemlik hoÅŸgörüsü alanında ileri sürebileceÄŸi fazla baÅŸarısı bulunmuyor. Bunun istisna alanı sanat ve müziktir. Toplumsal alanda ise en büyük kazanımı nice kurbanlar ve katliamlar neticesinde bir yöntem olarak demokrasinin tercih edilmesidir. Ancak Batı dünyasının insanlarının zihniyetinde hoÅŸgörü kökleÅŸmiÅŸ deÄŸildir. Bundan dolayı Batı dünyasını hala açıkça müphemliÄŸe hoÅŸgörülü olarak tanımlayamayız. DoÄŸuda insanların yüzyıllar boyu barış içinde bir arada yaÅŸamayı baÅŸarması müphemlik kültürüne sahip olmasındandır. Demokrasiyi ihtiyaç hissetmemesi ve ilgi duymaması bununla ilintilidir. Batı ise yüzyıllar boyu sahip olamadığı müphemlik hoÅŸgörüsüne demokrasi simidine sarılarak sahip oldu. Bugünün Ä°slâm coÄŸrafyası, Batı’nın en önemli çıkar alanı içerisindedir. Ä°slâm dünyasının demokratikleÅŸmesi için Batılı güçlerin katkısı gerekir. Oysa müphemlik korkusu, hakikat takıntısı ve evrenselleÅŸtirme hırsı üçlüsünü bir kenara bırakmadan Ä°slâm dünyası ile iliÅŸkisini saÄŸlıklı kuramaz.”

Konuyu tüm yönleriyle iyi çalışan yazar, kapsamlı, zengin çeÅŸitlilikle gerçekten farklı bir tarih okuması ile karşımıza çıkmış. Kitap bittiÄŸinde en kritik soruyu sorarak hayıflanıyorsunuz. Böyle zengin hoÅŸgörüye sahip bir mirasın üzerinde oturduÄŸu hâlde birbirlerine etnik, mezhepsel, siyasal ve ideolojik kimlikler üzerinden ölümcül düÅŸman olmuÅŸ Ä°slâm dünyası, ne zaman ve nasıl mütevazi, hoÅŸgörülü, kuÅŸatıcı ve uzlaÅŸtırıcı karakterine dönecek? Veya bunu baÅŸarabilecek mi?

Kerim Alptekin/ Dünya Bizim Kültür Portali

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.