Gökhan Özcan'ın kaleminden: Hikayesine uğramayan insanlar
“Bugün günlerden ne?” diye sordu mavi gömlekli olan. “Yüksekten uçan kızıl gerdanlı göçmen kuşların dönüp merakla aşağıdakilere baktıkları az bulutlu serin gün” diye cevapladı siyah ceketli olan.
Dönüp hayata gerçekten baksak her birimiz kim bilir neler neler göreceğiz? Hayat hiç farkına varılmadan boşa akıp gidiyor sanki. Öyle değil tam olarak; insan boşa akıp gidiyor aslında. Görebileceklerini göremeden, hissedebileceklerini hissedemeden, yaşayabileceklerini yaşayamadan... Farkına varabileceği nefes kesici güzelliklerin farkına varamadan... Kendini çoğaltarak büyüteceği coşkuların, heyecanların, korku ve kederlerin ayırdında olmadan... İnsan olabileceği kadar çok, zengin, derin olamadan geçip gidiyor dünyadan. Hepimiz öyleyiz biraz ve belki içimizin bazen bize sebepsizce gelecek şekilde inceden acıması bundan.
“Yaşamın bütün rahatlığı düzenli bir dış olaylar silsilesine dayanır. Gece gündüz ve mevsim değişiklikleri, meyve ve çiçeklerin açılması, sürekli olarak tekrar eden ve bize zevk veren, daha doğrusu zevk vermesi gereken bu değişimler yeryüzündeki yaşamımızın ana dürtüleridir. Bu değişimlere açık olduğumuz kadar mutlu oluruz; öte yandan bu değişimlerle hiçbir şekilde ilgilenmez, duyarsız kalırsak acı bir hayal kırıklığına, ağır bir hastalığa tutuluruz. İşte o zaman yaşama karşı isteksizlik başlar ve yaşamak bir yük haline gelir” diye yazmış ‘Boşlukta Sallanan Adam’da Saul Bellow.
“Ben bir koşu şu tepenin ardına dolanıp geleyim” dedi karayel. “Tamam, ben bir süre burada kalıp şu mor çiçeğin başını okşayacağım” dedi buna karşılık tatlı esinti.
Uzun sürmenin yollarını arayıp bulmalı insan. Yavaşlamanın... Hızlıca geçip giden bir şey olmamamın çaresini arayıp bulmalı. Otobüsün penceresinden dışarıya baktığımızda nasıl çizgileşerek kayıp gidiyorsa her şey, öylece kayıp gidiyor hayat ellerimizden, akan yol şeritleri gibi akıyor gözlerimizin önünden.
Yollar, meydanlar, duraklar, dükkanlar, iş yerleri, fabrikalar, arabalar, toplu taşım araçları, evler, siteler, parklar, kafeler, buluşma mekanları aslında orada olmayan insanlarla dolu... Orada olan biri kaldıysa, belli ki o çok kimsesiz kalmış biri!
Bir de şunu düşünün; hiç kimsenin görmediği bir ayrıntı ne hisseder?
“ben ki çağ dışı bir uyumsuzluk delisi,/ kendi ipimi belki kendim çekerim./ gölgeme dadanmış bir tuhaf güz kedisi, her yere peşimden onu da sürüklerim.” diyor Metin Altıok, ‘Bozlak Kedi ve Ölüm’ şiirinde.
Her günün içinde bulunduğu halde kendi hikâyesine hiç uğramayan insanlar da var.
Bütün cümlelerin tamamlanmış sayıldığı yerde, içi içine sığmayan toy bir virgül olarak yaşamak çok zordu.
Bazen cümlelerimi uç uca ekleyerek söylüyorum. Araya giren olmuyor, söylediğim bir şeye takılan, itiraz eden, bir şeyler eklemek isteyen, bir şeyler çıkarmak isteyen hiç kimse olmuyor. Bazen durup bekliyorum, belki bir şey söyleyen olur diye. Olmuyor. Söylediklerimi hiç kimse dinlemiyormuş gibi hissediyorum böyle zamanlarda. Sanki benimle aynı hikâyede yaşayan başka hiç kimse yokmuş gibi...
“Kısa yolları hiç sevmiyorum” diye yazdı defterine beyaz saçlı adam, “kaybolmaya fırsat olmuyor!”
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.