Sosyal Medya

Çok Nimetin yedim Türkçe, Helallaşalım

Velinimetim, yıllardır ekmeğini yediğim, ağzımda annemin ak sütü Türkçe var önümde, geçmişimde ve geleceğimde, bütün dünyayla üleşmek istiyorum onu. Tınısını duysun istiyorum bütün narin yürekler. Çok geçmeden veya geç kalmadan.



Muzaffer MetintaÅŸ abime ithafen

Muharrem Dayanç*                                                                                                                          
 

Hayatın her ânı bir ÅŸekilde dille irtibatlıdır. Dili, sesli-sessiz bütün gerçek ve hayallerin ham maddesi/kaynağı olarak düÅŸünürsek bu ses ve kelimeler korosu hayatımızdan çekildiÄŸi ân, her ÅŸey durur, donar, hatta ölür.

Uyanıkken daha nesnel ve farklı bir boyutta iÅŸleyen dilin mantığı, rüyadayken kendine has, bilinçdışının da devreye girmesiyle, bir üst boyuta geçer. Bütün bunları bana düÅŸündürten ilginç bir olay yaÅŸadım birkaç gün önce. Uyku ile uyanıklık arasında, çok da aydınlık bir zihinle söylenmeyen ÅŸu sözcüklerdi benim için “pandoranın kutusu”nu açan;

Her uyandığımda bir rüyam yarım kaldı.

Nasıl tutunurdum hayata,

Şiirler olmasaydı.

Muhatabına fazla bir ÅŸey söylemeyen bu on bir kelime, biraz üzerinde düÅŸününce içimde kendi saltanatını kurdu ve hükümranlık alanını geniÅŸlettikçe geniÅŸletti. “Her uyandığımda bir rüyayı yarım bırakmak…” hiç de sıradan bir söyleyiÅŸ deÄŸilmiÅŸ gibi gelmeye baÅŸladı bana. Abartıyorum belki de. Belki de “bir rüyadan arta kalmanın hüznü” tam olarak terk etmedi beni, beni ve hislerimi. BilemeyeceÄŸim.

YaÅŸ aldıkça, dil temrin ve dikkatleri hayatımda daha çok yer tutmaya baÅŸladı. Bazen bir kelimenin, bir kavramın, bir tamlamanın, bir imajın/imgenin peÅŸinden aylarca gittiÄŸimi bilirim. Åžiirleri tarar, öykülere göz atar, denemeleri zihnimde uçurur, roman hafızamı devreye sokarım. Bunlardan radarıma en son takılanlar “öksüz” ve “yetim” kelimeleri olmalı. Bu kelimelerin hangi anlamlara tekâbül ettiÄŸini zihnimde bir türlü aydınlatamadığımı hatırlıyorum. Åžaşırdınız deÄŸil mi? Oysa ne kadar aÅŸinası olduÄŸumuz ve ne kadar basit kelimeler. “Yetim” babası ölmüÅŸ, “öksüz” annesi ya da hem annesi hem babası ölmüÅŸ çocuk demek. Ä°ki kelimenin de mecaza/metafora kayan anlam dünyaları var elbette. Ölmese bile annesinden veya babasından veyahut her ikisinden ayrı olanlar için de kullanılır bu kelimeler. Ne diyor ÅŸair; “Ölüm ile ayrılığı tartmışlar / Elli dirhem fazla gelmiÅŸ ayrılık”. Bir de medeniyetimizin “yetîm” kavramını öne çıkarması var ki baÅŸka kültürlerde bir benzerinin olduÄŸunu sanmıyorum: “Dürr-i yetîm”. Burada “yetîm”, “eÅŸÅŸiz, tek, yegâne” anlamında, dolayısıyla “dürr-i yetîm” “eÅŸsiz/benzersiz inci” demek. Bu tamlamayı okuyunca her defasında aklıma babası ÅŸehit olan çocuklar geliyor, merhamet medeniyetinin bu masumlara verdiÄŸi deÄŸer geliyor. Bütün bu bilgi ve çaÄŸrışımlara yeni bir kavram ve anlam daha eklendi geçenlerde. DeÄŸerli Saadettin Yıldız hocam, Ayhan Songar’dan iktibasen “yetîm-i akrân” ifadesini kullandı bir vesileyle. “Yetîm-i akrân” kendi akranlarından/yaÅŸ grubundan hiç kimsenin hayatta kalmadığı insan demek. Yalnızlık, çaresizlik ve kimsesizliÄŸin baÅŸka bir boyutu bu. Bir baÅŸka dünyanın alarmlarının çalmaya baÅŸladığı bir final bu. Åžairin, “Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir.” dediÄŸi çıkmaz sokak belki.

Beni ÅŸaşırtan bu kullanım, birçok yeni ibareye kapı araladı zihnimde, “yetîm-i sıbyân”, “yetîm-i vatan”, “yetîm-i tarih”, “yetîm-i cânân” gibi. Tabiî her edebiyatçı gibi Peyami Safa geldi aklıma ve de “yetîm-i Safa” yakıştırması. Hatta Ahmet HaÅŸim’in (Cenap Åžahabettin de olabilir) bu yakıştırmadan mülhem geliÅŸtirdiÄŸi “yetîm-i zekâ” tamlaması/göndermesi. Bütün bu bahislerde beni asıl ilgilendiren “yetîm-i Türkçe”ler… Bunların özellikle akademide konuÅŸlananları… Unvanların zirvesine çıkıp Türkçenin patikalarında dolaÅŸanlar… Henüz bütün keÅŸiflerin önce dili/Türkçeyi fark etmekle baÅŸlayacağını idrâk edemeyenler…

Yıllar önce EskiÅŸehir’in bir köyüne gitmiÅŸtik. Köy de köydü hani, bahçesiyle, meyvesiyle, deresiyle, dağıyla, çiçeÄŸiyle, insanıyla... Özünü kaybetmeyen bu köyde en çok dikkatime çeken yaÅŸlıların irfânıydı. O günü ÅŸöyle not almışım: “... EskiÅŸehir, Sarıcakaya, DaÄŸküplü Köyü, anlaşıldı ki, tanıdıkça seni daha çok seveceÄŸim. Yüz yıl öncesinden izler taşıyan Ä°brahim dayının bakkal dükkânı ve ‘Biz bu yaÅŸtan sonra deÄŸneÄŸe bindik yeÄŸen!’ diyen yetmiÅŸlik delikanlılardan oluÅŸan deÄŸnekli müÅŸterileri... ve bir de 14 numara gaz lambasının camı ile yaptığım nostalji. Sizi, hepinizi, hiç ama hiç unutmayacağım. SaÄŸ olasın Mehmet Ali Kalkan abi…” Unutur muyum, o gün köyde bir de mevlit dinlemiÅŸtim, aynısını Bosna’da da dinleyeceÄŸim.

Yıllardır zihnimde dolanır durur; “Biz bu yaÅŸtan sonra deÄŸneÄŸe bindik yeÄŸen!” diyen ses. Bu cümlede çocukça bir masumiyet de var, yaÅŸlılıkta sürdürülen/edinilen vefalı yol arkadaÅŸlığı da. Bir aczi itiraf da var, uzakta olmayan muhtemel bir yolculuÄŸa gönderme de. AÄŸaçtan dal kesip at gibi/diye binen küçük bir yüreÄŸin yaratıcılığı da var, canlı-cansız her güzelliÄŸe/iyiliÄŸe teÅŸekkür etmeyi ihmal etmeyen bilgelik de incelik de. Åžöyle de devam edilebilir: Asıl yetim, köyü olmayandır, köyü yani dönecek yeri. Asıl yalnız, hatıralar biriktiremeyen veya biriktirse de onları ağız tadıyla anacağı dostlarını kaybeden. Hayat bazen geçmiÅŸiyle elimizden tutar ve bize gelecekte gideceÄŸimiz yolu gösterir.

Uzaktan da olsa yetim/öksüz bahsiyle ilgisi olan son bir incelikle yazımızı toparlayalım.

Bir yazı yazıyorum. “Tek olmamak”la “yalnız olmamak” arasındaki nüans dikkatimi çekiyor. Dil nüans demektir. Ä°ncelik demektir. Bir de bu dil Türkçeyse. Ä°çine kırk baharın kokusu ve rengi sinmiÅŸse. Dünyanın dört köÅŸesinin havası, suyu, toprağı hamuruna karışmışsa. Hasılı, sadece yazarken deÄŸil konuÅŸurken de birçok ÅŸeyi nüans belirler. Bütün bunlar olurken, “teklik” ve “yalnızlık” kavramlarının, yazının başında da olduÄŸu gibi, sanki ilk defa ayırdına varıyormuÅŸum hissine kapılıyorum. “Tekim, ama yalnız deÄŸilim.” diyerek teskin ediyorum kendimi. Gel de “dürr-i yetîm”i bir daha hatırlama burada.

Türkçe güzel. Dilin kılcal damarlarına yolculuk büyüleyici/ufuk açıcı. Dilden ekmeÄŸini çıkaran dostlarımın/büyüklerimin, kelimelerin kökenleriyle ilgili söyledikleri kadar konuÅŸurken ve yazarken onları nasıl kullandıklarına da dikkat kesiliyorum. “Yap da görelim, yaz da okuyalım.” cümlecikleri geçiveriyor içimden. Muharrem Ergin Hoca geliyor aklıma, onun dile hakimiyeti geliyor. Kusursuz cümleleri, üslûbu geliyor.

Velinimetim, yıllardır ekmeÄŸini yediÄŸim, aÄŸzımda annemin ak sütü Türkçe var önümde, geçmiÅŸimde ve geleceÄŸimde, bütün dünyayla üleÅŸmek istiyorum onu. Tınısını duysun istiyorum bütün narin yürekler. Çok geçmeden veya geç kalmadan.

Ne güzel demiÅŸ ÅŸair/ÅŸiir:

“Pir Sultan Abdal’ım daÄŸlar aÅŸalım,

AÅŸalım da dost iline düÅŸelim,

Çok nimetin yedim helallaÅŸalım,

Geçti dost kervanı eyleme beni.”

 
Müellif: Muharrem Dayanç (Ä°stanbul Medeniyet Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü)

Kaynak: Kırmızılar.com web portali

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.