Kemal Sayar: Biraz yaÄŸmur kimsenin ruhunu incitmez
Ona insanın bu dünyada bedeniyle değil, sedece ruhuyla var olduğunu söyledim. Sadece ruhumuzda taşıdığımız mücevherlerin bizi başka insanlardan farklılaştırdığını... Akledebilen kalbin ne büyük bir bağış olduğunu. Onu anladım.
Kapıdan içeri girdiÄŸinde onaltı yaşındaydı . Kapıdan içeri girdiÄŸinde ikindi rüzgarı dalları eÄŸmeye baÅŸlamıştı. Bulutlar BaÄŸdat Caddesi kalabalığı üzerinde geziniyor, bir yaÄŸmur ha yaÄŸdı ha yaÄŸacak, sahneye çıkmak için sırasını bekliyordu. Kapıdan içeriye girdiÄŸinde kafamda bir sürü ÅŸarkı birbirine karışıyordu: Van Morrison, 'Bugünlerde hiç yaÄŸmuru gören var mı?' diyor, Katie Melua 'Pekin'de dokuz milyon bisiklet'ten bahsediyordu, her zaman adamım Tom Waits köÅŸeden laf yetiÅŸtiriyordu: 'Biraz yaÄŸmur kimseyi incitmez'.
Fonda ebedi bir müzik olarak daima George Winston oluyor, uzak kışlardan, karla güzelleÅŸmiÅŸ bir Aralık'tan ruha piyanosuyla dokunuyordu. Günlerden bir gündü iÅŸte, Kemal Sayaroviç var mıydı yok muydu dedirtecek bir gündü, her zamanki rutin iÅŸler, okunamamış kitapların, uzun zamandır görülememiÅŸ dostların ve bir türlü aylak ve serbest bir hayatın ruhu özgürleÅŸtiren çaÄŸrısına icabet edemiyor olmaklığın getirdiÄŸi piÅŸmanlıklar, uzun saatler çalışmanın getirdiÄŸi yorgunluklar, farkına varmadan bir anda yaÅŸlanıvermiÅŸ olmanın ÅŸaÅŸkınlığı derken akıp giden bir gündü bu da diÄŸerleri gibi.
Arada gözlerim yan penceredeki aÄŸaca deÄŸiyor, arada ayaÄŸa kalkıyor odaları geziniyor, ruha bir canlılık, kalbe bir neÅŸe verme gayreti içinde kafamda kitap projeleri tasarlıyor, bol çay, kahve ve arada tütün ile ayakta kalmaya çalışıyorum. Ruhta uçucu ve uçarı bir neÅŸe belli belirsiz geziniyor, kendini önemseme duygusu, egoyu alt etme yönünde okunmuÅŸ sayısız yazıya ve iÅŸitilmiÅŸ onca tenbihe raÄŸmen yine ve her seferinde ruhu yokluyordu. Saygın bir iÅŸim vardı, bu iÅŸten zengin olmayacaksam da fena sayılmaz bir gelirim ve daha da önemlisi, ruhun yaraları için sadece beni kendilerine emin kılmış danışanlarım vardı. Günlerden bir gündü, yıllar var ki ÅŸiir yazmamıştım. Åžiirin ve has duyguların gereksindiÄŸi 'boÅŸ uzay' bir süredir çıkmıştı hayatımdan, teorilerin adamıydım artık, ruha dokunan sözlerin deÄŸil. Kapı açıldı.
Kapıdan içeri onaltı yaşında bir genç kızın ruhu girdi. 'Ben büyümek istiyorum', dedi. BaÄŸdat Caddesine deÄŸilse bile benim içime saÄŸnak halinde yaÄŸmurlar yağıyor, ÅŸimÅŸekler ruhumun çöllerinde çakıyor, hayatın tuhaf mucizelerinden biri olan bu karşılaÅŸma anının ÅŸaÅŸkınlığını üzerimden atmaya çalışıyordum. Ä°nsanların onun narin bedenine ÅŸaÅŸkınlıkla bakakaldığı he seferinde bir kum fırtınası içini allak bullak ediyor, yabanıl bakışlardan kendisini koruyamayan ruhu yeisle tıka basa doluyordu. Sadece aÄŸlayarak bu dünyaya bir not düÅŸüyor, sadece aÄŸlayarak dışa taÅŸabiliyordu. Anne ve babasından bizi yalnız bırakmalarını rica ettim. Bir inilti ve bir fısıltı halinde yaÅŸayan bedeni kendisini dillendirmek istediÄŸinde daha fazlasını veremiyordu, fısıltısı göz yaÅŸlarına ekleniyor, çok ama çok gürültülü bir dünyada iÅŸitilmesi giderek zorlaşıyordu. Usulca onun yanına, koltuÄŸun kenarına oturdum ve tıpkı onun gibi fısıldayarak konuÅŸmaya baÅŸladık. 'Hiç doÄŸmamış olmayı dilerdim…' dedi.
Ya rabbi, bu nasıl bir çığlıktı böyle ! Bu kadar narin bir bedenden, bir fısıltı halinde yükselen bu neÅŸide, dünyaya bırakılmış bu güçlü manifesto nasıl yükseliyordu. Bıraksam kendimi, varoluÅŸun bu saf bildirisi karşısında hüngür hüngür aÄŸlamak isterdim. Gözlerimde biriken yaÅŸları tuttum. 'Hiç doÄŸmamış omayı dilerdim…' Varlığın ıstırabı bu kadar saf, bu kadar katıksız, kalbe bu kadar iÅŸleyen bir biçimde tarif edilebilir miydi?
Yan yana konuÅŸtuk onunla. Seslerimiz deÄŸiyordu birbirine, o kadar ki kalblerimiz deÄŸiyordu, ve bu yakınlık, Alah'ın bu lütfu karşısında içim haÅŸyetle doluyordu. Anlamak ve hissetmek bizi insan kılar. Bu arınışla insan oluruz. Terapist kimdi? Ben mi, yoksa bu narin kız mı? Onun saflığı beni de yıkadı. Arındım. Ve kirlenmiÅŸ, yönünü ÅŸaşırmış bir dünyada elegeçirdiÄŸimiz o masumiyetin her bir anını kıymetlendirerek konuÅŸtuk. Birbirimize fısıldadık. Samimiyet ruhun özgürlüÄŸüdür. O da ben de o kadar içten, o kadar yapmacıksız, o kadar kendimizdik ki. Ona insanın bu dünyada bedeniyle deÄŸil, sedece ruhuyla var olduÄŸunu söyledim. Sadece ruhumuzda taşıdığımız mücevherlerin bizi baÅŸka insanlardan farklılaÅŸtırdığını... Akledebilen kalbin ne büyük bir bağış olduÄŸunu. Onu anladım. O beni anladı. Odadan çıkarken gözyaÅŸları dinmiÅŸti. Benimse başım dönmüÅŸ, sersemlemiÅŸtim. 'Biraz yaÄŸmur' diye mırıldandım, 'kimseyi incitmez'.
Henüz yorum yapılmamış.