Sosyal Medya

İsmail Kılıçarslan'ın kaleminden: Lütfiye

İnsanın hayatında bir “tamam” noktası gelir elbet. Lütfiye’nin “tamam” dediği yer kızların da dayak yediği o gece olmuş. Demiş ki kendi kendine “ne olacaksa olacak artık.”



Aralıksız 15 yıl dayak yemiş.

Bir yandan kimsesizlik, bir yandan çaresizlik, bir yandan “belki bugün düzelir, belki yarın düzelir” bekleyişi, bir yandan da kızlara ne olacağı korkusu…

15 yıl dayak yerken bir yandan da 4 tane kızı olmuş. “Hayvan” kelimesini sanki o duyacakmış da gelip dayak atacakmış gibi fısıltıyla söylüyormuş: “hayvan herif, hep oğlan istedi. Kendisi gibi yetiştirecekmiş. Öyle derdi. Kendin gibi yetiştireceksin de neye benzeyecek o evlat? Karısını döven, kızlarını sevmeyen, eve ekmek getirmeyen soysuz olacak”

Hani böyle anlatmaya “aslında ilk başlarda her şey çok güzeldi” diye başlanan hikayeler vardır. Lütfiye’nin hikayesi öyle değil. Evlendiği gecenin sabahı yemiş ilk yumruğu. Sonra da devam etmiş öylece.

Hani böyle “bir şeyleri bahane ederdi de öyle döverdi” diye anlatılan hikayeler vardır. Lütfiye’nin hikayesi öyle de değil. Bahane olsun olmasın yemiş o dayağı.

Yahu git değil mi? Kaç oradan. Arkana bile bakma. Bırak o pisliği.

Normali budur. Kaçarsın, gidersin, “ne olursa olsun” dersin. Ama Lütfiye gibi kadınlar için kaçmak, gitmek, “ne olursa olsun” demek dünyanın en zor şeyi. “Ne olursa olsun”un içinde öyle berbat seçenekler var ki…

Hayvan herif hiç bozmamış istifini. Hiçbir şartta bozmamış. Hamileyken dövmüş, lohusayken dövmüş, bayramda dövmüş, seyranda dövmüş…

“Yorulunca bırakır, böyle dudağının kenarıyla güler, dinlenince bir iki tokat daha atardı. Hani böyle yemekten sonraki tatlı gibi” diye anlatıyormuş Lütfiye.

Bu “yemekten sonraki tatlı gibi” benzetmesi büyüdü, büyüdü, büyüdü zihnimde…

Galiba Lütfiye ilkin cesaretini kaybetmiş. Yahut öyle zor bir hayattan gelmiş ki hiç olmamış cesareti.

İnsanın hayatında bir “tamam” noktası gelir elbet. Lütfiye’nin “tamam” dediği yer kızların da dayak yediği o gece olmuş. Demiş ki kendi kendine “ne olacaksa olacak artık.”

Adamın eve gelmediği bir demde evin işe yarar tüm eşyasını satıp, kalanı da toplayıp başka bir semte taşınmış. En büyüğü 13 yaşında olan kızları evde bırakıp bulaşıkçılığa girmiş bir yere.

Tam “işler herhalde yoluna girecek” derken adam bulmuş Lütfiye’yi. Hastanelik etmiş. Hastane polisleri “karı koca arasında olur öyle” deyip gitmişler. Lütfiye, “istersen öldür, ama ben seninle gelmeyeceğim. Kızlarım da gelmeyecek” deyince pislik herif “ne haliniz varsa görün” dememiş tabii. “Kızlarımı benden kaçırıyor” diye mahkemeye vermeye kalkmış Lütfiye’yi.

Lütfiye’nin durumundan tam o sıra, bir dernekte çalışan arkadaşım sayesinde haberdar oldum. İki şey lazımdı. İlki o adamdan boşanması. İkincisi de oturduğu semti bir kez daha değiştirmesi ki herif bir daha rahatsızlık veremesin.

Ev işini hallettik. Hatta biz değil, siz hallettiniz. İmece usulüyle. Boşanma işini de bazılarının her fırsatta “şeytanlaştırdığı” bir sivil toplum kuruluşumuz halletti. O sivil toplumu devreye girince “boşanmam, öldürürüm onu” diyen pislik herif süt dökmüş kedi gibi oldu.

Şimdi Lütfiye, İstanbul’un bir semtinde, bir yıllık kirası ödenmiş evinde, 4 kızıyla birlikte hayata tutunmaya çabalıyor. Bulaşıkçılık, bina temizliği ve benzeri işlerle eve ekmek getirip yavrularının yaralarını sarmaya çabalıyor.

Hikayesini bizim Kerem’den dinledim hiç görmediğim Lütfiye’nin. Ve bu hikâye bana iki şey öğretti. İlki insanların hayatına müdahil olma niyeti olan Kerem ve benzerlerinin dünyayı değiştirip güzelleştirdiğini… İkincisi ise Lütfiyelerin sayısının hiç de azımsanmayacak kadar çok olduğunu…

Aslında bir şey daha öğrendim. Onu da söyleyeyim. “Aile ifsat oluyor, elden gidiyor, aman da yanıyor, bitiyor” diyen koca koca kanaat önderlerimiz değil; hakkında aileyi parçaladığı propagandası yapılan o örgüt kurtardı Lütfiye’nin ailesini. Biraz düşünseler, ibret alırlar bundan.

Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.