Ä°hsan FazlıoÄŸlu: Türkiye'de düÂşünÂce haÂyaÂtının en önemÂli soÂruÂnu neÂdir?
Follow @dusuncemektebi2
Türkiye'deki düÂşünÂce haÂyaÂtının en önemÂli soÂruÂnu neÂdir? Bu soÂruÂyu baÂna, geÂçen günÂlerÂde bir öğÂle yeÂmeÂÄŸi sıÂraÂsınÂda, yaz ayÂlaÂrınÂda yazÂma eser küÂtüpÂhaÂneÂleÂrinÂde çaÂlışÂmak üzeÂre TürÂkiÂye’ye geÂlen yaÂbanÂcı bir TürÂkoÂlog yöÂneltÂti.
Ä°ster yurtiçinde ister yurtdışında bu tür sorularla muhatap olduÄŸumda, servis yapar bir konuma düÅŸmemek için ayrıntıları atlayan akademik bir dille yanıt vermek âdetimdir. Nitekim meslektaşıma da bu çerçevede bir yanıt verdim; ancak sorunun bizatihi kendisi, olanca ağırlığıyla üzerime çöktü. Elbette bu soruyla pek çok çevrede muhatap olmuÅŸ, üzerinde tartışmış, konuÅŸmuÅŸ; hatta farklı dönemlerde deÄŸiÅŸik tespitler ışığında yanıt vermiÅŸizdir. Soruna âletler deÄŸil, en azından kendimi ikna edecek asıllar yönünden yanıt bulabilmek için okumalarımı gözden geçirdim; ÅŸimdiye deÄŸin verilmiÅŸ, sorunu farklı yönlerden aydınlatan yanıtları taradım; açıkçası tatmin edici bir sonuç elde edemedim.
Söz konusu sorunu demlenmek üzere bir kenara bıraktığım sırada, doÄŸa felsefesi ve metafizik alanlarında medreselerde ders kitabı olarak okutulan Necmeddin Kazvinî’nin Hikmet el-ayn adlı eserini mütalaa ediyordum. Eser, yaygın olan, doÄŸa felsefesi-metafizik yerine, bazı eserlerde görülen metafizik-doÄŸa felsefesi sıralamasını tercih etmiÅŸ; genel ilkeleri vermesi bakımından metafiziÄŸi öncelemiÅŸti. Varlık’ın tanımıyla baÅŸlayan eserde ÅŸöyle deniyordu: “Varlığımın tasavvuru apaçıktır (bedihî); Varlık, varlığımdan bir cüz’dür; tasavvuru apaçık olanın cüz’ü de apaçıktır; o halde Varlık apaçıktır. [Dolayısıyla tanıma gereksinimi yoktur.]” Bu çıkarımın teknik felsefî açıklaması bir yana, yukarıdaki sorunla hemhal zihnimde çaÄŸrıştırdıkları önemliydi benim için. Kadîm geleneÄŸimize bu gözle baktığımızda, ister Ä°bn Sinâ çizgisinde, isterse, büyük oranda belirlediÄŸi, kelâmî çizgi ile irfanî çizgilerde olsun varlık duyuÅŸu’nun merkezî bir yer edindiÄŸini görürüz. Bu nedenle gerek bilginlerin kendilerinin gerekse inÅŸa ettikleri kültür hayatının varlık duyuÅŸu, düÅŸünce hayatının en önemli merkez noktası olmalıydı. Bu yakalamalar sonucunda Türkiye’deki düÅŸünce hayatının en önemli sorununun varlık duyuÅŸu eksikliÄŸi hatta yokluÄŸu olduÄŸunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Varlık duyuÅŸu, bütünü idrak için zorunludur; çünkü bütünü idrak edemeyen, baÅŸta Tanrı olmak üzere pek çok kavram için derin ve kuÅŸatıcı bir bakış elde edemez. Nitekim eÅŸyaya bakışta insanın bakışına bütüncül bir özellik kazandıran bu varlık duyuÅŸu’dur. Bu nedenledir ki, eski Yunanca’da hólon hem bütün hem organik hem de Evren anlamına geliyordu. Bu durum varlık duyuÅŸu ile eÅŸyayla temas arasında sıkı bir iliÅŸkinin olduÄŸunu gösteriyor. Ä°nsan, eÅŸyayla derin temas kurması sonucunda ÅŸey ile kendi arasında kopmaz bir süreklilik olduÄŸunu his eder; bu his sonucunda Varlık’ın, Evren’in bir devamı olduÄŸunu kavrar. Öyle ki, bir halden sonra tüm ayrımların ortadan kalktığını, bütüne katıldığını fark eder.
Varlık duyuÅŸu’nun insan’da doÄŸal bir zemini var mı? Zor bir soru? Ancak ilginçtir, Kazvinî, varlığımla, varlıkla baÅŸladığı eserini, insanla bitiriyor. Ä°ster olsun ister olmasın varlık duyuÅŸunun idraki, sonuçta her bir kiÅŸinin, özellikle bilgiyle uÄŸraÅŸan kiÅŸilerin yaÅŸaması gereken, ÅŸahsî bir iç-tecrübe, iç-deneyim. Tecrübenin kökeninde insanın varoluÅŸ tedirginliÄŸi yatar; tedirginlik insanın sarkaç misali ümit ile korku arasındaki salınımı; sabit ile deÄŸiÅŸken arasındaki endiÅŸesi; eÅŸya önündeki ürpertisi, hayat karşısındaki gerginliÄŸi; yoldaki telâşı; hatta anlama iliÅŸkin bunalımı… Çünkü varlık’ın bir devamı olmak hissi, insana hem güvenlik hem de kaygı verir. Yalnızca insanın mı; Evren’deki kıpırtı’nın maddedeki hareketin kaynağı bile tedirginlik. Her ÅŸey, her ÅŸeye karşı tedirgindir. Tedirginlik bizi var-kılar; bütünlükten tekilliÄŸe geçiÅŸi mümkün kılar.
Åžimdiye deÄŸin söylenenler, bu tecrübeyi yaÅŸamayanlar için sözcük olmalarının ötesinde bir deÄŸer taşımazlar. Sözlemek, ‘s’ ekinin gösterdiÄŸi gibi, öz’ün dışarıya taşınmasıdır; b-en’in, s-en olması bu yüzdendir. B-irlik (vahdet), b-ütünlük sözcüklerinde görüldüÄŸü üzere, ‘b’, içeri çeken, b-irleyen, öz’ü kilitleyen, b-en kılan, çerçeveleyen bir iÅŸleve sahiptir. Öz-deÅŸ-lik bu nedenle kapalılık, yalıtılmışlık, yalınlık (basitlik) ve hatta yalnızlık anlamlarına gelir. Nokta durumu, mutlak bir sükûnet halidir; sakin olma, s-essizlik durumu. Öz’ün kilitli olduÄŸu durumda s-öz’e gereksinim duyulmaz; s-özlemek, öz’ün b-enin, s-ana uzanma arzusudur. Çünkü öz, zaten kendi içerisinde de kaynaÅŸma, salınım, kıpırtı halinde bulunduÄŸundan, yalnız olmadığını fark edince tedirginlik duyar; ötekine yönelmeye, dışarı çıkmaya çalışır. Akıl, ben hareket edince, s-öz dile gelir, dışarı çıkar ve b-en, s-ana uzanır. Nitekim tedirgin sözcüÄŸünün eski Türkçede, demek, söylemek anlamındaki dimek’ten geldiÄŸi dikkate alınır, tedirgin’in kök anlamının da dedirtici olduÄŸu göz önünde bulundurulursa, demek istenilen daha iyi anlaşılır. DeÄŸil midir ki, tüm organlarımız, aklımızın, benimizin dışarıya uzantılarıdır. Kısaca dendikte, s-öz-lemek, iki kiÅŸi olunca, b-irlikten ç-okluÄŸa geçince baÅŸlar. Çokluk, yani hayat, benin sürekli içeride durmasını engelleyen en önemli etken; ancak ben, dışarıda, hayatı bir iÅŸaretler, simgeler toplamına dönüÅŸtürünce güvenlik hisseder. Bu nedenle kiÅŸinin kendisini araması hiç bitmez, sürekli devam eder; insanın içeri sarmasını hayat, dışarıda kalmasını da varlık duyuÅŸu engeller; bu gerilimi nefsiyle/zihniyle deÄŸil de aklıyla yöneten insan bütünle iliÅŸkisini sürekli kılar; ayık kalır.
Yalnızca kiÅŸilerin deÄŸil kültürlerin de varlık duyuÅŸu vardır; ve bu o kültürü üreten kiÅŸilerin varlık duyuÅŸlarıyla sıkı bir iliÅŸki içerisindedir. Kanımca ancak ve ancak varlık duyuÅŸu bulunan, teklif sahibi olabilir; hem kiÅŸi hem de kültür olarak. Ä°ÅŸte bu nedenledir ki, rahatlıkla ÅŸu soruyu sorabiliriz: Günümüz Türk kültürünün bir varlık duyuÅŸu var mıdır? Bu kültürü üretenlerin, Türk bilginlerinin varlık duyuÅŸları mevcut mudur? Bu sorunun yanıtını kolaylıkla tespit edebiliriz: Türk kültürünün teklifi nedir? Ortada insanlara s-öz-lenecek bir öz-ümüz olduÄŸunu zannetmiyorum; bu nedenle teklifimiz de yok. Bugün yapılan baÅŸkalarının s-öz-üne, öz-üne katılmaktır; katılmaya çalışmaktır. Bir temsille, yapılan, baÅŸkalarının özlerinin tezahürü olan sofrada yer kapmaktır. O sofrada bizi temsil eden hiçbir tezahür olmadığı için, kabul görmek adına kendimizi o tezahürlere benzetmeye çalışmaktır.
Öz, dışarıda tecessüm ettiÄŸinde hakikat adını alır; dolayısıyla özü olmayanın dışarıda tezahür eden bir hakikati de bulunmaz. Bu nedenledir ki, Anlayış dergisinin önceki sayılarında birçok kez “Hakikati olmayanın siyaseti de bulunmaz” demiÅŸtik. Çünkü siyaset, öz’ün dışarıdaki hakikatinin idaresidir, seyr ü seferidir; öz’ün, b-en’in s-ana, s-özlenmesidir. Öz’ümüz yoksa, hakikatimiz, hakikatimiz yok ise dışarıya, ötekine söyleyecek bir s-öz-ümüz, siyasetimiz de bulunamaz. Nitekim bu gerçeÄŸi tespit eden atalarımız ÅŸöyle demiÅŸtir: “S-öz, öz-dür.” Kısaca, öz’ü olmayanın s-özü, sözü olmayanın hakikati, hakikati olmayanın siyaseti olmaz. Çünkü siyaset, bir milletin varlık duyuÅŸu’dur.
Anlayış Dergisi (Arşiv)
Henüz yorum yapılmamış.