Mustafa Kutlu: Artık kendi hikayemizi yazmanın zamanı gelmedi mi?
Follow @dusuncemektebi2
Millet ve devlet olarak artık kendi hikâyemizi yazmanın zamanı gelmiştir denildi. Buna niyet edenler koca Yunus’un ''Akıntıya karşı Ne varlığa sevinirim Ne yokluğa yerinirim'' mısralarından hareket edebilir, bu hikmet her şeye yeter. İsteyen ardından gelen mısraları da hatırlayabilir.
Hem felsefî hem fikrî; hem dünyevî hem uhrevî meselelerin anahtarı bu mısralardadır.
Bu mısralar bir dünya görüÅŸünün, bir hayat tarzının açık, berrak, gürbüz ifadesidir. Suyu bulandırmanın lüzumu yoktur.
Varlık-yokluk, zenginlik-fakirlik, ilerilik-gerilik, mutluluk-mutsuzluk ancak bu mısralar içinde anlam kazanır.
Âmentü’ye inanananlar için baÅŸka bir fikre, filozofa, ideolojiye baÅŸvurmak yersizdir. BaÅŸka bir ÅŸairimiz bunu ÅŸöyle dile getirmiÅŸti: “Yol varsa budur, bilmiyorum baÅŸka çıkar yol”. Dileyen bu mısranın üstünde yer alan mısrayı da hatırlayabilir.
“Tüketim Toplumu”nun girdabına düÅŸmeden önce bizler Anadolu topraklarında bu ilkelerin oluÅŸturduÄŸu hayatı asırlarca yaÅŸadık.
Ferdimiz, ailemiz, cemiyet ve milletimiz; yaÅŸadığımız ÅŸehirler, inancımız çerçevesinde inÅŸa ettiÄŸimiz mahalleler, evler, çarşılar, medreseler, mabetler, hanlar, hamamlar, atölyeler, imalathaneler, bahçeler, baÄŸlar, daha düne kadar ayakta idi. Çok deÄŸil yarım asır öncesini görenler bu hayatı yaÅŸadı. O günleri özlüyoruz. Bu özlemi hafife alanlar “nostalji” diyor.
Asla.
O günlerin kıyas kabul etmez bir ruhaniyeti, insaniyeti, merhameti ve bereketi vardı.
O günlerin üretim ve tüketimi sanayi toplumunda yaÅŸananlarla bir tutulamaz.
Bunu çok yazdım, yine yazıyorum. Köyden Erzincan’a 1950 senesinde geldik. Geçen 25 yılda bu ÅŸehirde tek bir cinayet iÅŸlendi. Kahveci YaÅŸar’ı vurmuÅŸlar. Kimi kazaen dedi, kimi husumet. Dedelerinizden, ninelerinizden duymuÅŸsunuzdur. Kapıları açık bırakır öyle yatardık, derler. Ben de bir dedeyim, ben de aynı ÅŸeyi söylüyorum.
Düzeni saÄŸlayan, cemiyette sınıf farkına fırsat vermeyen ahlâk idi, ahlâkın adaleti. Her siyasetin bir ilahiyatı vardır. Bizimkisi malumdur.
Åžehircilere söylüyorum: Bizim ÅŸehirlerimiz (Msl: Konya, Kayseri, Malatya, Amasya, Manisa vb.) tarım toplumunun ÅŸehirleridir. Biz sanayi kuramadık, Batılı mânada kapitalizme geçemedik. Hududullah buna manidir. BaÅŸta Ä°stanbul olmak üzere kadim ÅŸehirlerimizi yıktık, yerine karman-çorman bir karmaÅŸa yığını bıraktık.
Hangi ÅŸehrimizde bir mimarî vasıf var söyler misiniz? Olanlar hayattan soyulmuÅŸ, turistik hale konulmuÅŸ dünden kalan adacıklar.
Maziden kalanlara bakarsak bu apaçık görünür. Safranbolu’dan Amasya’ya, EÄŸin’den Saraybosna veya Travnik’e, oradan Arnavutluk’un Berat ÅŸehrine kadar.
Bu ÅŸehirler ve bu ÅŸehirlerde yaÅŸayanlar topraktan kopmamıştı. Hepsinin civarında “BaÄŸlar” diye bir semt bulunurdu. YaÅŸayan en canlı ÅŸahit Kayseri’nin “Talas”dır. Konya’da da “Meram” vardı ama sanıyorum içinden buldozer geçti.
Åžehir ahalisinin; esnafın, tüccarın, memurun, zenaat erbabının bu “BaÄŸlar” semtinde evi ve bahçesi bulunurdu. Olmayanlar kiralardı. Yazönü baÄŸlara göçülür, ÅŸehir ahalisi kadını ve erkeÄŸi ile toprakla uÄŸraşırdı. Åžehirle-BaÄŸlar arasında burnu uzun eski otobüsler çalışırdı. Daha önceleri faytonlar, atlar, merkepler, talika arabalar falan.
Refik Halit “Åžeftali Bahçeleri” adlı hikâyesinde bu sabah ÅŸehre gidip akÅŸam dönüÅŸleri çok güzel anlatır.
Reçel-pekmez kaynatılır, tarhana-eriÅŸte dökülür, un-bulgur tedarik edilir, meyveler sebzeler kurutulur, salçalar yapılır, turÅŸular kurulur, marmelatlar, ÅŸerbetler. Bu ÅŸehirde yaÅŸayan nüfusun kendi iaÅŸesini kendinin üretmesidir. Bu tutum kainatın ahengine, mevsimlerin ritmine göre yaÅŸamaktır.
Bu üretim ve tüketim anlayışı hayatı “fabrika ayarına” göre düzenlenmiÅŸ “Sanayi Toplumu”ndan tamamen farklıdır. Formül ÅŸöyle: Az yiyecek, az konuÅŸacak, az uyuyacaksın. Nimete ÅŸükredecek, sıkıntıya sabredeceksin. Üretim ihtiyaca göre, tüketim kanaat ile.
Kimsenin evinde gösteriÅŸli mobilyalar, beyaz eÅŸya, mutfak robotu yoktu. Yer yatağı yünden evde yapılır, zemine el halısı veya kilim serilirdi. Kimsenin dolabında tek kiÅŸi için 25-30 gömlek, 5-10 çift ayakkabı bulunmazdı. Mahallenin zengini ile fakiri arasında fark görülmezdi. Asalet ahlâk ve takva ile ölçülürdü.
“Bizim hikâyemiz”in öngördüÄŸü hayat elbette “kanaat” kavramından doÄŸacak.
Bunlar geçti gitti. Köprülerin altından çok sular aktı. Ey Mustafa Kutlu sen bizi geriye döndürmeye, suyu tersine akıtmaya mı çağırıyorsun? Bu ÅŸehirleri yıkacak, bu fabrikaları kapatacak mıyız? Bu dijital çaÄŸda bize masal anlatma. Ä°yi ama ‘korona’ya söz geçmiyor. Ä°nsanlar en zengin ülkelerde bile patır patır dökülüyor. Kimi korkudan evden dışarı çıkamıyor. Ekonomi çöküyor, istikbal kararıyor.
Uzatmayalım, etrafımıza bakalım. Ä°nsanlar bu süreçte ÅŸehirden kaçmanın yollarını aradı. Ä°mkânı olanlar (ilerideki muhtemel felaketleri düÅŸünerek) içinde suyu olan bir toprak parçası satın aldı.
Bunca varlık, güvenlik, zenginlik içinde bu panik neyin nesidir.
Ha, bir de ÅŸu var.
Dünyanın en zengin adamı, ABD’li Amazon ÅŸirketinin sahibi, dünyaya bir ÅŸey olursa Mars’a gitmek, orada bir hayat kurmak için projeler yaptı. Ä°nsanoÄŸlu kadimden bu yana ölümsüzlüÄŸü aramıştır. Bunlar öte dünyaya inanmayanlar.
Ben bu yazıları âhırete inananlar için yazıyorum. Onlar zaten Hakk’ın rızasına ugun bir hayat yaÅŸarlarsa ebedî hayata kavuÅŸacaklarını biliyorlar.
Peki Hakk’ın rızasına uygun bir hayat nasıl yaÅŸanacak?
Madem bu soruyu sorduk, cevap verelim.
“Bizim hikâye” bu soruya verilecek cevaplarla yazılacak. Yazım iÅŸi kimbilir kaç yıl sürecek?
Önce ÅŸu içinde çırpındığımız “Tüketim Toplumu”nun ek yerlerini bulalım, ÅŸu hızla akıp giden nehirde “akıntıya karşı” çıkalım. Gerisi Allah kerim. Mutluluk seküler dünyada muÄŸlak bir kavramdır. Ä°nananlar için öyle deÄŸil. Ruhun, kalbin, nefsin itminana eriÅŸmesidir. Bunun hazla, hızla alâkası yok.
YeniÅŸafak
Henüz yorum yapılmamış.