Sosyal Medya

Gökhan Özcan'ın kaleminden: Plağın üstündeki sinek

Konuştuğumuz şeyleri sonu gelmeyen bir ip gibi şuursuzca elimize dolar hale geldik sanki. Sözlerin yumağı her geçen gün büyüyor, birikiyor elimizde. Sonunda ne yapacağız bu yumakla, orası meçhul?



YaÅŸayanların büyük bir kısmının sözlerin cakasına, fiyakasına takılıp kaldığı bir dünyada anlama yeni bir pencere açmak, hissediÅŸlere bir yenisini eklemek, söylenmiÅŸ sözlere baÅŸka türlü söylenmiÅŸ yeni bir söz eklemeye çalışmak için didinip duruyoruz? Ne kadar beyhude bir çabaymış, ne kadar zavallıca bir ısrarmış gibi görünse de hayatın derinliklerinde insana yakışan, ona deÄŸer katan ÅŸey bu çünkü. Ä°nsan, kendisini hayata baÄŸlayan anlamı aramazsa, o anlamı taşıyacak kelimeleri bir araya getirmezse, vazgeçerse onları aramaktan bütün bütün, plağın üstüne konan bir sinek gibi boÅŸ yere ÅŸarkıyla birlikte dönüp duracak, ÅŸarkının tamamen dışında kalacak demektir.
 
“O dize, cümle ya da hikaye, maddi varlığını kendisinden daima daha çok çekecektir ilgimizi, çünkü güneÅŸteki lekeler misali, bizler zayıf algıları olan, duyularımız tarafından kandırılan yaratıklarız, ancak edebi dil her ne kadar belirsiz, güvenilmez bir araç olsa da bazı mucizevi anlarda dünyayı görmemize yardım edecek güçtedir” diyor ‘Gezgin Kule ve Kitapkurdu’ kitabında Alberto Manguel.
 
KonuÅŸtuÄŸumuz ÅŸeyleri sonu gelmeyen bir ip gibi ÅŸuursuzca elimize dolar hale geldik sanki. Sözlerin yumağı her geçen gün büyüyor, birikiyor elimizde. Sonunda ne yapacağız bu yumakla, orası meçhul?
 
“Nerede kalmıştık?” diye sordu söze nereden baÅŸladığını unutan. “Çok uzak bir yerde!” dedi usulca, kalabalıktan biri.
 
Bazen çok mu takıyoruz kafamıza acaba her ÅŸeyi, çok mu didikliyoruz yaÅŸadıklarımızı diye düÅŸünmeden edemiyor insan. Gerek kaldı mı bütün bunlara, bütün bu sancılı uÄŸraÅŸlara gerçekten? Bütün bu uÄŸraşıp didinmeler bizi baÅŸkaları nezdinde sıkıcı, huzursuz, yanında kalınması zor insanlar kılmaktan öte neye yarıyor? Çoktan yaÅŸamaya alıştı insanlar sürekli itiraz edip durduÄŸumuz ÅŸeyleri yaÅŸamaya, bunları hayat bilmeye. Sözler deÄŸiÅŸtirmiyor hiçbir ÅŸeyi artık. Keza yazılıp çizilenler... Hiç birinin yok artık böyle bir gücü. O kadar cılızlaÅŸtı, o kadar yalnızlaÅŸtı ki olan bitene karşı itirazlarımız, yok hükmünde artık neredeyse. Ä°nsanın sadece kendine, sadece kendi kulağına söylediÄŸi yakıcı sözlere dönüÅŸtü hepsi. Neden yapıyoruz o halde bunu hâlâ? DeÄŸiÅŸmeyecekse hiçbir ÅŸey, neyin peÅŸindeyiz biz? Neden tüketiyoruz kendimizi, hayatımızı, nefesimizi? Neden boÅŸ yere kanırtıp duruyoruz içimizi? Çünkü böyle, çünkü kolay deÄŸil, insanın her ÅŸeyi sürükleyip götüren bu sele kendini bırakması kolay deÄŸil... Kendi tarifine tutunmayı bırakıp kendini yabancı baÅŸka tariflere, hatta belki de sadece katı, kaskatı bir tarifsizliÄŸe teslim etmesi kolay deÄŸil... Bu sancılar çekilecek, bu yalnızlık yaÅŸanacak, yolu yok! Kendiyle ufacık da olsa bir bağı kalsın istiyorsa, akıntıya karşı kulaç atmanın yorgunluÄŸunu göze alacak insan, kendi kendine konuÅŸmayı, bunu yaparken içinin sıkılmasını, canının acımasını, kendi sesinin yankısının duvarlara çarpıp geri dönmesini göze alacak.
 
“Gölgenin: milyonlarca kımıldayan ÅŸekli ve çıkmaz sokakları. Büro çekmecelerinde, dolaplarda, bavullarda hep gölge vardı. Evlerin, aÄŸaçların, taÅŸların altında ve insanların gözlerinin, gülümsemelerinin ardında da gölge vardı. Ve dünyanın gece tarafında kilometreler boyunca gölge vardı yine” diye yazmış Sylvia Plath,
 
‘Sırça Fanus’ta.
 
Günün ve gecenin kullanılmış sözlerini süpürüp götürüyor her sabah, hayatın çöpçüleri.
 
Bir de ÅŸunu düÅŸünün; dünyayı tıka basa dolduran sözler arasında kendisine hiç sıra gelmeyen bir söz ne hisseder?
 
“Dünya etrafına konuÅŸma yapmaya hevesli insanlarla dolu” dedi beyaz saçlı adam, “keÅŸke buna biraz ara verip gerçekten konuÅŸabilsek!”
 
YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.