Yeni bir edebiyat ufku açabilmek mümkün mü?
Şeyh Galib’in bile Divan şairlerinden beğendiği isim sayısı beşi altıyı geçmiyor, o da yenilikten söz ediyor, ilginç değil mi? Ömer Yalçınova yazdı.
Åžemsettin Sami’nin TaaÅŸÅŸuk-ı Talat ve Fitnat romanında Talat ve Fitnat birbirine aşık olurlar. Sonra bir zalim gelir, bunların kavuÅŸmasına engel olur. Bu zalim, Fitnat’ın üvey babasıdır. Fakat Fitnat, Talat’ı o kadar çok sever ki sürekli aÄŸlar, hasta olur. Talat’la kavuÅŸmalarına dair en küçük bir yalana veya aldatmacaya hemen kanar. Öyle bir ruh hali içindedir. Talat’la Fitnat mektuplaşırlar. Mektupları ah'lar ve figanlarla doludur. Ayrılığın, kavuÅŸamamanın kendilerini nasıl büyük bir derde soktuÄŸunu anlatırlar. Bu mektuplarda mutlaka ÅŸiir de vardır. EÄŸer kavuÅŸamayacak olurlarsa, intihar edeceklerini mutlaka ve defalarca belirtirler. Ve sonunda korkulan felaket bir yanlış anlama sonucunda veya sürekli belirtildiÄŸi üzere kaderin bir cilvesi olarak gelir. Talat’la Fitnat kavuÅŸamazlar. Fitnat intihar eder, Talat ise bu derde dayanamaz ve ölür.
Bu hikayeye Türk romanlarının çoÄŸunda, YeÅŸilçam filmlerinde, hatta günümüzde çekilen film ve dizilerde rastlamak mümkün.Leyla vü Mecnun veya Hüsn ü AÅŸk’a bakıyoruz, orada da aynısı var. Örnekler çoÄŸaltılabilir. Âşıkla maÅŸuku ayıran ÅŸey Hüsn ü AÅŸk’ta zalim bir hükümdar olan Hayret’tir, TaaÅŸÅŸuk-ı Talat ve Fitnat’ta despot bir üvey baba, YeÅŸilçam filmlerinde ise fakirlik olur. Yani roller, isimler deÄŸiÅŸir fakat hikaye kolay kolay deÄŸiÅŸmez. Bazı filmler mutlu sonla biter, çoÄŸunluÄŸu ise mutsuz sonla.
Aynı hikaye neden dönüp dolaşıp yeniden anlatılır?
TaaÅŸuku Talat ve Fitnat’ta Talat’ın anne babası mektepte tanışırlar, üstelik henüz çocuk yaÅŸtayken. Ve aralarında müthiÅŸ bir aÅŸk baÅŸlar. Hüsn ü AÅŸk’ta da aynıdır bu, Leyla vü Mecnun’da da. Bunun gibi daha birçok özellik yakalanabilir, aynıdır. Kendi içinde deÄŸiÅŸen ÅŸeyler mutlaka olacaktır. Yine TaaÅŸÅŸuk-ı Talat ve Fitnat’tan örnek verelim. Romandaki kadın tasavvuru, tarifi, tasviri aynen Hüsn ü AÅŸk ve Leyla vü Mecnun’daki gibidir. Uzaktan ve hayalidir. Anneden, abladan ne görülmüÅŸse o kadar. Tahminlerle yürür ve hiç de gerçekçi deÄŸildir. Çünkü ne Åžemsettin Sami ne Åžeyh Galib ne de Fuzuli sevgiliyi yakından tanıma imkanına sahiptir. Leyla, Hüsn ve Fitnat aynı kalıptan çıkmış gibidirler. Fakat üç eserde de erkek tasviri sahicidir. Görünen ve yaÅŸanan bir ÅŸeyden söz ederler çünkü. Kendi deneyimlerini kullanırlar. Bu eserlerde kadın ne kadar soyutsa, erkek de o kadar somuttur.
Neden böyle? Cumhuriyet tarihi, hatta biraz daha geriye çekersek MeÅŸrutiyet ve Tanzimat “yenilik” demek deÄŸil miydi? Her ÅŸeyde yenilik. Bu yüzden mutlaka edebiyatta da yenilik. Tanzimat romancıları realist roman yazmak istemiÅŸler. Onlar artık mesnevi, masal ve destanlardaki gibi olaÄŸanüstü olaylarla deÄŸil toplumsal sıkıntılarla uÄŸraÅŸacaklardır; toplumsal sıkıntıları ne kadar gerçekçi bir ÅŸekilde tespit edip anlatırlarsa, o kadar hızlı bir ÅŸekilde çözeceklerdir. Realizmin en iyi ÅŸekilde kullanılacağı türler ise roman ve piyestir. Realizm nereden alındıysa, bunun en iyi ÅŸekilde uygulanacağı tür de oradan alınacaktır, yani Batı’dan. MeÅŸrutiyet döneminde milliyetçi, vatanperver edebiyat ön plana çıkmış. Ülke bir varoluÅŸ savaşı içindedir. Bu arada roman ve piyesin yanına hikaye de katılır. Cumhuriyet dönemiyse tam bir “devrim”dir. Yeni bir devlet, yeni bir eÄŸitim sistemi, yeni bir düzen. Åžiirde hece ölçüsü esas kabul edilirken, hikaye ve romanda ulusalcılık hızla yükseliÅŸe geçer, bunun yerini ilerleyen zamanlarda sosyalizm alacaktır.
Tüm bunlar yaÅŸandı ama bugünden geriye doÄŸru bakıldığında anlatılan hikayelerin ana hatları açısından aynı olduÄŸu görülür. Åžemsettin Sami aynı hikayeyi, “erkek ve kadınlar birbiriyle görüÅŸtürülmeden evlendirilmemeli, yoksa büyük felaketlere yol açar bu” demek için anlatır. DiÄŸerlerinin de aynı hikayeyi anlatmakta farklı amaçları vardır. Åžeyh Galib kader vurgusu için, Fuzuli aÅŸkın büyüklüÄŸü için, YeÅŸilçam filmleri fakirlik zenginlik ayrımının acımasızlığı için, günümüz dizi ve filmleri ise eÄŸlendirmek için aynı hikayeyi dönüp dolaşıp yeniden anlatırlar. Öyleyse sorumuzun cevabı, yapılmak istenen deÄŸiÅŸim, geliÅŸim ve yenilikte baÅŸarısız olduÄŸumuz mudur, ülke olarak?
Gelenekten kopmak, yepyeni bir edebiyat ortaya koymak mümkün mü?
Söz konusu olan ÅŸey bir baÅŸarısızlık deÄŸildir. Kendi içinde baÅŸarısızlıktır tabi bu. Hedefe ulaşılamamıştır. Fakat daha geniÅŸ planda, diÄŸer ifadeyle haritanın bütününe bakıldığında baÅŸka bir mevcudiyetin ve sürekliliÄŸin olduÄŸu aÅŸikar. Gelenekten kopmak, yepyeni bir edebiyat ortaya koymak, bir yanılgıdan ibarettir. Siz istediÄŸiniz kadar edebiyatı deÄŸiÅŸtirmeye çalışın, yazacağınız her ÅŸey geleneÄŸin ana damarından beslenecektir. Kullandığınız dili bile istediÄŸiniz kadar yenilemeye çalışın, farklı farklı üsluplarla olmadık türlerde eserler meydana getirin, yine iÅŸ dönüp dolaşıp Fuzuli’ye baÄŸlanacaktır, Yunus Emre’ye gidecektir. Ä°sterseniz Fuzuli’yi okumamış olun, deÄŸiÅŸen bir ÅŸey olmaz. Onun dilinden dökülen ifadeler, hikayeler, tasvirler ana damar olarak devam edecek, siz ondan neÅŸet eden damarın da damarından beslenmiÅŸ olsanız bile Fuzuli’nin kokusunu, rengini, nefesini taşıyacaksınız.
Bu yüzden Tanzimat, MeÅŸrutiyet, Cumhuriyet yenilik diye bangır bangır bağırsın ve taÅŸ üstünde taÅŸ bırakmasın, bir tartışmadan çıkıp diÄŸerine girsin, bir yandan Namık Kemal Divan edebiyatına savaÅŸ açsın, diÄŸer yandan Nazım Hikmet putları yıkmaktan söz etsin, her gelen yenilik iddiasında bulunsun, eskiyi eleÅŸtirsin, beÄŸenmesin. Åžeyh Galib’in bile Divan ÅŸairlerinden beÄŸendiÄŸi isim sayısı beÅŸi altıyı geçmiyor, o da yenilikten söz ediyor, ilginç deÄŸil mi? Bu durum gayet tanıdık. Türkçe düÅŸünen, yazan herkes, ona düÅŸman olsa, ondan kurtulmak istese de, geleneÄŸin çocuÄŸu olmaktan kurtulamayacaktır. Nazım Hikmet’in Kerem misali yanmaktan söz etmesini baÅŸka türlü neyle açıklayacağız? Postmodern diye deÄŸerlendirilen Orhan Pamuk veya Ä°hsan Oktay Anar’ın en baÅŸarılı bulunan romanlarında bir türlü Osmanlı dönemi efsanelerinden çıkamayışlarını neye yoracağız?
Etkilenmekten söz etmiyoruz. Onu da kapsayan, tabii eÄŸer varsa böyle bir ÅŸey, “toplumsal bilinçaltı”nı iÅŸaret ediyoruz. Etkilenmenin de nedeni bu bilinçaltıdır. Çünkü Batılı metinlerden ne kadar etkilenebiliriz? Bir Türk romancı, zorlasa zorlasa Dostoyevski veya Balzac’dan neyi ne kadar alabilir? Eskiden Batı etkisindeki Türk ÅŸiirinden söz edilirdi. ÖrneÄŸin Necip Fazıl Kısakürek ve Cahit Sıtkı Tarancı’daki Baudelaire etkisi. Veya Ahmet HaÅŸim’deki sembolist Batı ÅŸairlerinin etkisi. Åžimdilerde bu tür etki ve sınıflandırmalara pek itibar edilmiyor. Çünkü biliniyor ki Necip Fazıl’ı Necip Fazıl yapan ondaki Baudelaire etkisi deÄŸildir. Ahmet HaÅŸim’i yine Ahmet HaÅŸim yapan da sembolist Batı ÅŸairlerinin etkisi deÄŸildir. Onları kendisi yapan, gelenekten aldıklarıdır. Temel esin kaynaklarından yani. Onlardaki Batı ÅŸiiri etkisi kısmidir, oysa gelenek etkisinin ucu bucağı bulunmaz. Çünkü onlar neyse, ÅŸahsiyetleri, yetenekleri, duygu ve düÅŸünceleri, hepsinin de gelenekte bir karşılığı vardır. Bu yüzden farkında olarak veya olmayarak gelenekten çok ÅŸey alırlar. Ve bunlarla kendi olmayı baÅŸarırlar. Çünkü insan kendine benzeyenler üzerinden kendine ulaÅŸabilir.
Yenilik denilince bir de bunları aklımıza getirmeliyiz diye düÅŸünüyorum.
Ömer Yalçınova / Dünya Bizim Kültür Portali
Henüz yorum yapılmamış.