Savaş Barkçin: Tevhidin dili
Yaklaşık iki asırdır tevhid dilinden koptuk. Bugün kullandığımız birçok kavram bizi tevhide bağlayan değil ondan koparan kavramlar... Kalpte kopuş olunca zihinde de olur. Zihinde kargaşa olursa dilde de olur. Dil şaşarsa düşünce de şaşar. Düşünce yamulunca hayat da yamulur. Vaziyetimiz bu...
“Semâvî dinler” tâbirini duymuÅŸsunuzdur. “Semâdan gelen dinler” anlamında. Aslında Ä°ngilizce “celestial religion” tâbirinin TürkçeleÅŸtirilmiÅŸ hâli... “Celestia”Latince’de “semâ, gök” demek. “Görünen gök” anlamına geldiÄŸi gibi “cennet” anlamına da gelir. Ä°lâhiyatçılar, vâizler, din üzerine yazanlar, konuÅŸanlar bu kavramı rahatça kullanıyorlar. DiÄŸer pek çok kavram gibi, siciline bakmadan... Oysa bu terimin geleneÄŸimizde yeri yok. Ne Kitâb’da, ne sünnette, ne ilim geleneÄŸinde böyle bir tâbir kullanılmamış. Zaten dinin göksel olanı, yersel olanı, gökten ineni, yerden biteni olur mu? Bir mümin hemen buradaki sarsaklığı sezmez mi? Tevhidi yaÅŸamayıp sadece dedikodusunu yaptığımız için bu gibi ÅŸaÅŸkınlıklar maalesef olaÄŸan hâle geldi. Kanıksadığımız baÅŸka bir yanlış kavram: “din adamı.” Yahu tevhid ehli olan birisi hiç “din adamı” der mi? Çünkü Ä°slam’da herkes din adamıdır, din kadınıdır. Peki, bu “din adamı” kavramı nereden çıktı? Belli ki bu kavram da dini aynen devlet gibi, piyasa gibi sınırlı ve iÅŸaretli bir alan ve kurum olarak tanımlayan Batı’dan tercüme edilmiÅŸ.
Ha, eÄŸer “din adamı” derken dinî ilimlerde, daha doÄŸrusu ÅŸer’î ilimlerde söz sahibi olan kiÅŸileri katsediyorsak onlara “din adamı” deÄŸil “âlim” denir. Âlim olmak da bir sınıf veya kurumsal mensubiyet göstermez. Bir meslek deÄŸildir, bir vasıftır. BaÅŸka bir sapmış kavram: “din görevlisi.” Bunun da altında devlete iliÅŸme, devlete çalışmakla önem kazanma, kısacası memur olma hevesi yatıyor olsa gerek... Yahu namazı kıldıran bir imam, vaaz eden bir hoca devletin memuru olur mu? Oysa Ä°slam medeniyetinin hiçbir yerinde ve devrinde câmilerdeki imamların, müezzinlerin, kayyumların, duahânların, medreselerdeki âlimlerin, tekkelerdeki ÅŸeyhlerin, halifelerin, derviÅŸlerin devletten maaÅŸ aldığı vâkî deÄŸil. Çünkü câmilerin, medreselerin, tekkelerin hepsi birer vakıf. Yani? Ä°mamlar, müderrisler, ÅŸeyhler devletten özerk. Tek parti döneminin ilk iÅŸlerinden olan Diyânet, iÅŸte bu özerkliÄŸi devletleÅŸtirmek için kuruldu.
Bir yandan medrese, tekke, vakıfları yok ederken, diÄŸer yandan Diyânet’i kurmasının gayesi elbette dinimizi daha iyi öÄŸretmek deÄŸildi. Amaç, vakıfları yok ederek bir memur sınıfı oluÅŸturmaktı. Dini devletin kontrolü içine almaktı. Batı’daki kilise yapısı gibi bir “ruhbanlık” yapısı, yani bir “din adamları,” “din görevlileri” hiyerarÅŸisi kurmak, başına da devletin emrindeki birini atamaktı. Bu kavramlara niye bu kadar takılıyoruz? Çünkü kavramlar boÅŸ ÅŸeyler deÄŸil, her kavram aynı zamanda bir kurum... “Din” yerine “diyânet,” “âlim” yerine “din adamı,” “ulûm-i ÅŸer’iyye” yerine “ilâhiyât” denince sadece dil deÄŸil, din de allak-bullak oluyor. Yaklaşık iki asırdır tevhid dilinden koptuk. Bugün kullandığımız birçok kavram bizi tevhide baÄŸlayan deÄŸil ondan koparan kavramlar... Kalpte kopuÅŸ olunca zihinde de olur. Zihinde kargaÅŸa olursa dilde de olur. Dil ÅŸaÅŸarsa düÅŸünce de ÅŸaÅŸar. DüÅŸünce yamulunca hayat da yamulur.
Vaziyetimiz bu... Bu ÅŸaÅŸkınlığın başı yine Tanzimat’tır. Yani kendimiz olmaktan çıkmaya baÅŸladığımız dönem... O dönemde baÅŸlayan aslî kavramlarımızı Batılı kavramlar ile eÅŸ görme kompleksi Cumhuriyet döneminde teslimiyete döndü. Tek Parti sadece devleti tasfiye etmedi. Sadece vakıflar, medrese ve tekke gibi toplumun ilim, ihlâs ve ahlâkını inÅŸa eden kurumları yıkmadı. Azm ü cezm ü kasd ile aslî kavramlara saldırdı ve onları devre dışı bıraktı. Israrla “Ä°slam”ın yerine “millet”i, “bediiyyât”ın yerine “estetik”i, “ahlâk”ın yerine “etik”i, “tasavvuf”un yerine “mistisizm”i, “fıkh”ın yerine “hukuk” u ikâme etti. Tek Parti döneminde dile yapılan saldırının altında sadece Türkçe’yi sadeleÅŸtirmek garabeti yoktu. Temelinde tevhid diline karşı açılan savaÅŸ vardı. O yüzden rejim tevhid dilini de yasakladı. Yani kavramları kurumlar ile beraber hayattan çıkarmaya çalıştı.
Peki, bu tasfiyeye karşı muhafazakârlar ne yaptı? “Köprüyü geçene kadar” mantığıyla bütün bu yanlışları meÅŸrulaÅŸtırdılar. “Batı’da ne varsa vallahi billahi bizde de var” kompleksiyle bu tasfiyeye gönüllü omuz verdiler. O yüzden Kemalist kadar muhafazakâr da kendisi olmaktan çıktı. Onların da referansı kendimiz, tevhid deÄŸil. Burada dert edindiÄŸimiz sadece kelimeler deÄŸil. Yoksa “sandalye” yerine baÅŸka bir ÅŸey desek belki büyük bir kayıp olmaz. Gerçi “sandalye”nin de her sıradan kelimenin de koskoca bir âlemi var, o ayrı... Fakat aslî kavramlar, tevhid kavramları bambaÅŸkadır. Çünkü her aslî kavram, bir anlama baÄŸlıdır. Anlamlar ise insanları, toplumları inÅŸâ eden unsurlardır. Her tevhidî kavramın içerdiÄŸi anlamlar silsilesi sizi Mevlâmıza kavuÅŸturur. Yani tevhid dili kiÅŸiyi tevhide alıştırır, ulaÅŸtırır. Meselâ “ahlâk,” “hulk” kelimesinden gelir ki “yaradılış” demektir. Yaradılış varsa o zaman Yaradan da vardır.
Bakın, bu kavram bizi hemen el-Hâlık’a, yani tevhide ulaÅŸtırıyor. “Sadaka” deseniz aynı, “ÅŸehâdet” deseniz, “emânet” deseniz, “hukuk” deseniz hep aynı... Bunlar hep tevhid üzerine tanımlanmış; bildiren, olduran, erdiren kavramlar... Bunlar tercümeye gelmezler, târife gelirler. Uyanalım, tercüme dili, tevhid dilini öldürüyor. Kavramda baÅŸlayan yıkım anlama ve inanca kadar inmiÅŸ durumda... Bunun aslı neredeyse genetik hâle gelmiÅŸ olan Batı’ya karşı aÅŸağılık kompleksidir. Yani Allah’ı, O’nun kelâmını, Rasûl’ünü, bu zincire baÄŸlı bütün örnek insanları yetersiz ve hafif görmektir. O hâlde tevhid ehli büyüklerin uyarısını bir kez daha hatırlayalım: “Diline dikkat et, dilin olur.” ”Dil” aynı zamanda “gönül” demektir. O zaman bu sözdeki “dil” kelimesini “lisân” ve “gönül” anlamlarını düÅŸünerek tekrar okuyup düÅŸünelim. DüÅŸünelim ve dilimizi, dinimizi, kendimizi birleyelim.
Kaynak: Cins Dergi, Mayıs 2019
Henüz yorum yapılmamış.