Gökhan Özcan: Açlık ve tokluk
Gkhan Özcan / Yenişafak
“DüÅŸüncesizlik, günümüz dünyasında her yere girip çıkan garip bir misafirdir. Çünkü günümüzde en hızlı ve ucuz yolla bilgiye ulaşılıyor ve aynı anda hızlıca unutuluyor. Böylece bir etkinlik, bir diÄŸerini kovalıyor” diyor Martin Heidegger, ‘Olmaya Bırakılmışlık’ isimli eserinde.
Sofra kurup adam gibi yemek yeme yerine çoÄŸu vakit ayak üstü atıştırmayı tercih eder hale geldik. Sorsalar, bunun bir tercih olmadığını, mecburiyetten öyle yaptığımızı söyleriz. Nedir o mecburiyet? Ä°ÅŸ yoÄŸunlukları, mesai zorunlulukları... Bugün bizim mecburiyet diye nitelendirdiÄŸimiz ne varsa aslında hepsi birer tercih... Bazılarını kendi başımıza yaptık o tercihlerin, bazılarını topluca...
Atıştırma kültürünün yaygın hale gelmesiyle hemen hepimizde mide sıkıntıları, hazım güçlükleri baÅŸladı. Herkesin midesiyle az ya da çok bir derdi var. Çünkü yiyecekleri damperli bir kamyonun yükünü boÅŸaltması gibi boca ediyoruz midemize. Tabiatı buna uygun olmadığı için midelerimiz de kendi bildikleri dilden isyan ediyorlar bu halimize. Bunu hak etmediÄŸimizi söyleyebilir miyiz? Atıştırmayı yemek yemenin muadili ya da ikamesi olarak kabul etmekle en baÅŸta feci bir yanlışa düÅŸtük aslında biz. Ä°kisi aynı ÅŸey deÄŸil oysa, birbirinden çok farklı iki ayrı ÅŸey...
Biri mideyi beslemeyi ifade ediyor, ikincisi mideyi doldurmayı tabiri caizse. Asli olanın, olması gerekenin ne olduÄŸunu zaten midemiz bize söylüyor. Birinde mide için her ÅŸey yolunda ilerliyor, diÄŸerinde isyana yol açacak derecede büyük bir hata iÅŸleniyor.
Midemize karşı iÅŸlediÄŸimiz bu hatayı ayniyle zihinlerimiz için de iÅŸliyoruz üstelik. Tıpkı midelerimiz gibi zihinlerimizi de adam gibi beslemekten uzaklaÅŸtık, uzaklaşıyoruz. Zihinlerimizi de elimize geçen her sözü, bilgiyi, ifadeyi içine tıkıştırarak hazımsızlığa duçar ettik. Midelerimiz sindiremediÄŸi, vücuda yarayışlı hale getiremediÄŸi atıştırmalıklar yüzünden nasıl alarm veriyorsa zihnimiz de aynı ÅŸekilde imdat ediyor aslında. Birtakım ilaçlarla mideleri bir zaman için yatıştırmak mümkün ama zihinlerde durum çok daha vahim... Hepimiz kendimizce çareler bularak uyuÅŸturmaya çalışıyoruz bu yüzden zihinlerimizi... Tek tek isimlerini yazmaya gerek var mı? PeÅŸine takıldığımız, kapılıp gittiÄŸimiz ve insandan insana deÄŸiÅŸen bir sürü ÅŸey: Teknoloji ve internet mesela, hararetli siyaset, moda ve trendler, günler ve kabuller, tüketim, futbol, bilumum spor yapmalar, kas ve baklava iÅŸleri, kültür ya da sanat etiketi yapıştırdığımız piyasalık iÅŸler, fizik, yanında metafizik, gezmeler tozmalar, tatillere akmalar, olanca gurmelikler, komik ÅŸeyler, dehÅŸetengiz videolar, akan gündemler, akmayan fikirler...
Bütün bunlar, ucundaki minicik faydayı göstererek kendimizi ikna ettiÄŸimiz uyuÅŸmalar üretiyor bizim için... O uyuÅŸmalar da güya bizi sancılarla yaÅŸamaktan kurtarıyor. Sancısızlık sanısı benim bildiÄŸim en sancılı ÅŸey oysa!
“Sürekli yiyerek bir kimse midesini bozar ve böylelikle bütün bedenine zarar verirse, zihin de düÅŸünce malzemesiyle lüzumundan fazla beslenerek boÄŸulabilir. Çünkü bir kimse ne kadar fazla okursa, okuduklarından kalan izler de kaçınılmaz olarak o kadar az olacaktır; zihin üzerine tekrar tekrar yazı yazılan bir tablete benzer. Derin derin düÅŸünmeye zaman yoktur ve okunan ÅŸeyler ancak derin düÅŸünmeyle hazmedilebilir” diyor Arthur Schopenhauer, ‘Okumak, Yazmak ve YaÅŸamak Üzere’ kitabında.
“Sonsuz bir açlığı korkunç bir ÅŸiÅŸkinlik hissiyle yaÅŸamak” dedi beyaz saçlı adam, “galiba hikayemiz bu bizim!”
Henüz yorum yapılmamış.