Özel / Analiz Haber
Filistin meselesi Suudi yönetiminin de geleceğini belirleyecek
Türkiye ve İran’dan algıladıkları askerî ve ideolojik tehditleri dengelemek için İsrail ve ABD’nin aktif desteğine şiddetle ihtiyaç duymaları ve içinde bulundukları ekonomik zorluklar, Suudileri İsrail'i tanıma konusunda BAE’nin peşine takılmaya zorluyor. Fakat ülkede böyle önemli bir politik değişimi taşıyabilecek güçlü bir siyasi iradenin yokluğu bu politikanın takibini zorlaştırıyor.
GeçtiÄŸimiz hafta ABD nezaretinde BirleÅŸik Arap Emirlikleri (BAE) ile Ä°srail arasında yapılan ve iki ülke iliÅŸkilerini normalleÅŸtirmeyi öngören anlaÅŸma gözlerin Riyad yönetimi üzerine çevrilmesine yol açtı. BAE ile Ä°srail arasında bugüne kadar perde gerisinde yürütülen yakın iliÅŸkilerin alenileÅŸmesi zaten beklenmekteydi. Her ne kadar beklenen bu adım Abu Dabi’den gelse de, bölgesel sonuçlar doÄŸuracak asıl kararı verecek olan Riyad yönetimidir. Çünkü Suudi Arabistan, iÅŸgal ettiÄŸi jeopolitik konum, temsil ettiÄŸi deÄŸerler, ekonomik gücü, diplomatik ağırlığı ve demografisi sebebiyle Türkiye, Ä°ran ve Mısır’la birlikte Orta DoÄŸu’nun dört mihver ülkesinden biridir.
Bölgenin mihver ülkelerinden olan Mısır 1979 yılında Camp David anlaÅŸması ile Ä°srail’i tanıyan ilk Arap ülkesi olmuÅŸtu. Bu dönemde Suudiler öncülüÄŸünde hareket eden Arap BirliÄŸi üyesi ülkelerin giriÅŸimiyle Mısır Arap BirliÄŸi’nden çıkarılmıştı. Arap BirliÄŸi’nin merkezi Kahire’den Tunus’a taşındı ve Arap ülkeleri Mısır’a “Arap ve Ä°slam davalarına ihanet ettiÄŸi” gerekçesiyle ciddi ekonomik ve diplomatik yaptırımlar uyguladılar. Çünkü bu dönemde Suudiler, devrim sonrasında Ä°slamcı bir politika takip eden Ä°ran’dan gelen ideolojik meydan okumaları savmak için Ä°ran’la “kimin rejimi daha iyi Müslüman” yarışına girmiÅŸti.
Bugün BAE, Umman, Ürdün ve Bahreyn gibi bölgesel ve küresel siyasette sınırlı etkisi olan aktörlerin alacağı tutumun bölgesel meselelerde bir sonuç doÄŸurma ihtimali zayıf. Bölgedeki bu aktörlerin aldıkları tutum Suudilerin bu konuda adım atmasına uygun bölgesel ve küresel atmosfer oluÅŸturmak ve Suudileri Ä°srail’le perde gerisinden zaten normal olan iliÅŸkilerin alenileÅŸtirilmesi yönünde zorlamaya dönüktür. Ancak bölgesel ve küresel siyasetin mevcut kırılganlıkları, Suudileri Ä°srail’le iliÅŸkilerini alenileÅŸtirme konusunda bir ikileme sevk etmekte. Ä°srail’le iliÅŸkileri normalleÅŸtirmek/alenileÅŸtirmek, bölgedeki mevcut güvensizlik ortamında Suudiler için hayati önem arz eden ABD ve Ä°srail’in aktif güvenlik desteÄŸini saÄŸlayabilir. Ne var ki Filistin meselesine sırtını dönen Riyad yönetimine, Türkiye liderliÄŸindeki Sünni ve Ä°ran liderliÄŸindeki Åžii eksenden yönelecek etkili bir ideolojik meydan okuma, daha ciddi güvenlik sorunlarına yol açacaktır.
Suudiler için en büyük tehdit askerî mi, ideolojik mi?
BaÅŸta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri, Nasır’ın 1962 yılından itibaren Yemen’e Mısır ordusunu sevk etmesi ve Saddam Hüseyin’in 1990 yılında Kuveyt’i iÅŸgal etmesi dışında, tarihleri boyunca ciddi bir askerî tehditle karşı karşıya gelmediler. Körfez siyasetini yakından takip edenler bilirler ki Suudi Arabistan dâhil Körfez’in statükocu rejimleri, askerî tehditten ziyade politik meÅŸruiyete yönelen ideolojik meydan okumalara karşı daha hassas ve savunmasızlardır. Bu durumun en önemli sebebi, ideolojik meydan okumaların tüm bölgede yöneticilerle halk arasında zaten var olan uçurumu daha da derinleÅŸtirebilecek olmasıdır. Bu yüzden uzun yılar boyunca bu ülkelerde güvenlik sektörüne ayrılan devasa bütçeler, dışarıdan gelecek askerî tehditleri caydırmaktan ziyade -bu ülkelerin böyle bir kabiliyeti hiçbir zaman olmadı- rejimlerin meÅŸruiyetine yönelecek tehditleri dengelemeye yöneliktir. Bu rejimlerin ideolojik tehditler karşısındaki hassasiyeti ve savunmasızlığı rejimlerin yapısıyla yakından alakalı.
Abdülaziz bin Suud tarafından resmi olarak 1932 yılında kurulan Suudi Arabistan devleti Suudi hanedanı tarafından yönetilen bir “hanedan monarÅŸisidir”. Ä°lk defa 1932 yılında siyasi birliÄŸe kavuÅŸan bugünkü Suudi Arabistan toprakları bünyesinde jeopolitik ve ideolojik kırılganlıklar barındırıyor. Orta Arabistan (Necid) kökenli bir kabile olan Ä°bn Suud tarafından kurulan Suudi Arabistan’ın siyasi yapısı DoÄŸu Vilayeti, Güney Arabistan ve Hicaz bölgesinin gönülsüz birlikteliÄŸine dayanıyor. Bunda Ä°bn Suud hanedanının bu bölgeleri Ä°ngiliz-ABD desteÄŸi ve silah zoruyla Riyad’a baÄŸlamasının da önemli bir payı var. Ülke siyasetine yakından bakıldığında Necid dışındaki kabilelerin önemli mevkilerden (ordu, bürokrasi, ekonomi) dışlandığı rahat bir ÅŸekilde görülebilir. Ülkede tahta çıkma konusunda anne tarafındaki soy faktörü önemli bir avantaj veya dezavantaj teÅŸkil edebiliyor. Anne tarafından Necid kökenli olmayan prenslerin taht rekabetinde baÅŸarı ÅŸansları oldukça sınırlı. ÖrneÄŸin Talal bin Abdülaziz ve Mukrin bin Abdülaziz gibi annesi Yemen kökenli prensler Suudi tahtına çıkamamışlardır. Necid kökenli kabilelerin ülke siyasetindeki bu baskın gücü, Åžiilerin yoÄŸun olarak yaÅŸadığı DoÄŸu Vilayeti’nde, Hicaz bölgesinde, Asir, Zizan ve Necran gibi Güney Arabistan’da hiçbir zaman kabul görmemiÅŸtir. Suudi tarihi boyunca bu üç bölgeden çıkan çok sayıda yönetim karşıtı ve ayrılıkçı isyan giriÅŸimi, bu gönülsüz birlikteliÄŸin en açık kanıtıdır.
Suudi Arabistan’ın resmî ideolojisi olan VehhabiliÄŸin ülke tarihi boyunca Hicaz, DoÄŸu Vilayeti ve Güney Arabistan’da kabul görmemiÅŸ olması da yukarıda ifade edilen coÄŸrafi bölünmüÅŸlüÄŸün ideolojik alanda da paralel bir bölünmüÅŸlüÄŸe yol açtığını gösteriyor. VehhabiliÄŸin özellikle Hicaz bölgesinde kabul görmemesi Suudi Arabistan’daki meÅŸruiyet krizini derinleÅŸtirmekte. Çünkü Suudi kralları meÅŸruiyetlerini önemli ölçüde Ä°slam’dan ve Ä°slam’ın iki kutsal mekânı olan Mekke ve Medine’ye hükmetmekten alıyorlar. 1980’li yıllarda Ä°ran kaynaklı “Devrimci Ä°slam” ideolojik meydan okuması Suudi Arabistan’da rejimin meÅŸruiyetini sarstığında, Suudi kralları isimlerinin başında “iki kutsal mekânın hizmetçisi” anlamına gelen “Hâdimü’l-Harameyni’ÅŸ-Åžerifeyn” sıfatını kullanmaya baÅŸladılar.
Ülke demografisine yakından bakıldığında, nüfusun yaklaşık dörtte üçünün gençlerden oluÅŸtuÄŸu görülüyor. Vehhabi ideolojisinin tüm ülkede kökleÅŸmesini saÄŸlayarak politik meÅŸruiyeti güçlendirmek isteyen Suudi yönetimi bu genç nüfusu uzun yıllar boyunca yoÄŸun bir teoloji eÄŸitiminden geçirdi. Bu politikada, 1980 sonrası Ä°ran’la girilen “kimin rejimi daha iyi Müslüman” yarışının da etkisi olmuÅŸtur. Fakat son yıllarda azalan petrol gelirlerinin yol açtığı ekonomik darboÄŸazlardan korunmak için ekonomisini çeÅŸitlendirmek isteyen ve güçlü bir endüstriyel kapasite için yetiÅŸmiÅŸ insan kaynağına ihtiyaç duyan Riyad yönetimi yurt dışına çok sayıda öÄŸrenci gönderme politikasına yöneldi. Hızla artan genç nüfus, uzun yıllar Avrupa ve ABD’de yaÅŸadıktan sonra ülkesine dönen genç Suudiler ve kitle iletiÅŸim araçlarının yaygın kullanımı, ulus-aşırı ideolojilerin Suudi Arabistan’da yayılışını hızlandırdı. Bu durum, baÅŸta genç nüfus olmak üzere Suudilerde güçlü bir deÄŸiÅŸim arzusu açığa çıkardı.
Suudi rejiminin yapısına dair yukarıda sayılan her üç unsur Suudi Arabistan’da rejimin ideolojik meydan okumalara açık hale gelmesinin ve rejimin bu meydan okumaları savma konusunda yetersiz kapasiteye sahip olmasının en önemli sebebidir.
Suudi iç siyasetinde Filistin meselesi
Tarih boyunca Suudilerin ciddi ideolojik meydan okumalara maruz kalmasında Filistin meselesinin önemli bir rolü bulunuyor. ÖrneÄŸin 1960’lı yıllarda Mısır CumhurbaÅŸkanı Nasır’ın Suudi rejimine yönelttiÄŸi “Pan-Arabizm” ideolojik tehdidiyle 1980’li yıllarda Humeyni yönetimindeki Ä°ran’dan gelen “Devrimci Ä°slam” ideolojik meydan okumaları Filistin meselesiyle yakından alakalıdır. Her iki dönemde de Suudi rejimi içeride çok ciddi darbe teÅŸebbüsleri ve isyan giriÅŸimleriyle uÄŸraÅŸmak zorunda kalmış, ABD’nin Eisenhower (1957), Nixon (1969) ve Carter (1980) doktrinleriyle saÄŸladığı aktif destek sayesinde ayakta kalabilmiÅŸtir. Suudi dış politikasının uzun yıllar boyunca en önemli ilkesi olan “Arap ve Ä°slam davalarına baÄŸlılık” Ä°ran, Suriye, Irak ve Mısır gibi çevre ülkelerden yayılan ideolojik meydan okumaları savmak isteyen Suudi yönetiminin en önemli dayanağı olmuÅŸtur.
Burada ÅŸaşırtıcı olan Ä°ran, Suriye, Irak ve Mısır gibi çevre ülkelerden gelen ideolojik meydan okumaların Suudi hanedanı, ordusu ve bürokrasisi içinde de ciddi taraftar bulmuÅŸ olmasıdır. Bu durum rejimin ideolojik meydan okumalar karşısındaki hassasiyetini ve savunmasızlığını artırmıştır. ÖrneÄŸin bugün Suudi tahtı konusunda Muhammed bin Selman’ın en önemli rakibi olan Velid bin Talal’ın babası Talal bin Abdülaziz, Kral Faysal ile girdiÄŸi taht mücadelesini kazanmak için 1960’lı yıllarda Arap dünyasında oldukça popüler olan Ä°srail karşıtı sosyalist Arap milliyetçiliÄŸine yönelmiÅŸti. Prens Talal, bu ideolojiye gönül veren hatırı sayılır hanedan üyesinin katılımıyla oluÅŸan “Özgür Prensler” hareketine de liderlik etmiÅŸti. Bu dönemde Suudi ordusundan çok sayıda üst düzey subay da Pan-Arabizm ideolojisinin cazibesine kapılmıştı. Riyad yönetimi 1960’lı yıllarda bu subayların katıldığı bir dizi darbe teÅŸebbüsüyle uÄŸraÅŸmak zorunda kaldı. Benzer ÅŸekilde Humeyni’nin “Devrimci Ä°slam” söylemi de baÅŸta DoÄŸu Vilayeti olmak üzere Suudi Arabistan’da geniÅŸ bir yankı uyandırmış, çok sayıda rejim karşıtı isyan giriÅŸiminin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Arap Baharı sonrası artan kırılganlıklar Suudilerin ikilemini derinleştiriyor
2010 yılında baÅŸlayan Arap Baharı süreci Suudilerin ideolojik alandaki kırılganlıklarını artırmış, güvensizlik hislerini derinleÅŸtirmiÅŸtir. Bu süreçte Irak, Suriye, Yemen ve Libya’da çökmüÅŸ devlet sistemleri ve iç savaÅŸlar, ABD’nin “Asya Pivot” stratejisiyle Orta DoÄŸu’daki müttefiklerinin güvenlik garantörlüÄŸü rolünden vazgeçerek Çin’e odaklanması gibi geliÅŸmeler, her ne kadar bugüne kadar bir “istikrar adası” olarak kalmayı baÅŸarsa da, Suudi Arabistan’ın güvenliÄŸini zayıflattı. Yine bu süreçte küresel enerji piyasasında yaÅŸanan radikal deÄŸiÅŸiklikler Suudilerin küresel enerji piyasasının lideri rolünü ortadan kaldırdı ve petrol fiyatlarının düÅŸmesine baÄŸlı olarak azalan petrol gelirleri de ciddi ekonomik darboÄŸazlara sebep oldu. Azalan petro-dolarlar, ABD’nin uzun yıllar saÄŸladığı güvenlik garantörlüÄŸünden vazgeçme eÄŸilimleri ve tüm bölgede devam eden iç savaÅŸ ve gerginliklerin yol açtığı Arap toplumundaki radikalleÅŸme eÄŸilimleri, Suudilerin ideolojik meydan okumalara karşı hassasiyetini artırıyor.
Bugün Suudiler önemli bir ikilemle karşı karşıya: Ya BAE’nin peÅŸine takılarak Ä°srail’le iliÅŸkileri normalleÅŸtirerek uzun yıllar dış politikanın deÄŸiÅŸmez ilkesi olan “Arap ve Ä°slam davalarına baÄŸlıktan” vazgeçecekler ya da Filistin meselesinde, önemli ölçüde aşınmış olsa da geçmiÅŸteki pozisyonlarını korumaya devam edecekler. Burada ÅŸu gerçeÄŸi de ifade etmekte yarar var: Riyad’ın bu hususta BAE gibi küçük bir aktörün peÅŸine takılması Suudilerin ulusal onurları için ağır bir darbe olacaktır.
Türkiye ve Ä°ran’dan algıladıkları askerî ve ideolojik tehditleri dengelemek için Ä°srail ve ABD’nin aktif desteÄŸine ÅŸiddetle ihtiyaç duymaları ve içinde bulundukları ekonomik zorluklar, Suudileri BAE’nin peÅŸine takılmaya zorluyor. Fakat ülkede böyle önemli bir politik deÄŸiÅŸimi taşıyabilecek güçlü bir siyasi iradenin yokluÄŸu bu politikanın takibini zorlaÅŸtırıyor. Bugün ülke, Muhammed bin Selman’ın liderlik ettiÄŸi, büyük çoÄŸunluÄŸu genç ve tecrübesiz bir kadro tarafından yönetiliyor. Aynı zamanda genç, tecrübesiz ve maceracı prensin arkasında, geçmiÅŸ yıllarda kral amcalarının sahip olduÄŸu, güçlü bir hanedan desteÄŸi de bulunmuyor. Çünkü Muhammed bin Selman, son üç yılda tahta giden yoldaki rakiplerini ortadan kaldırmak için giriÅŸtiÄŸi sindirme operasyonları ve tutuklamalarla Suudi hanedanında derin bir çatlaÄŸa sebep oldu. Suudi iç siyasetinde profilinin zayıflaması, tahta çıkma konusunda oldukça iddialı olan Muhammed bin Selman’ın ABD seçimlerine ve Donald Trump’ın zaferine bel baÄŸlamasına yol açıyor. Ä°srail ile normalleÅŸmeyi kendisini tahta taşıyacak bir dış politika aracı olarak yorumlaması, Muhammed bin Selman’ı bu yönde teÅŸvik edebilir.
Åžu da bir gerçek ki Riyad ABD ve Ä°srail’in aktif desteÄŸi için Ä°srail’le normalleÅŸmeyi seçerse, Türkiye’nin liderlik ettiÄŸi Katar ve Müslüman KardeÅŸler’den oluÅŸan Sünni ve Ä°ran’ın liderlik ettiÄŸi Åžii blok kaynaklı sert bir ideolojik meydan okumayla karşı karşıya kalacaktır. Özellikle Filistin davasına aktif destek vermeyi en önemli dış politika gündemi olarak kabul eden Türkiye’nin Suudilerin Filistin meselesine sırtını dönmelerine sessiz kalmayacak olması, Riyad yönetiminin sadece Orta DoÄŸu ve Ä°slam dünyasında deÄŸil, Suudi iç siyasetindeki itibarına bile önemli ölçüde zarar verecektir. Bu gerçek, Ä°srail’le iliÅŸkilerini normalleÅŸtirmesi durumunda, Riyad’ın güvenliÄŸini güçlendirmek yerine zayıflatacak sonuçlar doÄŸurabilir. Türkiye ve Ä°ran gibi iki önemli aktörün Suudi rejimine yönelteceÄŸi ideolojik meydan okumaların, içeride devam eden taht mücadelesi, ağırlaÅŸan ekonomik sorunlar ve ülke genelinde rejimden hoÅŸnutsuz çevrelerin muhalefetiyle birleÅŸmesi durumunda, tıpkı geçmiÅŸte olduÄŸu gibi hanedan içi bölünmeler ve rejime yönelik isyan giriÅŸimleri ortaya çıkabilir.
ABD ve Ä°srail’in aktif desteÄŸi Suudilerin askerî güvenliÄŸine önemli bir katkıda bulunsa da ideolojik alandaki kırılganlıklarını benzersiz ölçüde artıracaktır. Yazının başında da ifade ettiÄŸimiz gibi, baÅŸta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez monarÅŸileri askerî tehditten ziyade ideolojik meydan okumalara arşı hassas ve savunmasızdır. Ä°ÅŸte bu gerçek Riyad’ın Ä°srail karşısındaki ikilemini derinleÅŸtiriyor.
Analiz: Dr. Necmettin Acar (Mardin Artuklu Üniversitesi Ä°ktisadi ve Ä°dari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Ä°liÅŸkiler Bölümü baÅŸkanı)
Henüz yorum yapılmamış.