Özel / Analiz Haber
Akdeniz'de Sevr yalnızlığına zorlanan Türkiye
Yüz yıl önce Türkiye'yi denizlerden mahrum etmeye çalışan zihniyetin şimdilerde onu körfezlere mahkûm etmeye uğraştığı gözlerden kaçmamaktır. Şurası çok açıktır ki Türkiye, Doğu Akdeniz'de yeni tip bir Sevr senaryosuna kanmayacak derecede güçlü bir tecrübeye sahip ülkedir.
Avrupalı emperyalist devletlerin, dünyayı kendi tahakkümleri altına alma hırsından patlak veren Birinci Dünya Savaşı, 11 Kasım 1918 günü sona erdiÄŸinde geride milyonlarca ölü, sakat, evsiz, öksüz, yetim ve yurtsuz bırakmıştı. Bu ağır insani bilançoyu, savaşın yol açtığı iÅŸsizlik, yoksulluk ve kıtlık gibi yaÅŸamayı elveriÅŸsiz kılan ekonomik koÅŸullar takip ediyordu.
Emperyalist arzular
Dört yıl süren savaÅŸ, insanoÄŸlunun o güne kadarki tüm birikimini bir anda yok etmiÅŸti. Altüst olan kadın erkek nüfus dengesi, mekteplerin öÄŸrencisiz kalmasına ve de genç kızların evlenme umutlarını kaybetmesine yol açmıştı. Tüm bu dramatik tabloya raÄŸmen 18 Ocak 1919 tarihinde dünyaya kalıcı bir barış getirme amacıyla Paris’te toplanan Barış Konferansı’na emperyalist arzular yön vermeye devam ediyordu. Konferansa damga vuran konulardan biri de kuÅŸkusuz, Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun geleceÄŸiydi. Ä°ngiltere, Fransa ve Ä°talya’nın temsilcileri, savaÅŸ sırasında yapılan gizli anlaÅŸmalar çerçevesinde, diplomatik taktiklerle Türkiye’yi kendi aralarında paylaÅŸmaya çabalarken; Yunan, Ermeni, Arap ve Siyonist delegasyonlar, Paris’e götürdükleri çantalar dolusu istatistik ve haritalarla ‘büyük güçler’i ikna etmek ve böylece Türkiye’nin taksimatından pay koparmak için yoÄŸun bir lobi faaliyeti yürütüyorlardı.Bu yüzden 1918-1923 arası dönem, Türk tarihinin en kritik dönemeçlerinden birini oluÅŸturur. Zira Ä°mparatorluktan kalan tüm toprakların paylaşılması, Türk’ün Avrupa ve Anadolu’daki varlığına son verilmesi ve yeni bir Türk devletinin uluslararası bağımsız bir oyuncu olarak tekrar sahneye çıkmasının engellenmesi gibi düÅŸüncelerin eyleme geçirilmeye çalışılması, bu döneme rastlar.
Türkiye’ye karşı tarihi öfke
Nitekim Türklere zorla kabul ettirilen Sevr AntlaÅŸması, Avrupalı emperyalist devletlerin Türkiye’ye karşı besledikleri tarihi arzu ve öfkenin, ete kemiÄŸe bürünmüÅŸ halini resmeden en somut belgeydi. Avrupa baÅŸkentlerinde Türkiye’nin paylaşımına iliÅŸkin tüm detaylar en ince ayrıntılarıyla masaya yatırılırken Türklerden beklenen, kendilerine sunulan antlaÅŸmaları sorgusuz sualsiz ve müzakere etmeden imzalamaları ve böylelikle kendilerine biçilen kadere razı olmalarıydı.
Ä°mparatorluÄŸun, Musul’dan Basra Körfezi’ne kadar uzanan zengin petrol kaynaklarını paylaÅŸmak ve bu paylaşımın jeopolitik güvenliÄŸini temin etmek, Ä°ngiltere ve Fransa’nın öncelikleri arasında yer alıyordu. Bu anlayış doÄŸrultusunda, Ä°ngiliz ve Fransızların BolÅŸevik Rusya’nın OrtadoÄŸu’ya kolayca inmesinin önüne geçmek için Anadolu’da Kürdistan ve Ermenistan devletlerini kurma tasarıları, diÄŸer iÅŸgal hareketleriyle birlikte Anadolu genelinde güçlü bir milli direniÅŸi tetikledi. Emperyalist devletler, Türkiye’ye karşı silah zoru ve diplomatik hilelerle yürüttükleri paylaşım planlarının kuvvetli bir halk direnciyle karşılaÅŸacağını ve hesaplarının kısa zamanda altüst olacağını tahmin edememiÅŸlerdi.
Vekil Yunanistan
Yunanistan, Anadolu’da Ä°ngiltere’nin vekili gibi hareket ediyordu. Fransa da Atina’ya açık bir destek veriyordu. Askeri ve diplomatik açıdan Fransa ve Ä°ngiltere’nin desteÄŸini arkasına alan Venizelos liderliÄŸindeki Yunanistan; Trakya, Ä°zmir, Aydın ve Ege Adaları’nın tamamı ile Bursa’nın bir kısmını talep ediyordu. Venizelos, ÅŸartların umduÄŸu gibi gitmesi durumunda, Kıbrıs’ı da listeye dâhil etmeyi planlıyordu. Bu isteklerin yanı sıra Venizelos, Ä°stanbul ve BoÄŸazlar’ın Türk denetiminden çıkartılmasına, buraların uluslararası bir idareye teslim edilmesine ve Türkiye’nin doÄŸu vilayetlerini içerisine alan bir Ermenistan’ın kurulmasına açık bir destek veriyordu. Yunan devlet adamları, söz konusu toprak taleplerinin karşılanması durumunda Yunanistan’ın, Ege ve DoÄŸu Akdeniz’de hâkim bir güç haline geleceÄŸini hesap ediyorlardı ve bu emellerine ulaÅŸmak amacıyla 15 Mayıs 1919 tarihinde Ä°zmir’i iÅŸgal ederek ilk adımlarını attılar.
Yaptıkları hesap doÄŸruydu. Çünkü Türkiye’nin kaderini Avrupa emperyalizminin insafına bırakan Sevr AntlaÅŸması, Türkiye’nin Karadeniz dışındaki tüm denizlerle irtibatını kesiyordu. AntlaÅŸmanın çizdiÄŸi haritaya göre Türkiye’nin Marmara, Ege ve Akdeniz ile herhangi bir baÄŸlantısı söz konusu olmayacaktı. Sevr AntlaÅŸması’nın Türkiye’ye kabul edilemez mali, iktisadi, ticari ve askeri yükümlülükler yüklemeye çalıştığı inkâr edilemez bir durumdur. Bu oldukça ağır koÅŸulların yanı sıra adı geçen antlaÅŸmayla, Türkiye’nin etrafındaki denizlerle de baÄŸlantısının kesilmesinin hesaplandığı, dikkatlerden kaçmamalıdır. Jeopolitik ve ekonomik açıdan, Anadolu’nun etrafında yer alan; Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz, Hazar Denizi ve Basra Körfezi gibi önemli deniz alanlarıyla etkileÅŸimi hayati öneme sahiptir. Amerika BirleÅŸik Devletleri’nin (ABD) Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmasını istediÄŸi dünya düzenine iliÅŸkin görüÅŸlerini ifade eden BaÅŸkan Woodrow Wilson’un, 8 Ocak 1918 tarihli konuÅŸmasında “bütün denizlerin uluslararası ticarete mutlak surette açık tutulmasını” ÅŸart koÅŸtuÄŸu bir atmosferde Türkiye’nin haksız bir ÅŸekilde denizlerle iliÅŸkisinin kopartılması, üzerinde ayrıca düÅŸünülmesi icap eden bir konudur. Türkiye’nin ülkesel bütünlüÄŸü ve yaÅŸamsal çıkarları açısından vazgeçilmez olan BoÄŸazların, Marmara kıyılarının, Ege ve Akdeniz’in gasp edilmesiyle Anadolu’ya hayat veren tüm can damarlarının kesilmek istendiÄŸi apaçık ortadadır. Dolayısıyla, 433 maddeden oluÅŸan Sevr AntlaÅŸması’nın çalakalem ortaya çıkan bir metin olmadığı, tam aksine tüm ince hesaplamaların yapıldığı titiz bir çalışma olduÄŸu her daim hatırda tutulmalıdır.
Ä°stiklal mücadelesi
Her ne kadar Osmanlı Devleti yetkilileri Sevr AntlaÅŸması’nı, 10 AÄŸustos 1920 tarihinde Paris’in 3 km batısındaki Sevr (Sèvres) banliyösündeki Seramik Müzesi’nde imzalamış olsalar da, imzalandığı tarihte Meclis-i Mebusan’ın yerini TBMM’nin almış olması, iÅŸgallere ve Sevr paylaşımına karşı yürütülen Milli Mücadele’nin baÅŸarılı bir ÅŸekilde devam etmesi gibi hususlar, söz konusu antlaÅŸmanın fiilen ve hukuken yürürlüÄŸe girmesini imkânsız kılıyordu. Anadolu’daki iÅŸgalci Yunan ordusu marifetiyle Sevr AntlaÅŸması’nı Türk makamlarına ve halkına zorla kabul ettirmeye kararlı olan Ä°ngiliz ve Fransızların, Türkiye’ye kayıtsız ÅŸartsız tahakküm etme özgüveni, Anadolu’da iÅŸgallere karşı baÅŸlayan silahlı direniÅŸ hareketleri ve nihayetinde Mustafa Kemal PaÅŸa (Atatürk) komutasında zafere ulaÅŸan Ä°stiklal Mücadelesi sayesinde yerle yeksan oldu. Åžüphesiz Birinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’ye dayatılan koÅŸullar, Paris Barış Konferansı’na yön veren Wilson Prensiplerine apaçık bir ÅŸekilde aykırılık teÅŸkil ediyordu. Nüfus çoÄŸunluÄŸu, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, eÅŸit ve adil egemenlik talebi gibi temel ilkelerin Türkiye’yi ilgilendiren konulara hakkaniyet ve iyi niyet kuralları ölçüsünde uygulanmadığı arÅŸiv belgeleriyle sabittir. Ayrıca Türkiye’nin haklı taleplerini örtbas etmek için uydurulmuÅŸ nüfus istatistikleri, haritalar ve tarih tezleri yoluyla Anadolu’nun iÅŸgaline meÅŸruiyet kazandırma çabası da bilinen bir gerçektir.
Kara bir leke
Sevr AntlaÅŸması, bu toprakların tarihine düÅŸülmüÅŸ kara bir lekedir. Türkiye’nin bağımsızlığını ve egemenliÄŸini yok sayan tarihi bir belgedir. Türkiye açısından bölünme, parçalanma, tükenme, ötekileÅŸtirilme, diz çöktürülme, teslimiyet gibi olumsuz anlamlar içermektedir. Bir travmadır. Avrupa’nın barışına, ilkelerine, hukukuna ve diplomasisine güvensizliÄŸin ana kaynağıdır. DiÄŸer taraftan mücadeleyi, azim ve kararlılığı, direnmeyi, prangalardan kurtulmayı, yalnızlığa itilmiÅŸlikten korkmamayı ve millete güvenmeyi iÅŸaret eder.
Son günlerde Fransa’nın önemli basın kuruluÅŸları olan Le Monde ve Le Figaro gazeteleri, Türkiye CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın, DoÄŸu Akdeniz’de yaptığı hamlelerle, Sevr AntlaÅŸması’ndan intikam aldığı, Sevr AntlaÅŸması’nı altüst ettiÄŸi yönünde haberlere yer vermektedir. Günümüzde, DoÄŸu Akdeniz’de yaÅŸanan geliÅŸmelere bakıldığında Türkiye’nin, yüz yıl öncekine benzer bir Sevr dayatmasına karşı yine tek başına kararlı bir ÅŸekilde mücadele ettiÄŸi görülmektedir. Tıpkı Sevr sürecinde olduÄŸu gibi bugünün aktörleri de Türkiye’den DoÄŸu Akdeniz ve Ege’de Yunanistan’ın ve Avrupa BirliÄŸi’nin taleplerini kayıtsız ÅŸartsız yerine getirmesini ve bu duruma rıza göstermesini talep etmektedirler. Ankara’nın buna tepki vermesi ya da rıza göstermemesi durumunda ise Türkiye’ye yaptırım uygulanacağı yönünde tehdit konuÅŸmaları, her gün Avrupa semalarında yankılanmaktadır. Türkiye’nin DoÄŸu Akdeniz’de Batılı ülkeler tarafından desteklenen Yunanistan, Mısır, Ä°srail ve Güney Kıbrıs’a karşı yalnız olduÄŸu doÄŸrudur. Fakat bu durum, Türkiye’nin alışık olduÄŸu Sevr yalnızlığıdır. Türkiye’nin DoÄŸu Akdeniz’deki krizi aÅŸmak için en başından itibaren yapmış olduÄŸu müzakere çaÄŸrısının Avrupa’da karşılık bulmaması, DoÄŸu Akdeniz’e iliÅŸkin anlaÅŸmalarda ve projelerden Türkiye’nin bilinçli bir ÅŸekilde dışlanması ve DoÄŸu Akdeniz’in en uzun kıyı ÅŸeridine sahip olan Türkiye’ye ve Kıbrıs’ın eÅŸit siyasi ortağı Kıbrıs Türklerine hiçbir söz hakkı tanınmaması, tahakküm dozu yüksek tipik bir Sevr tavrıdır.
Libya meselesi
Avrupa BirliÄŸi, Fransa ve Yunanistan’ın, DoÄŸu Akdeniz’de Türkiye’nin siyasi ve ekonomik haklarını, kendi aralarında çizdikleri haritalar yoluyla gasp etme gayretlerinin Türkiye ile Libya arasında yapılan anlaÅŸmayla boÅŸa çıkması, “ÇaÄŸdaÅŸ Sevr AntlaÅŸması”na indirilmiÅŸ, beklenmedik bir darbedir. Bu darbenin yarattığı hazımsızlığın, tıpkı yüzyıl öncesine benzer bir biçimde, Avrupa basınında Türkiye aleyhtarlığının yükselmesine ve Türkiye’nin toprak bütünlüÄŸünü hedef alan kirli diplomatik pazarlıklara kapı araladığı gözlemlenmektedir. Türkiye ile Libya arasındaki meÅŸru anlaÅŸmaları bir türlü sindiremeyen Fransa ve Yunanistan’ın başını çektiÄŸi devletlerin, Libya’yı doÄŸu ve batı olmak üzere ikiye bölme konusunda gayrimeÅŸru ve hukuk dışı projeler üretmek için yoÄŸun bir mesai harcamaları ise söz konusu devletlerin Sevr ruhunu yansıtan bir baÅŸka örnektir.
Türkiye’nin kendi egemenlik haklarını korumasını veya bu haklarını kullanmasını kendilerine büyük bir tehdit olarak gören Fransa ve Yunanistan’ın ErdoÄŸan nezdinde Türkiye’yi eski imparatorluÄŸu canlandırma peÅŸinde koÅŸan, “yayılmacı, saldırgan ve emperyal” olmakla itham etmeleri, ne dürüst ne de gerçekçi bir yaklaşımdır. Tüm bunlar, kendi kirli siyasetlerini örtbas etmek amacıyla ürettikleri kara propaganda ve Türkiye’yi kendilerine uygun bir biçimde etiketleme çabasıdır. Yüz yıl önce Türkiye’yi denizlerden mahrum etmeye çalışan zihniyetin ÅŸimdilerde onu körfezlere mahkûm etmeye uÄŸraÅŸtığı gözlerden kaçmamaktır. Åžurası çok açıktır ki Türkiye, DoÄŸu Akdeniz’de yeni tip bir Sevr senaryosuna kanmayacak derecede güçlü bir tecrübeye sahip ülkedir.
Müellif: Doç. Dr. Ä°smail Åžahin (Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi) Kaynak: Star-Açık GörüÅŸ
Henüz yorum yapılmamış.