Özel / Analiz Haber
Türk Modernleşmesinde bir araç olarak gazete
1927 yılında Resimli Ay adlı derginin yayınladığı dörder formalık kitapların adları şöyleydi; Din Nedir? Din Nasıl Doğmuştur? Din Niçin Ölüyor? Ahiret var mıdır? Bu bir tür pozitivist misyonerlik atılımıydı. Amaç, seküler toplum inşasında dinin sosyal hayattaki etkisini kırmak için bilhassa mukaddeslerini sıradanlaştırma stratejisiydi.
Türk modernleÅŸmesinin tarihsel macerasının eksen fikri sekülerleÅŸmedir. Batı’da ekonomik ve sosyal deÄŸiÅŸim içerisinde kendiliÄŸinden oluÅŸan bu fikir, bu topraklara bir ithal ürün olarak getirilmiÅŸ, aydınlar tarafından bir sonuç olmasından çok sihirli bir sebep olarak kabul edilmiÅŸtir. Cumhuriyet döneminde ise mesele aydınların idealleri olmaktan çıkarak resmî ideoloji sahasına intikal etmiÅŸ ve adeta zirve dönemini yaÅŸamıştır. En kaba hatlarıyla çerçevelemek gerekirse sekülerleÅŸme; siyasal ve toplumsal sahadan dinin tasfiye edilmesi, bireyleri dünyevi ve rasyonel yasalarla yönetme anlayışıdır. Bu sebeple günümüzde de sekürlerlik kavramı hala tartışılan bir konu halindedir. Bu doÄŸrultuda, 19. asırda tarih ufkunda doÄŸan imparatorluktan ulus devletine geçiÅŸ sürecinin gerçeÄŸi kaçınılmaz olarak bu topraklarda da yeni bir süreci baÅŸlatmıştır. Batı’dan farklı olarak Türkiye’de bu süreç kendiliÄŸinden geliÅŸmemiÅŸ, tam aksine halkın giyiminden, yazısına, takviminden, sosyal yaÅŸamdaki tutumlarına kadar bütün radikal düzenlemeler bir kadronun eseri olmuÅŸtur.
Dini bireysel dünyamızda yaÅŸamamız gerektiÄŸini savunan bu düÅŸünce yapısı beraberinde kitlelerin davranış ve düÅŸünce kalıplarını yönlendirecek yaygın vasıtalara ihtiyaç duymuÅŸtur. Bu noktada gazeteler adeta ideolojinin stratejilerine yol açan bir araca dönüÅŸmüÅŸtür.
‘Altın çaÄŸ’ betimlemesi
Kimi kesimlerce baÄŸlamından koparılarak bir “altın çaÄŸ” olarak betimlenen bu sert dönem, sosyolojik bir gerçeklik olarak deÄŸerlendirme soÄŸukkanlılığından uzaklaÅŸarak çoÄŸu kez kalemÅŸor edasıyla yazı kaleme alanlar tarafından resmedilmiÅŸtir. Oysaki döneme egemen sert pozitivizm, doÄŸası gereÄŸi fikirlerini alternatifsiz tek seçenek olarak sunmuÅŸtur. Böylece BatılılaÅŸma ile modernite aynı kefeye konulmuÅŸ ve net olarak toplum mühendisliÄŸi yapılmıştır. Bunun en somut örneÄŸi Cumhuriyet ilanı ile oluÅŸan rejim deÄŸiÅŸliÄŸinin akabinde Hilafetin kaldırılması ile baÅŸlayan sosyal hayatın seküler esaslara uygun olarak düzenlenmesi çalışmalarıdır. Devlet eliyle yürütülen batılılaÅŸma modeli “Türk Devrimi” olarak formülleÅŸtirilmiÅŸ ve hızlıca yayılmıştır.
Dini deÄŸerlerden bağımsız, toplumun kurucu kaynağı olarak manevi deÄŸerlerin fuzuli görüldüÄŸü, rasyonalitenin tabulaÅŸtırılıp adeta maneviyat yerine ikame edildiÄŸi bir dönem baÅŸlamıştır. Fakat bu dönem ele alınırken 20. yüzyılda dünyada egemen sosyal ve politik anlayış göz ardı edilmemelidir. Böylece siyasetin yüzey dalgalarıyla analiz yapmak yerine sosyolojinin daha derin akıntıları doÄŸrultusunda yapılacak bir inceleme sosyal meselelerin çözümüne de faydalı olacaktır. Türkiye’de yaÅŸanan bu geliÅŸmeyi anlatırken anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸinin getirdiÄŸi laiklik ruhu bünyesinde fevkalade refleksleri barındırmıştır. DeÄŸerlerimiz önemli ölçüde dejenere edilirken akıllara “Tabiat boÅŸluk kabul etmez” kaidesi gelmektedir. Dönemin en sert figürlerinden birisi olan Mahmut Esat Bozkurt, “Atatürk ihtilali” baÅŸlığı ile kaleme aldığı bir yazıda hilafetin TürklüÄŸe zararlarını anlatırken enteresan noktalara deÄŸinmiÅŸtir.
“Hilafet laiklik ile uzlaÅŸamazdı. Yeni Türk Cumhuriyeti’ni laik kılmak birkaç bakımdan zorunlu idi. Dini Türk’ün ilerleme adımlarının önünde engel olmaktan çıkarmak için.. Modası ve manası yok olmuÅŸ bütün bir tarih içinde Türk’e yalnız ve sadece zararı dokunmuÅŸ böyle bir kurumu yok etmek için.. Ulusal duyguyu uyuÅŸukluktan korumak, ona hızını vermek için.. Ä°slam dinin ÅŸartı beÅŸtir. Devlet ise tüzel kiÅŸiliktir. Bu ödevleri yerine getiremez. Nasıl anlatayım? Bir devlet düÅŸünülebilinir mi ki hacca gitsin de hacı devlet efendi olarak dönsün?” ifadelerini kullanmıştır.
Cumhuriyet elitleri ve basın
Hakikatten nem kapan bir kesim için yalanlar manzumesi ile yetiÅŸen nesillerin gerçekleri öÄŸrenmesi, yanlışların düzeltilmesi ve doÄŸru ile yola devam etmek ile mümkün olacaktır. Tarihin doÄŸrular ışığında yazılması, gelenekten kopma ve reddi miras gibi fikirlerin ortaya atılmasına kaynaklık eder. Åžerif Mardin “Fransız Devriminin ardında milyonlarca insan kitlesi varken, Türk devrimi kitlelerce desteklenen bir hareket deÄŸildi.. Milli mücadelede iÅŸgalcilere karşı halktan yoÄŸun destek gelirken, Cumhuriyet’in ilanından sonra modernleÅŸme adına atılan atılımlar halkın taleplerinden çok uzak ve halka raÄŸmen yapılmıştı.. Türkiye’deki dönüÅŸüm, kitlelerin harekete geçmesiyle deÄŸil, tepelerden yapılan dayatmalarla baÅŸlatılmıştı” der.
Bu anlayış doÄŸrultusunda dönemin ÅŸartları çerçevesinde dönüÅŸümde doÄŸal olarak gazeteler kullanıldı. Ziya Gökalp, Cumhuriyet Gazetesi’ne yazdığı makalelerinden birini gazete konusuna ayırmıştı. Makalenin baÅŸlığı “Yirminci Asrın En Mühim Müessesi Gazetedir” idi. Bu makalede Gökalp, sürece ışık tutacak mühim tespitler yapmaktaydı. Gökalp, gazetenin kitle inÅŸa edici özelliÄŸine ÅŸöyle dikkat çekmekteydi:
“Evinizde otururken, yalnız günün gazetesini okumakla, göze görünmez bir topluluÄŸun manevi bir cemiyetin içine girmiÅŸ olursunuz. Çünkü aynı gazeteyi okuyanlar, aynı surette duymaya, düÅŸünmeye irade etmeye alışarak müÅŸterek bir vicdana sahip olurlar. Bundan baÅŸka, aynı gazeteyi okuyanlar, her gün akÅŸama kadar, zihnen aynı vakalarla meÅŸgul olurlar.”
Ziya Gökalp
1925’te Åžeyh Sait Ä°syanı için çıkarılan Takrir-i Sükun kanununun kapsamı geniÅŸletilmiÅŸ ve basın tamamen hükümetçe denetlenir bir noktaya getirilmiÅŸtir. Bu kanunla gazeteler “muhalefetin ve Ä°stanbul’daki muhalif basının cumhuriyete karşı bir tertip içerisinde olduÄŸu” düÅŸüncesiyle hizaya getirilmiÅŸ, ardından da araçsallaÅŸtırılmışlardır.
Ve gazeteler devrede...
Türk modernleÅŸme tarihinde Tanzimatçı kadrolar Batı kurum ve deÄŸer yargılarını aktarırken, geleneksel yapıyı da olduÄŸu gibi bırakmışlardı. Oysa Cumhuriyet dönemindeki yeni kadrolar Batı kurum ve deÄŸer yargılarını aktarırken geleneksel yapının kamusal yaÅŸamdan bireysel yaÅŸam sahasına aktarılması gereÄŸine inanıyorlardı. Gazete yazıları da bu doÄŸrultuda yayınlanıyordu.
Bunu daha iyi anlamak için 1927 yılında Resimli Ay adlı derginin yayınladığı dörder formalık kitapların adlarına bakmak yeterlidir; Din Nedir? Din Nasıl DoÄŸmuÅŸtur? Din Niçin Ölüyor? Ahiret var mıdır? Bu bir tür pozitivist misyonerlik atılımıydı. Amaç, seküler toplum inÅŸasında dinin sosyal hayattaki etkisini kırmak için bilhassa mukaddeslerini sıradanlaÅŸtırma stratejisiydi. Yine 30 Kanunu evvel (Ekim) 1928’de Vakit Gazetesi’nde yayınlanan cami kapama haberi ÅŸöyleydi:
“Camiler: 90 tanesi kapatılacak.Müessesat-ı diniye müdürlüÄŸünce cemaatsiz camilerin sedd edileceÄŸi yazılmıştı. Bu suretle kapatılacak camilerin adedi 85 ve 96 arasındadır. Ve ekserisi Ä°stanbul cihetinde bulunmaktadır. Kapatılacak camilerden hiçbirisinin tarihi ve mimari kıymeti yoktur.”
Oysaki bu hamle laik cumhuriyetin varoluÅŸ felsefesindeki “ farklı yaÅŸam biçimlerinin bir arada barış içinde yaÅŸaması” algısına taban tabana zıt bir uygulamaydı.
Bu politik planlama içinde bir baÅŸka strateji de iÅŸlevini yitirdiÄŸi öne sürülen medreseler ve medrese kadrosu üzerinden inanç psikolojisini hırpalayıcı algıdır. Dönemin ünlü kalemi Falih Rıfkı Atay, 5 Kanunusani (Kasım)1931’de Milliyet Gazetesi’nde çıkan bir yazısında;
“Medrese, hiç ÅŸüphesiz bizim gibi vatanperver ve idealist deÄŸildi, hatta zıddı idi” demektedir.
Batı’dan farklı olarak Türk modernleÅŸmesi sivil bir insiyatifle bünyesini, savaÅŸ döneminin yarattığı psikolojik ortamında Anadolu halkının ulusal bağımsızlık mücadelesine zamana ve mekana uyarlayıcı bir hamle yapmak yerine, dıştan zorlayıcı tehditler ve devlet eliyle yukardan aÅŸağı bir askeri komut verircesine kendi bünyesiyle savaÅŸan bir nitelikte kendisi göstermiÅŸtir. Bu baÄŸlamda basının da tamamlayıcı yedek güç olduÄŸu süreç, Türkiye’de yönetici kadroların ikame etmek istediÄŸi yeni ideoloji doÄŸrultusunda halkın hızlı koÅŸullanması için basın kullanılmıştır. Kitle iletiÅŸim aygıtı olan bu nesne, halk tarafından hüsn-ü kabul gösterilmek istenmiÅŸtir. Ä°ÅŸte böylece kolay ve ucuz herkesin anlayabileceÄŸi, kendisini okuyanlarda ortak tavırlar geliÅŸtirici bu nesne, kitle oluÅŸturulmasında çok önemli bir araçtır. DoÄŸal olarak bu önemli araç, Cumhuriyetin ideolojisinin de yerleÅŸtirilmesi için etkin olarak kullanılmıştır.
Kamuoyu oluÅŸturma algısına bir baÅŸka örnek de hafta tatilinin cuma gününden pazar gününe alınmasıdır. Böylesine yerleÅŸik bir sosyal kuralın deÄŸiÅŸtirilmesinde kamuoyunun konuya ısındırılması açısından 9 AÄŸustos 1927 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde “Cuma mı Pazar mı?” diye bir yazı yazılmış, “Piyasada hafta tatilinin pazar gününe tahvil edilmesi lehinde bir temayül vardır denilenek sanki bu konuda sosyal bir uzlaÅŸma varmış algısı oluÅŸturulmuÅŸtur. Bir hafta sonra Yunus Nadi’nin bu meselede kalem oynatması da aynı çabanın bir iÅŸaretidir. Dahası 4 Mart 1931’de Cumhuriyet Gazetesi’nde Yakup Kadri bir gazete yazarı olarak halkın çoÄŸunluÄŸunun Müslüman olduÄŸu bir ülkede doÄŸal olarak Kurban ve Ramazan bayramlarında resmi tatil yapılmasının laik bir devlete yakışmadığını dile getirebilecek kadar toplum mühendisliÄŸine bürünebilmiÅŸtir.
Müellif: Nisa Nur Çaydan / Kaynak: Star Gazetesi
Henüz yorum yapılmamış.