Kemal Sayar: Bir psikiyatrist gözünden maskeli hayat
Ben bir psikiyatristim, insanları yüzlerinden okumaya ve anlamaya çalışan, sözün söylediği kadar yüzün söylediğini de dikkate alan bir mesleğin mensubuyum. Bir süredir yüzümü kısmen örten bir maske ile yüzleri perdelenmiş insanları dinliyorum. Bunu çok tuhaf buluyorum ve bu yazıyı da bu tuhaflığı ifade etmek için yazıyorum. İnsan yüzü yokmuş gibi yaşar belki ama onsuz da olamaz. Onu kaybetmek insanın kendi kimliğini, kendisini biricik kılan bir şeyi kaybetmesi gibi acı verici. Öte yanda maske bize kısmi bir güvenlik vaat ediyor. Duygularımızı ve yüzümüzü gizlerken muhatabımızı bizim saçabileceğimiz damlacıklardan koruyor.
Bakış, endam, yüzün aldığı haller, yüze vuran gölgeler, yüze uÄŸrayan renkler… hepsi kendi dilince bir ÅŸeyler söyler. Yüzün her kıvrımı çok uzak yerlerden gelmiÅŸtir ve dikkatli bir gözü, cömert bir ruhu, sunduÄŸu o derin varoluÅŸ çatlağından içeri girerek bir magma tabakası gibi kımıldayan ruhsal cevhere tanık olmaya çağırır. Ruhun ruha deÄŸmesi için önce bakışların ve yüzlerin karşılaÅŸması gerekir. Ä°nsani karşılaÅŸma, ‘gözün rengini fark edemeyecek kadar’’ yüze meftun olabilmekle baÅŸlar. Yüzün anlattığı hikâyeye kendisini açan kiÅŸi o kapıdan içeri girmekle vaitkâr bir hazinenin onu beklediÄŸinin farkındadır. Yüz bizi hikâyeye çağırır, yaÅŸanmışlığın dehlizlerine, insan olmanın anlamına. Bugün sokaklarda, ofislerimizde, yüzümüze örten maskelerle dolaşıyoruz ve insani iletiÅŸimin en önemli veçhesi olan ‘yüz okuma sanatı’ndan mahrum bulunuyoruz. Yüz yüze gelmek dudağın bir kıvrımından çıkaracağımız anlamı sunmuyor bize, insan olmanın özünü sakatlayan bir durum bu. Ä°nsan yüzün kapısından girebilmek için onu bütün insicamı içinde müÅŸahede etmek mecburiyetindedir. Gerçi ‘gözler yalan söylemez’ ama yine de gözün söylediÄŸi yüzün içinde nasıl durduÄŸu ve nasıl konumlandığı ile alakalı. Herkes kendi yüzünün ardında artık daha da yalnız .’Ötekiyle karşılaÅŸmanın en iyi yolu onun yüzüne bile bakmamaktır’ diyor Levinas, ÅŸöyle anlıyorum : Yüzün çaÄŸrısına kulak vermek için onu kendi bütünlüÄŸü içinde idrak etmek ve onun anlamı tarafından içerilmeye niyet etmek lazım. Yüzü oluÅŸturan detaylara takılıp kalmamak, onun ifade ettiÄŸi manayı kovalamak. ‘Yüz insanın en insanca yeridir. Belki de kutsallık duygusunun doÄŸduÄŸu yerdir’ diye yazar Andre Breton. Bir insanın yüzüne bakarken ona kolay kolay kötülük edemeyiz. Orada dokunaklı bir ÅŸey vardır, bizi ahlaka, öldürmemeye, incitmemeye çağıran bir ÅŸey.
Yüz konuÅŸur, seslenir, kendisini anlamaya davet eder. YaÅŸanmışlığın izlerini saklar, bir aÄŸacın gövdesi gibi hayatın darbelerini ve açtığı oyukları faÅŸ eder. Hiç konuÅŸmadan, bir yüz ifadesiyle meramımızı anlatabiliriz. Sizin de başınıza gelmiÅŸ midir, evlerin önünde, sokaklarda oynayan çocuklar bir seslenmeyle baÅŸlarını yukarı kaldırırlar hani, yüzlerinde endiÅŸeli, rüyadaymış gibi karmaşık, müphem bir ifadeyle camları, balkonları tarar gözleri. Sonra, orada birinin yüzünü bulurlar; annelerinin, kardeÅŸlerinin, ya da belki komÅŸu yüzlerini. ÇocuÄŸun yüzü de aydınlanır o zaman. Yüz aÅŸinalık ve dolayısıyla emniyet vaat eder. BebeÄŸin yüzü annenin yüzünü gördüÄŸünde aydınlanır. Sanki çocuÄŸa, anlaşılır bir ÅŸeyler söyleyen sesler, kelimeler deÄŸil de yüzlerdir. Söz ancak yüzle üst üste hizalandığında bir anlama kavuÅŸur, dünya böylece mana kazanır. “Ben yalnızca bir sözcüÄŸüm” diyordu Edmond Jabes, “ve bir yüze ihtiyacım var”. Sözlerin iÅŸaret ettiÄŸi tüm manalar savrulup durur da, manayı yuvaya çağırmak için yüzün ilhamına ihtiyaç duyarız. Ne söylemekti muradın senin kuzum? Yüzüme bak da hemen iÅŸiteyim.
Yüzün bir çok metaforundan biri, hakikat yolcusunun pusulası, haritası, aynası yani göstereni olmaktır. Rimbaud aÅŸkı hem ruhta hem de bedende bulunan bir hakikat arayışı olarak tanımlamıştı. Ä°nsandaki muhabbet ve rikkatin gayesi, hem ruh hem de bedenin birlikte remzi olan yüze yönelir, ona teveccüh eder. Gizli bir yüzü ararız suretlerin arasında, bazen anıştıran benzerlere rast geliriz, kimin yüzünü ama? Kendi yüzümüzü mü, özlemlerimizi, yitiklerimizi hatırlatan bir yüzü mü, yahut baki olanın yüzünü mü? Ahmed AmiÅŸ Efendi “Dağı daÄŸ, taşı taÅŸ gördüÄŸün müddetçe mürÅŸide muhtaçsın.” dermiÅŸ. Buna benzer bir Zen meselini de Günter Wohlfart aktarır: “Zen’i hiç bilmeyenler için, daÄŸlar yalnızca daÄŸ, aÄŸaçlar yalnızca aÄŸaç, insanlar yalnızca insandır. KiÅŸi Zen’i anlamanın yarı yoluna gelince, bütün biçimlerin hiçliÄŸi belirir; daÄŸlar artık daÄŸ deÄŸil, aÄŸaçlar artık aÄŸaç deÄŸil, insanlar da artık insan deÄŸildir. Gene de, Zen’le ilgili tam bir anlayış kazanan kiÅŸi için, daÄŸlar yeniden daÄŸdan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil, aÄŸaçlar yeniden aÄŸaçtan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil, insanlar da yeniden insandan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.” Yüzler, yüzüne yeniden kavuÅŸmadan, yani birisinin yüzü olarak bizim tarafımızdan benimsenmeden önce varlık (ya da hiçliÄŸin) formu olarak bir kez daha tanınmalıdırlar. “Alem kamu, bir yüz dürür.” (Varlık, tümden bir yüzden ibarettir) diyor Niyazi Mısri. Yüz, gönlün aynasıdır. ‘Her ÅŸey unutuluyor’ der Tanpınar, ‘insan çehresinin ıstırabı ve bir de güzellik unutulmuyor’. Çehre nice ıstırapları saklar ve o hikâyeler sadece rikkat sahibi bir kalbe görünürler.
Yüzlere duyduÄŸumuz ihtiyaç, çift yönlüdür; hemen her dilde “yüz- yüze” terkibinin olduÄŸunu görüyoruz. Bir ÅŸahsı, gıyabında tanımak mümkün olsa da dostu ve onun taÅŸan yüreÄŸini rû be rû görürüz. Çünkü çehre, önce akıp sonra katılaÅŸan bir yapı malzemesi deÄŸildir, bir heykel deÄŸildir, onu akarken seyretmek gerekir. Turgut Uyar, “biz bir parça acemi bir su yorumcusuyuz.” demiÅŸti, “ah büyük tarla, ah büyük deniz, ah büyük çalgı, bil!/senin en son alacağın biçimin sabırlı yontucusuyuz”. Yüz, bakışlarımızla da yaratılan bir ÅŸeydir bu yüzden. Beden ve ruhun mutlak ayrılığına dayanan tüm felsefeler, algı konusuna gelmeden çok daha önce, sevindirdiÄŸimiz bir ruhun, örselediÄŸimiz bir ruhun, yüze ne yaptığını gördüklerinde iflas etmeliydiler.
Yüz nesneler dünyasından herhangi bir nesne deÄŸildir, tüm yeryüzü mukaddestir muhakkak ancak, yeryüzündeki belki en kutsal ÅŸey bir insana ait yüzdür. Her ne kadar, Homo Faber’i, ‘üreten insanı’ yaratan bir tasavvur, insanın mümeyyiz vasfının baÅŸparmak olduÄŸu söyleminde ısrarcı olsa da, bilinç sözden bile parlak ÅŸekilde yüzde ışıldar. Ä°nsan, insanla yüzde mülaki olur. Schopenahauer’un “Aslında bir insanın çehresi kural olarak dilinden daha ilginç ÅŸeyler ele verir, çünkü bütün düÅŸüncelerinin ve özlemlerinin kaydı yahut sicili olması nedeniyle onun yüzü, söyleyip söyleyebileceÄŸi her ÅŸeyin özetidir. Ayrıca dil bir insanın sadece düÅŸüncelerini ele verir, oysa çehre tabiatın düÅŸüncesini dışa vurur.” sözünde billurlaÅŸan bir düÅŸünce var; insanı bedeninden, biyolojik ve toplumsal yaÅŸantısından sıyırıp da bir benlik tanımlaması yapamayız, yüz birçok durumda kendimizin bildiÄŸinden daha fazlasını söyler muhataba. Buna ilaveten, yaÅŸadığımız tüm diyarları ve tüm zamanları kaydetmekle kalmaz yüz, gelecek diyarlardan ve zamanlardan da kehanet taşır. Bunu umut ve arzu kipinde iletir.
Çehre dediÄŸimiz ve hayvanlarda olmayıp sadece insanda olan ÅŸey, insandaki ahlaki bir öÄŸeye iÅŸaret eder. Ancak Levinas’ın “Çıplak yüz, karşısındakini de soyar” sözü, yalnızca ahlakın kurucu unsurlarından birini (ihtiyaç duyduÄŸumuzu belli ettiÄŸimizde insan kardeÅŸimizi yanımızda bulacağımız inancını) iÅŸaret etmekle kalmaz, yüzlerin çıplak olmayabileceÄŸini, hatta ekseriyetle öyle olmadığını da ifade eder. Yüz, sadece kayıp ve müphem olmak manasında deÄŸil, bilinçli ÅŸekilde perdelenmiÅŸ olma manasında da “gizli” olabilir. Hakikatin ortaya çıkışı, yüzü örten peçenin, örtünün kaldırılması olarak tasvir edilmiÅŸti felsefede. Ä°nsan yüzleri de, varlığın perdelenmesi gibi saklıdır çoÄŸun. Yüz aÅŸikâr ettiÄŸi kadar örter de. Kobo Abe, Virane Harita kitabında “kimseye göstermediÄŸi, kimsesiz bir yüz ifadesi.” demiÅŸti bir duygunun ifadesini tanımlarken. Yüzümüzü gizleriz, onu kendi sathına gömeriz; çünkü ruhumuzun yaraları, zaafları, heyecanları bilinsin istemeyiz. “Yüz vermek” çift anlamlı çok güzel bir deyiÅŸ; hem içtenlikle ve güvenerek birine ruhumuzu açık etmemize iliÅŸkin samimi bir tavrı, hem de insana kendisi olması için, kendi yüzünü sergilemesi için o aÅŸinalığı, emniyet ve muhabbeti sunmayı, kendi yüzünü ona bağışlamayı ifade ediyor.
Ama sadece bir savunma aracı olarak kullanılmıyor yüzün ifadesizliÄŸi veya müÅŸterek ifadeleri. Aldatırken, manipüle ederken de sözlerimiz kadar ifadelerimizi de kullanıyoruz; “BeÄŸenilmeyecek bir doÄŸruyu söylerken takınılan ifadesizliÄŸi öne alan yüz ifadesi doÄŸru ile araya konan mesafedir; kendini ondan ayrı tutma çabasıdır. Yalan söylerken ise sese, yüze bir sanat gelir.” diyordu Åžule Gürbüz. Yüzler, çıplak sanıldığı zamanlarda kat kat örtülere de bürünmüÅŸ olabiliyor.
Maske’nin izlenimi zihinde daima nahoÅŸ bir tat bırakır. Sinsilik, art niyetlilik en hafifinden bize karşı beslenilen güvensizliÄŸin getirdiÄŸi bir sır taşıyıcılığını çaÄŸrıştırır. Tarih boyunca maskelerin kullanımının biriktirdiÄŸi bir algı bu; Antik Yunan tiyatrosu, “persona” denilen maskeleri kullanan bir anlatım biçimine sahipti; oyuncunun personasına ilk bakışta, onun oyunda hangi stereotipi oynadığı, ondan ne beklenmesi gerektiÄŸi anlaşılabilirdi. Sadece antik Yunan tiyatrosunda deÄŸil, UzakdoÄŸu tiyatro geleneÄŸinde de maskeler, karakterin davranış kalıplarını, onun büyük anlatı içindeki rolünü ifade ederdi. Bu kalıp karakterler, tipler bireyin özgünlüÄŸünü ve biricikliÄŸini kutsamış aydınlanma sonrası insanı için küçümsenecek bir tenzil olsa da, tiyatro geleneÄŸinin hiç olmadığı kültürleri hatırlayalım. Borges’in, Averroes’in Arayışı isimli hikâyesi, Aristo’nun metinlerinde geçen tragedya, komedya ve tiyatro kelimelerini nasıl Arapça’ya çevireceÄŸini düÅŸünen Ä°bn RüÅŸd hakkındadır. Hakkında hiçbir ÅŸey bilmediÄŸi, tahmin de yürütemediÄŸi bu tuhaf pratiÄŸin ne olduÄŸuna dair daha sonra katıldığı bir davette Ebulkasım’ın anlattığı bir seyahat hikayesinde, yüzlerinde maskeler olan, ÅŸarkılar söyleyip konuÅŸan ama ortada anlattıklarına dair bir olayın olmadığı insanlardan bahsettiÄŸinde bir fikir edinir. Konuklar hep beraber, bir hikâyenin bir sürü insan tarafından oynanıp söylenerek deÄŸil de tek kiÅŸi tarafından anlatıldığı Arapça’nın kudretine ÅŸükrederler. “Ariustu, kasidelere tragedya, taÅŸlamalarla kargışlamalara da komedya adını veriyor. Gerek Kur’an’ın sayfaları, gerek tapınağın muallaka’ları yetkin tragedyalar ve komedyalarla doludur.” diye not düÅŸer Ä°bn RüÅŸd.
Maskenin yokluÄŸu, rolün yokluÄŸu anlamına gelmiyor. Sinema sanatının yakın plan bize gösterdiÄŸi insan yüzleri bile bir maskeyle malul. John Berger, “FotoÄŸraflar, videolar, filmler asla yüzü bulmaz; olsa olsa görüntülerin ve suretlerin anılarını bulabilirler. Halbuki yüz, daima yenidir: daha önce hiç görülmemiÅŸ ama tanıdık bir ÅŸey. (Tanıdıktır çünkü uyuduÄŸumuzda, bütün dünyanın yüzünü görürüz belki rüyamızda, doÄŸduÄŸumuzda körlemesine içine fırlatıldığımız dünyanın.) Biz yüzü ancak bize bakıyorsa görürüz. (Vincent’in ayçiçeÄŸi gibi.) Profil asla yüz deÄŸildir ve kameralar her nasılsa çoÄŸu yüzü profile dönüÅŸtürür.” diyordu Sanatla DireniÅŸ adlı eserinde. Dijital iletiÅŸimin, görsel medya üzerinden dile kavuÅŸtuÄŸu çağımızda, her birimizin elindeki kameralar, yüzlerimizi profile dönüÅŸtürmenin yöntemi. Bunu arzu ediyoruz, pürüzsüz profilimizi seyre açan performans özneleriyiz. Yüzlerimiz, asla fotoÄŸraflar kadar eski olmayacak belki bir daha.
Kemal Tahir, Esir Åžehrin Mahpusu kitabında “GörüÅŸmeye gittikleri günlerden birinde Ä°hsan, cezaevleri için, “Burası çıplak adamlar ülkesi,” demiÅŸti. “Buradaki çıplaklık, üst baÅŸla ilgili deÄŸil, insanların içyüzleriyle ilgili… Dışarıda insanı insandan saklayan çeÅŸitli perdeler, peçeler, maskeler, burada birkaç güne varmadan sıyrılıp düÅŸüyor. Bir araya kapatılmış olmak hiçbirimizde, olduÄŸumuzdan baÅŸka türlü görünebilmek gücü bırakmıyor. Kendilerini olduklarından baÅŸka türlü göstermeye çabalayanlar ancak bir iki hafta dayanabiliyorlar.” diye yazıyor. Ancak muvakkat bir süre ile taşıyabiliyoruz maskeleri. Uzun soluklu beraberlikler – dostluklar gibi – maskeleri aşındıran ve fesheden yakınlıkları gereksiniyor.
Ä°çinden geçtiÄŸimiz günlerde, bir kez daha yüz ve maske kavramlarının içimizde gömülü hafızanın hangi öÄŸeleriyle iliÅŸkili olduklarını hatırlamak gerekiyor. Albert Camus, büyük eseri Veba’dan yıllar önce kaleme aldığı Vebayla BoÄŸuÅŸan Hekimlere Tavsiyeler isimli metninde “Maskelerinize ve yanınızda taşıdığınız keselere, sirkeye ve muÅŸambaya, cesaretinizin dinginliÄŸine ve sıkı durma çabanıza raÄŸmen gün gelecek, artık bu can çekiÅŸenler kentine, buram buram terlemiÅŸ tozlu sokaklarda dön baba dön dolanan bu kalabalıklara, çığlıklara, geleceÄŸi olmayan bu teyakkuza tahammül edemez hale geleceksiniz. Gün gelecek, herkesin korkusunun ve acısının sizde uyandırdığı tiksintiyi haykırmak isteyeceksiniz. Ä°ÅŸte o gün, benim size önerebileceÄŸim çareler de tükenmiÅŸ olacak, geriye bir tek merhamet kalacak, o ki cehaletin kız kardeÅŸidir.” diyordu. Çok ÅŸükür biz, böyle büyük bir salgın badiresinin en azından ilk dalgasını iyi kötü atlatabilmiÅŸ görünüyoruz. Maske, halen daha güven telkin eden bir tedbir.
Önümüzdeki günlerde birkaç aylık bir karantina döneminin sonunda, ÅŸartlı salıverilme benzeri bir normalleÅŸme sürecine gireceÄŸiz. Mecburi olarak çalışan, ekonomik faaliyetlerini yürütmek zorunda kalanlar haricinde büyük ÅŸehirlerde pek çoÄŸumuz evlerimizde, ailelerimizle kısıtlı bir insan etkileÅŸimi içerisindeydik. Ben bir psikiyatristim, insanları yüzlerinden okumaya ve anlamaya çalışan, sözün söylediÄŸi kadar yüzün söylediÄŸini de dikkate alan bir mesleÄŸin mensubuyum. Bir süredir yüzümü kısmen örten bir maske ile yüzleri perdelenmiÅŸ insanları dinliyorum. Bunu çok tuhaf buluyorum ve bu yazıyı da bu tuhaflığı ifade etmek için yazıyorum. Ä°nsan yüzü yokmuÅŸ gibi yaÅŸar belki ama onsuz da olamaz. Onu kaybetmek insanın kendi kimliÄŸini, kendisini biricik kılan bir ÅŸeyi kaybetmesi gibi acı verici. Öte yanda maske bize kısmi bir güvenlik vaat ediyor. Duygularımızı ve yüzümüzü gizlerken muhatabımızı bizim saçabileceÄŸimiz damlacıklardan koruyor. Bir yıl önce havaalanlarında uzak doÄŸulu turistlerin yersiz tedirginliÄŸi olarak küçümsenen maskeli hayat, bugün giderek bir norm haline geliyor. Hayat devasa bir maskeli balo artık, ne ki maskelerimiz birbirine çok benziyor ve bizi bir örnek kılıyor. Maskenin hem kendini esirgemek, sakınmak hem de baÅŸkalarının alanına, kiÅŸiler üstü bir söylem çerçevesinde dahil olmak “kendimizi baÅŸkasına yüklememek” manasındaki her iki iÅŸlevi, virüsün yayılımının önüne set çekmek amaçlı güncel fonksiyonunun çok da uzağına düÅŸmüyor. Kalabalıklar içinde bulunduÄŸumuz, yahut mesleki faaliyetimiz, toplumsal ritüellerimiz çerçevesinde -alış veriÅŸ, ibadet, eÄŸlence vs- dahil olduÄŸumuz her ortamda maske kullanımı, bir medeniyet göstergesi olduÄŸu kadar kendimizi, sevdiklerimizi ve ailelerimizi korumanın da bir rüknü. Çünkü, onlara mesafesiz ve maskesiz bir yüzle dönmek zorundayız. “Dönünce bütün gövdesiyle döndü/ Bir bu anlaşılsaydı son yüzyılda/ Bir bilinebilseydi/ Nedir veche.” demiÅŸti büyük ÅŸarimiz Ä°smet Özel. Ben- Sen iliÅŸkisinin içerisinde yöneldiÄŸimiz ve kendimizde tamamıyla yönelttiÄŸimiz ÅŸeyin adıdır veche. Her yüzde Dost dîdârını görmek gerek insanların hukukunu gözetirken. Ancak dost ve yaren, kendi hukukumuzdan feraÄŸ etsek de selametini aziz bildiÄŸimiz kiÅŸidir. Dosta döneceÄŸiz yüzümüzü, maskenin eksik bıraktığı hatları onun ferasetiyle tamamlamasını isteyerek.
Siz unutsanız da, dost sizin yüzünüzü hatırlar. Yüzün haritası yüreÄŸin belleÄŸinde saklıdır.
Kaynak: Serbestiyet
Henüz yorum yapılmamış.