Murat Bardakçı: Biz Lübnan'dan çekilirken...
Mrat Bardakçı / Habertürk
OrtadoÄŸu’da mutlaka bir yer kapabilmek için her vasıtadan istifadeye çalışan bazı Batılı güçler, Beyrut’ta geçen hafta meyana gelen büyük faciadan bile istifadeye çalışıyorlar…
Bu iÅŸin öncülüÄŸünü Fransa CumhurbaÅŸkanı Emmanuel Macron yaptı. Dün, geçmiÅŸ zamanların “sömürgeler genel valisi” edâsıyla Fransa’nın eski hâkimiyet bölgesi olan Lübnan’a gitti, Beyrut’taki patlama alanını dolaÅŸtı, Lübnanlılar’a akıl üstüne akıl verdi ve gelecek için yapmaları gerekenler hakkında da Fransa’nın menfaatleri ne gerektiriyorsa onu söyledi.
Hattâ, Beyrut Limanı’ndaki patlamayı bir “uluslararası komisyonun” araÅŸtırması teklifinde bulundu, yani Lübnanlılar’a üstü kapalı ÅŸekilde de olsa “Bu iÅŸi siz beceremezsiniz, bize bırakın” dedi ve bunu söylemesi üzerine de Müslüman kesimden epey bir tepki gördü…
Lübnan tâââ Haçlı Seferleri’nden buyana Avrupa’nın, sonraki asırlarda da özellikle Fransızlar’ın ilgi merkezi olmuÅŸ; 18. asrın sonlarından itibaren Lübnan’daki gayrımüslimlerin koruyuculuÄŸuna soyunan Fransa, Ä°ngiltere ve Rusya o devirlerde Lübnan’ın hâkimi olan Osmanlı Devleti’ni hemen her bahane ile sıkıştırmışlardı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki senelerde Fransız sömürgesi haline gelen Lübnan, son Fransız birliÄŸinin Beyrut’u 1946’da terketmesine kadar Fransız mandasında kaldığı için Lübnanlılar, özellikle de Hristiyanlar kendilerini Fransa’ya yakın hisseder; hattâ bazıları Fransız olduklarına inanırlar; Fransa ise Lübnan’ı hâlâ toprağı gibi görür.
Lübnan’da 1516 Ekim’inde baÅŸlayan hakimiyetimizin dört asır devam etmiÅŸ olmasına raÄŸmen oralarda ismimizin haricinde kalıcı bir hatıramız yoktur ama bölgeye fiilî olarak sadece 28 sene hükmedebilmiÅŸ olan Fransa, Hristiyan Lübnanlılar’ın gözünde iÅŸte böyle herÅŸeydir!
Lübnan’da iç savaÅŸ senelerinde uzun müddet gazetecilik yaptım, gitmediÄŸim ve görmediÄŸim hemen hiçbir yeri kalmadı, hatıralarını zevkle muhafaza ettiÄŸim unutamayacağım hoÅŸluklar yaÅŸadım ve kısaca söyleyeyim: Lübnan’ı rengârenk bir tabloyu andıran mutfağından halkına kadar gayet sevdim, muhabbetim hâlâ devam eder ve Beyrut Limanı’nda geçen gün yaÅŸanan faciadan bu sebeple derin bir elem hissettim…
Beyrut taraflarının imparatorluk sonrası siyasî tarihimizdeki yerini, Fransa’nın Nice ÅŸehri ile beraber Beyrut’un da imparatorluk aristokrasisine sürgün baÅŸkentliÄŸi ettiÄŸini, meselâ Refik Halid’in en güzel eserlerini, özellikle de “Sürgün”ünü ve Rıza Tevfik’in “Uçun kuÅŸlar uçun doÄŸduÄŸum yere / Åžimdi daÄŸlarında mor sünbül vardır” diye baÅŸlayan içli ÅŸiirini orada yazdığını acaba bilir misiniz?
Bugün bu bahisleri bir baÅŸka güne bırakarak, facianın yaÅŸandığı Beyrut Limanı’nın bizim için hüzünlü bir hatırasını anlatacak, Lübnan’daki hâkimiyetimizin sona ermesinin ardından Beyrut’taki Türk ailelerin ÅŸehre veda etmelerinin öyküsünü nakledeceÄŸim…
1516 Ekim’inde Türk idaresine giren Lübnan tam 402 sene sonra, 1918 Ekim’inde elimizden çıktı. Ä°ngiliz ve Fransız birlikleri Lübnan’ı iÅŸgal ettiler, son Osmanlı mutasarrıfı Mümtaz Bey idareyi Beyrutlu Müslümanlardan Ömer Dauk’a bıraktı ama Arap Ä°syanı’nı baÅŸlatan Åžerif Hüseyin’in oÄŸullarından Faysal’ın gönderdiÄŸi Åžükrü PaÅŸa, Ekim başında Beyrut’a girerek “HaÅŸimî Arap Devleti”ni ilân etti, bir hafta sonra da Fransızlar ÅŸehre girip Arap Devleti’ne son verdiler!
Ä°ngiliz birliklerinin de gelmesi ile Lübnan’da baÅŸlayan Ä°ngiliz ve Fransız hâkimiyeti 1920’ye kadar devam etti; Lübnan o senenin Nisan’ında yapılan San Remo Konferansı’nda Fransa’ya verildi, Fransızlar bir manda idaresi kurup 1946’ya kadar orada kaldılar…
HEM SÄ°YASETÇÄ°, HEM ÂLÄ°M…
Beyrut’u 1918’in sonunda terkediÅŸimizin öyküsünü, Osmanlı’nın son dönem âlimlerinden Hüseyin Kâzım Kadri yazdı…
1870’de Ä°stanbul’da doÄŸan, çok iyi eÄŸitim gören ve birkaç yabancı dil öÄŸrenen Hüseyin Kâzım Kadri bazı resmî görevlerde bulunduktan sonra Ä°ttihad ve Terakki Cemiyetine girdi, valilik ve milletvekilliÄŸi yaptı. Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasının ardından Beyrut’a gitti ve ilmî çalışmalarla meÅŸgul oldu. Savaşın ardından yeniden milletvekili oldu, Ticaret, Ziraat, Vakıflar ve Adalet bakanlıkları yaptı; Ä°stiklâl Harbi’nin baÅŸlangıcında bir ara Anadolu’ya geçti, sonra yeniden Ä°stanbul’a döndü ve 1934’teki vefatına kadar resmî görev almadı.
Bazı eserlerinde “Åžeyh Muhsin-i Fânî” adını kullanan Hüseyin Kâzım Kadri’nin en önemli eseri bugün hâlâ kaynak olan “Türk Lügatı”dır ve bu lügat Türk lehçelerinin karşılıklı incelenmesi alanındaki ilk kaynaklardandır.
Hüseyin Kâzım Kadri, Beyrut’un iÅŸgalini ve son Türk ailelerinin Beyrut’tan zar-zor bulunan bir gemi ile ayrılmalarının öyküsünü “MeÅŸrutiyet’ten Cumhuriyet’e Hatıralarım” isimli eserinde anlatır ve Beyrutlu Müslümanlar’ın gemiyi “Allahu yansuru’l Ä°slâm”, yani “Allah Ä°slâm’ı muzaffer etsin” nidâları ile uÄŸurladıklarını yazar…
Yazılmasından uzun seneler sonra, 1991’de Ä°smail Kara tarafından yayınlanan “MeÅŸrutiyet’ten Cumhuriyet’e Hatıralarım”da anlatılan bu hüzünlü bahsi kısaltarak ve metinde geçen bazı eski kelimelerin yerine bu kelimelerin günümüzdeki karşılıklarını kullanarak naklediyorum:
BEYRUT’TAN BÖYLE AYRILDIK…
“…Beyrut’un iÅŸgaline ÅŸahit oldum. Günlerce evlerimizden çıkmaya korktuk. O sırada HaÅŸimî Arap Hükümeti ilân edildi ve Cemal PaÅŸa’nın iÅŸkencesine uÄŸrayan ve uzun müddet hapiste kalan Åžükrü PaÅŸa Eyyubî, vali sıfatıyla Beyrut’a geldi. Arap sancağı envaî tezahürat ve merasimle hükümet dairesine çekildi ve heyecan verici nutuklar îrad edildi. Cemal PaÅŸa’nın, Âliye Divan-ı Harb’i kararıyla idam ettirdiÄŸi adamlar için ihtifaller yapılarak asıldıkları ‘Burc’ meydanına da ‘Sahatü’ÅŸ-Åžüheda’ (Åžehidler alanı) adı verildi.
Åžükrü PaÅŸa’nın ilk verdiÄŸi emir, Beyrut’taki Türkler’in Salt’a gönderilmeleri idi. Yalnız Beyrut eÅŸrafı benimle ailemin ve o sırada nezdimizde bulunan kayınpederim Ä°smet PaÅŸa’nın istisna edilmekliÄŸimize müsaade almışlardı. Bunu gelip söyledikleri zaman, kayınpederim; “Hayır, biz vatandaÅŸlarımızdan hiçbir suretle ayrılamayız. Madem ki valiniz böyle bir emir vermiÅŸtir, biz de en öne düÅŸer ve sürgün yerimize kadar gideriz” dedi. Bu söz, onları düÅŸündürdü ve tekrar valiye müracaatla Beyrut’taki Türklerden ÅŸimdiye kadar bir fenalık ve zarar görülmediÄŸini söyleyerek hepimizin yerlerimizde kalabileceÄŸimiz müsaadesini aldılar. Fakat yanlışlıkla bir zâbitimizi öldürdüler. Bîçarenin kabahati de Sahatü’ÅŸ-Åžüheda’da bulunduÄŸu otelin penceresinden başını çıkarması idi.
Arap Hükümeti, Ä°ngilizlerin ve Fransızların vaadlerine raÄŸmen ancak bir hafta devam edebildi. Ä°tilâf devletlerinin askerleri Beyrut’u iÅŸgal ettikten sonra Arap bayrağını indirdiler ve yerine kendi bayraklarını çektiler. Bugünden sonra Ä°stanbul’dan hiçbir haber alamadık. Yalnız, mütareke (Mondros Mütarekesi) ilan edildiÄŸini atılan toplardan anladık.
…Beyrut’ta bir hayli Türk aileleri vardı. O sırada Åžam’daki Hilâl-i Ahmer (Kızılay) memurlarını Ä°stanbul’a iade için bir vapur göndermiÅŸlerdi. Bu vasıtadan istifade eden birtakım aileler vatanlarına döndüler. Yine o günlerde Ä°stanbul’a giden Valdek Ruso kruvazörüyle elli altmış kiÅŸiyi gönderdik. Ondan sonra bir nakliye vasıtası bulunamadı ve altı ay boyunca Suriye’nin her tarafından gelip Beyrut’ta toplanan yüzlerce aileyi geçindirebilmek zarureti hasıl oldu. Bunlardan bazı kiÅŸiler bana müracaatla bu iÅŸe bakmak üzere, bir heyet seçtiklerini ve benim de bu heyetin baÅŸkanlığını almamı teklif eylediler; tabii kabul ettim. Ertesi gün Belediye Reisi Ömer Dauk Efendi ile beraber Ä°ngiliz ve Fransız kumandanlarını görüp meseleyi anlattım. Aramızda hâsıl olan anlaÅŸmaya dayanarak, Ä°ngiliz ordusundan yaÄŸ, ÅŸeker, pirinç, un, patates ve sabun gibi ÅŸeylerin her ay benim imzamla alınıp Türk ailelerine dağıtılmasına karar verildi ve komisyonumuzun teÅŸekkülü de resmen tasdik edildi. Yüzlerce ailenin hayatını bu ÅŸekilde temin etmesine muvaffak olduk.
Fakat aylar geçiyor ve Ä°stanbul’a dönmemize imkân görülmüyordu. Benimle temas eden Ä°ngiliz Merkez Kumandanı Albay Tomson, “Ä°ngiltere’ye dönmek için Ä°skenderiye’de vapur bekleyen birçok zabitlerimiz var. Bunları bile vatanlarına iade edemiyoruz. Nerde kaldı ki sizi gönderelim. Biraz daha sabrediniz” diyordu. O zaman Fransa’dan Beyrut’a gelen Cizvitlerin büyükleri Per Åžantor’dan istifade edebileceÄŸimi düÅŸündüm.
…Åžantor’u görerek Beyrut’a bir vapur göndermesi için MareÅŸal Allenby’e müracaatta bulunmak hususunda Fransız valisini ikna etmesini rica eyledim. Per Åžantor, bu iÅŸin olmasına son derecede gayret edeceÄŸini vaad ile hemen valiyi görmeye gitti ve daha sonra evime gelerek yazdırdığı telgrafın suretini de getirdi.
Bir hafta sonra Albay Tomson’un beni aradığını söylediler. Kendisini gördüÄŸüm zaman “Maksadınız hâsıl oldu. Ellenga vapuru sizleri Ä°stanbul’a götürmek için üç gün sonra Beyrut’a gelecek. Siz de hazır olunuz ve eÅŸyanızı rıhtıma naklediniz” demiÅŸti. Derhal vatandaÅŸları haberdar ettik ve eÅŸyalarımızı taşımaya baÅŸladık. Vapur da geldi yanaÅŸtı; kocaman bir transatlantik!
Her ailenin elinde fotoÄŸraflı ve lâzım gelen izahatı hâvi bir vesika vardı. …Fakat rıhtımda toplanan eÅŸyayı vapura taşımak bir mesele idi; hamal bulmak ve sonra birçok para vermek lazımdı. Tomson da vapurun o akÅŸam hareket edeceÄŸini ileri sürerek eÅŸyanın hemen vapura naklini istiyordu. Åžaşırıp kalmıştık. Bir an için düÅŸünüp çare buldum ve “Ben bu eÅŸyayı iki saat içinde vapura naklettiririm, fakat siz hiçbir itiraz etmeyecek ve uzaktan seyirci kalacaksınız” dedim. Tomson güldü ve “Muhammed’in yeni bir mucizesini mi göstereceksiniz?” cevabıyla mukabele etti. “Evet! Çok iyi keÅŸfettiniz! Ben de Muhammed’in bir mucizesini size göstermek istiyorum” cevabını verdim. “Pekiyi, hiçbir itiraz etmem” dedi.
Ä°ngiliz ordusunun yüklerini ve ağırlıklarını taşımak için yüzlerce Mısırlı hamal vardı. Bunların çavuÅŸları olan eli kamçılı bir Arap orada bulunuyordu. Yanına giderek ve bizim Müslüman ve muhacir olduÄŸumuzu bildirdikten sonra eÅŸyamızın vapura nakli için maiyetindeki hamallara emir vermesini rica ettim. Adamcağız derhal avazı çıktığı kadar bağırarak; “Bakınız evlâtlar! Amcamız (!) bize ne teklif ediyor. Bu eÅŸyalar ÅŸimdi vapura taşınacak; biz de Müslüman kardeÅŸlerimize dinen mecbur ve mükellef olduÄŸumuz yardımı yapacağız!” sözlerini söylemiÅŸti ki yüzlerce Mısırlı hamal bir anda …eÅŸyamızı iki saata varmadan vapurun ambarına indirdiler. Tomson hayret ve hiddetle bakıyordu. “Ä°ÅŸte Muhammed’in mucizesi!” dedim. Hiçbir cevap vermedi ve oradan çekilip gitti.
Elanga vupuru da tayin edilen saatte hareket etti. Beyrut’ta kaldığım uzun seneler zarfında her sınıf halk ile iyi münasebette bulunmuÅŸtum. BaÅŸta müftü olduÄŸu halde memleketin ulemâsı ve önce gelenlerinin çoÄŸu bizi uÄŸurlamak için geldiler. KucaklaÅŸtık, aÄŸlaÅŸtık…
…Güverteye çıktığım vakit eÅŸyamızı vapura taşıyan Mısırlı hamallarla Beyrutlu binlerce adamın rıhtım üzerinde saflar teÅŸkil edip ve bir bayrak açıp “Allahu yansuru’l Ä°slâm” (Allah Ä°slâm’ı muzaffer etsin) diye bağırdıklarını ve bizimkilerin de vapurdan mukabele ettiklerini gördüÄŸüm zaman elimde olmadan gözlerimden yaÅŸlar dökülmeye baÅŸladı…”.
Henüz yorum yapılmamış.