Hayrettin Karaman: Kurban ve deÄŸerlerimiz
Her şeye rağmen insanımızda hâlâ varlığını sürdüren, ama Cumhuriyet ideolojisinin dışladığı, hatta zaman zaman düşman ilân ettiği değerlerimiz olmasa bu millet ne ile ayakta durur, niçin yaşar, niçin ölür, niçin itaat veya isyan eder, niçin sever veya nefret eder...
Din bir tanedir, onu Allah bildirir ve kendisi murad etmedikçe kimse tarafından deÄŸiÅŸtirilemez. Kendisi deÄŸiÅŸtirmeyi istediÄŸinde bunu, yeni bir peygamber göndererek yapar. Son Peygamber Muhammed Mustafa’dan (s.a.) sonra peygamber gelmeyeceÄŸi bildirilmiÅŸtir.
Değişen insan hayatı ile değişmeyen din arasındaki ilişki (değişmeyen ile değişen arasındaki devamlı ve dinamik uyum) nasıl sağlanacaktır?
Bu sorunun cevabı yine Allah tarafından (ayet ve hadis ÅŸeklindeki vahiylerle) açıklanmıştır. Çok kısa olarak ifade etmek gerekirse insan hayatında deÄŸiÅŸmeye açık olan alanlar “vahye baÄŸlı deÄŸiÅŸmez naslar”la doldurulmamış, genel ve özel açıklamalar getiren vahiy (vahyedilen naslar) örnek alınarak âlimler tarafından belirlenmeye, hem Allah’ın razı olacağı, hem de insanoÄŸlunun deÄŸiÅŸen hayatını ve ihtiyaçlarını karşılayan davranış kuralının keÅŸfedilmesine bırakılmıştır. Bunun dışında bir de fayda-zarar ilkesi ile zaruret ilkesi vardır; bu ilkelere göre de naslarla doldurulmuÅŸ alandaki daralmalar giderilebilir.
Yukarıda kısaca değişmeyen din ile değişen dindarlık ve buna bağlı olarak farklı dindarlıkların yan yana, birbirine zarar vermeden, ikincisi birincisine bağlı kalarak var olabileceklerini ifade etmiş olduk.
Bayramların dinî tarafı, o günlerde yapılacak ferdî ve içtimâî ibadetler, dince gerekli görülmüÅŸ veya tavsiye edilmiÅŸ davranışlardır. Bu dînî kısmın, sınırları çizilmemiÅŸ, ÅŸekilleri belirlenmemiÅŸ yönlerine gelince burada dindarların yerel kültürleri; eÄŸitimleri, örf ve âdetleri, zevkleri, ihtiyaçları devreye girer; böyle olunca da farklılıklar ortaya çıkar. Bırakın koca Ä°slâm dünyasını, bir ülkenin çeÅŸitli bölgelerinde bile farklı bayram âdetleri ve merasimleri (kültürü) görülmektedir. Kaldı ki, ÅŸimdi Müslümanların bayram yaptıkları coÄŸrafyayı Müslüman ülkeleriyle sınırlamak da mümkün deÄŸildir, Ä°slâmî bayramlar da bir manada küreselleÅŸmiÅŸtir; yerkürenin her yerinde Müslümanlar vardır ve bayram yapmaktadırlar.
Ezanımız, camimiz, minaremiz, selamlaÅŸmamız, günlük dildeki dinî motiflerimiz, giderek kısmen bozulsa bile kılık-kıyafetimiz, bayramlarımız, âdâb-ı muâÅŸeretimiz (görgü kurallarımız)...Müslümanlar olarak bizim alâmet-i fârikamızdır (bizi baÅŸka din ve kültür mensuplarından ayıran iÅŸaretlerimiz, niÅŸanlarımız, ÅŸiarlarımız, sembollerimizdir). Bugün bu niÅŸanlarımızı korumak dünkünden daha önemli hâle gelmiÅŸtir; çünkü artık topluluÄŸumuz çoÄŸulcudur, fiilen çok kültürlüdür, çok inançlıdır; bu çoklar yedi renk gibi ayrışmış, birbiri ile alakalarını asgariye indirmiÅŸtir; artık bu renklerin birleÅŸerek bir aydınlık, bir aydınlatıcı ışık olması ÅŸöyle dursun, bazılarının çok severek kullandıkları ‘mozaik’ bile oluÅŸturmaktan uzaktır. Bütüne, tek’e, çokluk içinde birliÄŸe yönelik etkili bir düÅŸünce, bir çaba, bir yöneliÅŸ mevcut deÄŸildir. Milli eÄŸitim politikası toplumun harcı olacak unsurdan mahrumdur. Tevhîd-i tedrîsât, ideolojilerden bir ideolojiyi millete dayatmış, topluluÄŸun tarihinden gelen ve onu bütünleÅŸtiren unsurları görmezden gelmiÅŸ, hatta zaman içinde yok etmeyi hedeflemiÅŸtir. Bir’e inanmak, birlik olmak, birleÅŸtirmek amacı yönünden en uygunsuz, en fakir, en cılız, en yalınkat, bir “harcı” yani ulusçuluÄŸu, bütünleÅŸtirici olsun diye ileri sürmeyi, devreye sokmayı tercih etmiÅŸtir.
Her ÅŸeye raÄŸmen insanımızda hâlâ varlığını sürdüren, ama Cumhuriyet ideolojisinin dışladığı, hatta zaman zaman düÅŸman ilân ettiÄŸi deÄŸerlerimiz olmasa bu millet ne ile ayakta durur, niçin yaÅŸar, niçin ölür, niçin itaat veya isyan eder, niçin sever veya nefret eder...
Soruları cevapsız kalmaktadır; ÅŸöyle de denebilir: Bu sorular karşısında verilecek cevaplar neredeyse bireylerin sayısınca olacaktır.
Ä°ÅŸte böyle bir kültür ve eÄŸitim ortamında vazgeçilmez deÄŸerleri olanların üzerine titremeleri gereken bir unsur da inanç (din, iman) niÅŸanlarıdır. Onlar manaları, muhtevaları, içte ve derinde olanları muhafaza eden zarflardır, siperlerdir, zırhlardır; iÅŸleri ve iÅŸlevleri yalnızca korumaktan ibaret de deÄŸildir, onlar aynı zamanda telkin eder, talim eder, terbiye eder.
Sözü fazla uzatmadan ÅŸiarlarımızdan biri olan Kurban Bayramı’na gelelim.
Bu bayramda kurban keseriz, bayram sabahı bayram namazı kılarız, Arafe günü sabah namazından sonra baÅŸlayarak bayramın dördüncü günü ikindi namazı sonuna kadar devam etmek üzere “teÅŸrik tekbirleri” okuruz (Allah’ın varlığını, birliÄŸini, ululuÄŸunu dile getirir, O’na hamdederiz), yoksullara, yakınlara kurban eti dağıtırız, ölü (mezarlarda) ve diri (evlerde) yakınlarımızı ziyaret ederiz, halleÅŸir, dertleÅŸir, hasret giderir, mahabbeti artırırız. Günümüzde haberleÅŸme imkânları geliÅŸtiÄŸi için ziyarete gidemediÄŸimiz yakınlarımızı telefon vb. vasıtalarla arar, hal-hatır sorar, bayramlarını tebrik ederiz…
Bayramda yapılan bu ibadetler ve merasimlerin dindeki yeri (hükmü; farz mı, vacib mi, sünnet mi olduÄŸu) tartışılıyor. Asıl sorulması gereken soru ÅŸudur: Bunlar terk edilirse ne olur, neleri kaybetmiÅŸ oluruz? Bence en önemlisi bir ÅŸiarımızı kaybetmiÅŸ oluruz; “Åžiarı kaybetmek caiz midir ve neye mal olur?”, soru böyle sorulmalıdır.
Kurban Bayramı’nda kurban kesmenin bazı mezheplerde vâcip, bazılarında sünnet olduÄŸunu söyleyenler, önce ÅŸu soruya cevap vermelidirler: Meselâ kurbana sünnet diyen Åžâfiî mezhebini örnek olarak alalım: Åžâfiîlere göre sünnet ve vâcip olan ibadetler var da kurban bunlar içinde sünnet ibadetlere mi giriyor? Bu sorunun cevabı “Hayır”dır. Åžâfiîlerde, “farz ile sünnet arasında yer alan” bir vâcip kavramı yoktur; onlara göre ibadetler ya sünnettir ya da vâcip (yani farz)dır; onlara göre vacip ile farz aynı manada kullanılır. Åžâfiîlerde, Hanefîlerde olan manasında bir vâcip olmadığı için onlar kurbana sünnet demiÅŸlerdir; baÅŸka bir deyiÅŸle sünnet demeselerdi farz diyeceklerdi. Kafanız karıştı ise daha açık ifade edeyim: Hiçbir Ä°slâm mezhebinde kurban, terk edilmesinde sakınca bulunmayan, yapılması da fazla önemli olmayan bir ibadet deÄŸildir; kurban önemli bir ibadettir, Hz. Peygamber (s.a.) buna önem vermiÅŸ ve hayatı boyunca yerine getirmiÅŸtir.
Bir Müslüman gerekli ve meÅŸru olmadıkça otu bile koparmaz. Gerekli ve meÅŸru olunca insanı bile öldürür; mesela savaÅŸta düÅŸman öldürülür ve düÅŸman bir insandır. Kurban kesmek, baÅŸka hikmetleri yanında iÅŸte bu ÅŸuur ve teslimiyetin de sembolüdür, eÄŸitimidir. Canı veren de alan da Allah’tır, “Benim için ÅŸu yaÅŸta ÅŸu ÅŸekilde kurban olun” deseydi, ölme ihtimaline raÄŸmen O’nun rızası için cihat eden kullar o emri de yerine getirirlerdi. Hz. Ä°brahim’in gördüÄŸü rüyayı böyle yorumlaması sebebiyle oÄŸlunu kurban etmeye kalkıştığını biliyoruz, ama rahmetiyle de en üstün olan Allah Teâlâ kullarından deÄŸil canlarına kıymayı, burunlarını kanatmalarını bile istemiyor ve “zaten yemek için kestiÄŸiniz hayvanları bu defa bana ibadet niyetiyle kesin de bu sizin, isteseydim bana kurban bile olabileceÄŸinizin sembolü olsun” demiÅŸ oluyor.
Bu ÅŸekilde bir Kurban Bayramı gönüllerdeki etkisi günlerce devam edecek bir ÅŸenlik, bir güzel iliÅŸkiler, duygular ve davranışlar yumağı oluyor. Müslümanlar arasındaki muhabbet, dayanışma, kardeÅŸlik, aidiyet... duyguları güçleniyor, din ile dindar arasındaki izdivaç pekiÅŸiyor, aktivite kazanıyor. Kurbanın ve bayramın dini hükmü üzerinde dururken meseleye bu geniÅŸ çerçeveden bakmakta fayda var. Küçük büyük demeden ÅŸiarlarımızı koruyalım, yoksa bu toz-duman içinde her ÅŸeyimizi kaybedebiliriz.
Nice bayramları; saÄŸlık ve selâmet içinde, ebedî mutluluk yolculuÄŸunun birer güzel merhalesi olarak idrak ederiz inÅŸâallah!
YeniÅŸafak
Henüz yorum yapılmamış.